• uzun zamandır güneydoğu illerini kapsayan bir gezi planımız vardı. yıllık izinlerimiz yaz ayına denk geldiğinden ve o zamanlarda ise çok sıcak olduğundan hep ertelemiştik. ama semester tatili sebebiyle 10 günlük bir ara yakalayınca hızlıca organize olup diyarbakır ile başlayacak, akabinde mardin ve şanlıurfa ve gaziantep ile nihayete erecek bir tur planladık. açıkçası bu mevsimde oralara gidilmez, terörün olduğu yerde ne işiniz var gibisinden itirazlara kulak tıkayarak karar verdik.

    4 ili kapsayan güneydoğu anadolu turumuz 23 ocak perşembe günü 17.50 anadolu jet hava yollarının diyarbakır uçağı ile başladı. yaklaşık 1.5 saatlik yolculuk sonrası diyarbakır hava limanına indik. taksimetre açmayan şoförü uyardık, zaten fiyatı belli savunmasına izin vermedik. şehre girerken surlar ile alakalı bilgiler verdi. meğerse çin seddinden sonra dünyanın en uzun suru olarak biliniyormuş diyarbakır surları. yukarıdan bakıldığında görünümüyle kalkan balığını andıran diyarbakır surları 5 bin 100 metre uzunluğunda, 12 metre yüksekliğinde ve 82 burca sahipmiş. diyarbakır surları dört ana kapıyla dışarı açılıyormuş, bunlar dağkapı, mardinkapı, urfakapı ve yenikapı

    20 dk yolculuk sonrası 40 tl ödedik ve sur merkezdeki sv business hotele yerleştik. odalar çok küçük ve sigara kokusu rahatsız ediciydi. aysima için eklenen 2.yatak ile daha da küçülmüştü. 1 gece kalacağımız için dert etmedik ve soğuk diyarbakır sokaklarına attık kendimizi. sokaklar bomboş tabii. sağda solda bol bol seyyar ciğerciler var. biz ciğerci remzi ustayı tercih ettik. tek kelimeyle nefisti. yalnız yanında gelen kırmızı biberleri benim gibi sormadan yerseniz 1 saat ağzınız uyuşabilir. yemek sonrası biraz yürüyüş yapalım deyip iç surların olduğu hz süleyman cami tarafına gittik. çok sessiz ve tenhaydı ama hiç güvensiz hissetmedik. otelimize dönüp yarın için bir planlamaya giriştik.

    sabah erkenden uyandık. hava oldukça soğuk görünüyordu. sv business hotelindeki görevli sürekli sorulduğu için daha biz bir şey demeden bir kağıt verdi. otelden çıkıp sağa giderseniz şuralara, sola giderseniz buralara gidebilirsiniz diye notlar hazırlamış. onu da alıp başladık dolaşmaya. diyarbakır, tıpkı bursa gibi bir şehir, birçok gezilecek yer yürüme mesafesinde. ilk olarak tarihi hasanpaşa konağına gittik ama otelde kahvaltı almak yerine buraya gelmek mantıklı olacakmış. konak meğerse kahvaltıcı dükkanları ile ünlüymüş. hanın hemen karşısında meydan ve tarihi ulucami var. ulucami islam dünyasının 5 haremi şerifinden biri olarak kabul görüyor, o yüzden önemi büyük. yapımının 639'da diyarbakır'ın müslümanların eline geçmesinden hemen sonra kentteki bir kilisenin camiye çevrilmesiyle yapıldığı kabul görmüş. avludaki sütunlar, süslemeler oldukça etkileyici....

    ulucami sonrası hemen 100-150 metre ileride sokak arasında dünyada bir benzeri olmayan dört ayaklı minare'yi gördük. "dört ayaklı minare" olarak bilinse de şeyh mutahhar ya da şeyh matar cami olarak geçiyor resmi adı. tahir elçi'nin öldürüldüğü 28 kasım 2015 tarihinden beri kapalı olan sokak mart 2018 itibariyle tekrar açılmış. hendek olayları ve akabinde tahir elçi'nin öldürülüşü sur için adeta bir yıkım olmuş. yıkılan dükkanların yerine tek tip ve tarzda dükkanlar inşa edilmiş. dört ayaklı minarenin bitimindeki sokak hala kapalı... minarenin dört ayağı islam’ın dört mezhebini simgelemek amacıyla yapılmış. bu konuda diyarbakır surlarının dört ana kapısını simgelemek amacı olduğu da söylenmektedir. camiyle ayrı zamanlarda inşa edildiği sanılan minarede bir balkon ve petek bulunmaktadır. türünde tek olan 500 yıllık minare, önemle korunması gereken bir tarihi eserdir. inanışlara göre ayakların arasından yedi defa geçip dilekte bulunulunca tutulan dilek gerçekleşirmiş.

    üçüncü durağımız yorumlarda sık gördüğümüz sülüklühan'dı. 1680 yılında inşa edilen sülüklü han, hanilioğlu mahmut çelebi ve kız kardeşi atike hatun tarafında yaptırılmış. bu tarihi yapı ismini, bir zamanlar avlusunda bulunan çeşmenin etrafındaki sülüklerden almış. sülükler o dönemlerde tedavi amaçlı kullanılırmış. günümüzde cafe olarak işletilen sülüklü han, birçok turistin dinlenmek için ziyaret ettiği noktalardan biri olmasına rağmen mevsim kış hava soğuk olunca kimsecikler de yoktu haliyle, bir iki fotoğraf çekip çıktık. havalar iyiyken yer bulunamayan oldukça popüler bir mekânmış.

    daha sonra dün gece yürüyüş için geldiğimiz iç surlara geldik. burada geniş bir alanda diyarbakır kent müzesi var. 2015 yılında hizmete giren müzede yaklaşık 270 eser bulunuyor. müzede diyarbakır'ın kültürünü temsil eden 18 tane tema var. bu temalar diyarbakır'daki inançlar, inanışlar, müzik, edebiyat, eğitim, mutfak, su ve yaşam gibi. cuma saati yaklaşıyordu, müzenin hemen altındaki hz süleyman cami tarafına yürüdüm. hz. süleyman cami, nisanoğlu ebul kasım tarafından 1155-1169 yılları arasında yaptırılmış. nasiriyye camii meşhed camii, murtaza paşa camii ve kale camii olmak üzere birçok isimle anılıyor. caminin bitişiğinde osmanlılar dönemi'nde yapılan halid bin velid’in oğlu süleyman ile diyarbakır’ın araplar tarafından alınışı sırasında şehit düşen diğer sahabelerin (27 tanesi) burada yattığı düşünülüyor. namaz sonrası türbesi de ziyaret edip ayrıldık.

    epeyce yürüdükten sonra meryem ana süryani kilisesine geldik. diyarbakır'da 4 süryani aile var ve kilisenin içindeki evlerde yaşıyor. aile üyeleri gelenlere kilise hakkında bilgi veriyor. ana kiliseyle birlikte kütüphane, patriklik konutu, misafirhane ve lojmanlardan oluşan yapılar topluluğudur ve üç avlusu var. içinde pek çok tarihi eseri bünyesinde barındıran kilisede, ceviz ağacından yapılmış kapılar, azizlere ait tablolar, el işi gümüş kandiller oldukça dikkat çekiciydi.

    kiliseden çıkıp tarihi dar sur sokakları arasına sıkışmış behrampaşa cami önümüze geldi. mimarisi ile ilgi çekici ve büyükçeydi. diyarbakır’ın on üçüncü osmanlı valisi ve beylerbeyi olan sokullu ailesinden kara şahin mustafa paşa’nın oğlu behram paşa tarafından yaptırılmış. cümle kapısındaki kitâbeden inşasına 972 (1564) yılında başlanıp 980 (1572) yılında tamamlanmış olduğu anlaşılıyor. dolambaçlı sokaklardan ana caddeye çıkmayı başardık ve bir taksi tutup şehrin biraz dışında 15 dk mesafede on gözlü köprüye gittik. dicle nehri’ne salınan allah’a ulaşacağına inanılan dilekleri dileyen insanların hikayelerine tanıklık eden bu köprü, kırklar dağının komşusu olmuş. dicle köprüsü olarak da bilinen on gözlü köprü, adlarını mimarisinden ve coğrafyasından alıyor. daha uzun ömürlü olması için trafiğe kapatılmış. nehrin kenarındaki sıra sıra dizili masalarda kahvaltı keyfi çok popülermiş ama hava soğuk olduğu için görmekle yetinip az ileride tepede bulunan gazi köşkü için tekrar taksiye bindik. gazi köşkü’nün asıl adı samanoğlu köşkü’dür. mardin kapısının dışında dicle köprüsü’nün batı yamacında yer alıyor. 15. yüzyıldan kalma yapı, akkoyunlu devleti eseri olarak biliniyor. ı. dünya savaşı sırasında atatürk’ün diyarbakır’da kolordu komutanı iken karargâh olarak kullandığı köşk, 1937 yılında diyarbakır belediyesi tarafından satın alınarak atatürk’e armağan edilmiş.
    fakat biz gittiğimizde ziyarete kapalıydı o yüzden cafe bölümünde cevizli kahve içtik. daha önce hiç içmemistim. yukarıdan meşhur hevsel bahçeleri görünüyor. 8 bin yıllık geçmişe sahip olan bu bahçeler sadece enfes tatlarıyla gönülleri çalan sebze ve meyvelerin değil aynı zamanda pek çok hayvanın da yuvasıymış ama mevsiminde gitmediğimiz için anlamsızdı, yukarıdan bakınmakla yetindik... 16 bine yakın adım atmışız, acıkınca yorum ve öneriler ışığında merkez lahmacun denen mekâna gittik. ulucaminin hemen yanındaki tarihi dar çarşıların içinde küçük bir mekân ama tıklım tıklım. adeta yaprak gibi lahmacun yapıyorlar. ben normalde 2 tane yerim ama burada rahat 6 tane ile ancak doyuyorsunuz.

    mekâna ve lezzete yüksek puan verip tatlı için meşhur kadayıfçı saim ustaya gittik. yan yana iki dükkân. meğer iki kardeş rakip olmuşlar. bizim girdiğimiz dükkân abisi olan beye atmış ve kendisi 76 yıl önce başlamış işe ve hava limanı şubesinde hala aktif çalışıyormuş. başarının asla tesadüf olmadığına tekrar şahitlik ettik lezzetli kadayıfı yerken.

    dükkanın hemen karşısında bulunan nebi caminde ikindiyi eda edip otelden valizlerimizi alıp şehir içi otobüsleri ile otogara geçtik ve diyarbakır gezimizi tamamlamış olduk.

    gelelim diyarbakır ile alakalı genel izlenimlerime.... bir kere geldiğimiz için gerçekten çok memnun olduk. birçok medeniyete beşiklik etmiş tarihi, surları ve kompakt haliyle kesinlikle herkesin görmesi gereken bir güzellikte... ama şehir terörden ve terör ile yan yana imajından çok rahatsız. şehrin giriş ve çıkışlarında sıkı polis kontrolleri var. halkın bundan rahatsız olduğu çok belli ama istanbul'da bile her yerde bu tip uygulamalar var artık. şehrin etrafı surlar ile çevrili ve birçok kapısı var. urfa kapısı, mardin kapısı gibi. şehir içinde hamal işlerini gören oto lastiği ile oluşturulan arabalar ile çalışan hamalları her yerde görebiliyorsunuz. 4 yıl önceki olaylarda sur çok büyük hasar görmüş, dükkanları tekrar yaparken bir standart getirmişler, hepsi tek tip, tabela kirliliği yok. ben beğendim açıkçası. insanı candan ve sıcakkanlı. bizi on gözlü köprüye götüren taksici, istanbul'dan geldiğimizi öğrenince 15 tl tutan taksi ücretini almak istemedi, bu da benden olsun dedi. hayatımda ilk defa bir taksiciden böyle bir jestle karşılaştık, kabul etmedik ama insanlarına dair bize güzel bir intiba bıraktı. keşke terör kıskacından ve imajından sıyrılıp çok daha fazla insan gelip görse buraları. biz hiç bir şekilde kendimizi güvensiz hissedecek bir durum yaşamadık.

    çekmiş olduğum fotoğraflar ile birlikte bloğuma göz atmak isterseniz .
  • şu anda kar yağışıyla beraber daha güzel ve kadim olan şehir
    edit:kulp ilçesinde okullar tatil edilmiş
    edit:merkez için valilikten açıklama bekleniyor!
  • (bu entry, aziz fidancı’nın ot dergisi ocak sayısında yazdığı "diyarbakır'da yaşamak" isimli köşesinden alıntıdır. hoşuma gitti, naklettim.)

    • başındaki tepsiye dizdiği halka tatlıları “şirelii tatlııı“ diye satmaya çalışan bir çocuk sesiyle uyanmaktır.

    • evden çıkarken annenizin “oğlım kimseye karışmayasın haa!“ tembihini duymaktır.

    • sur’da, bağlar’da köşebaşlarında kurulan seyyar tezgahlarda kahvaltı niyetine ciğer kebabı yemektir.

    • gökyüzünden bakıldığında kalkan balığını andıran 5,5 km uzunluğa, 12 metre yüksekliğe sahip surlarla çevrili bir kentte yaşamaktır.

    • kuşbaz kahvehanelerinde boğazda yalı sahibi edasıyla güvercinlerini küreng, zengo, atlas, miski diye görücüye çıkaran kuşbazları dinlemektir.

    • hasretinden prangalar eskittim, ben anadoluyum, adiloş bebeme diyen şair ahmet arif’ten; diyarbakır ortasında vurulmuş uzanırım, diyarbakırlıymış adı bahtiyar diyen ahmet kaya’dan bir şehri sevmeyi öğrenmektir.

    • ulu cami'nin karşısındaki sokakta 1918’den bu yana yer alan mecit ağa fırınından odun ateşinde pişirilen ekmeği alıp hacı halit lokantası'nda haşlamaya, güvece, meftüneye bandıra bandıra yemektir.

    • üç ülkeyi kat edip basra körfezi ne dökülen, üzerine nice şiirler yazılan, efsaneler anlatılan dicle nehri’ne ev sahipliği yapmaktır.

    • 15 yaşından 80 yaşına kadar tüm erkeklerin cebinde ya da belinde “dünya hali ne olur ne olmaz“ diye, “emanet“ dediği bir çakı taşıyıp çoğunlukla bunu seyyar bir el arabasından aldığı acuru soymak için kullanmasıdır.

    • adres olmak için rastgele girilen dükkanda kurulmuş esnaf sofrasına zoraki buyur edilip misafirperverliği hissetmektir.

    • saray kapı ve kastal'da kestane kokuları eşliğinde közde pişirilen menengiç kahvesini, nizam’ın çayevi'ndeyse üst üste kaçak çayları yudumlamaktır.

    • on gözlü köprüden geçen gelin adaylarına seyre dalarken kulak zarında hissettiğim davul zurna sesine omuzlarınla tempo tutmaktan kendini alamamaktır.

    • yoğurdu bakkaldan kiloyla alana bıyık altından gülüp yoğurt alınacaksa illa sitıl ile satın almaktır.

    • daracık sur köşelerinde gezerken taş konaklardan yükselen dengbejlerin aşk, savaş, eşkıyalık, isyan üzerine yaptıkları uzun havalara kulak misafiri olmaktır.

    • sevdiğine “davam“ diyen gençlerin sevdiği kadının sokağından geçerken ancak göz ucuyla balkonuna bakabilmesidir.

    • yüksek kahve önü ve ulu camii önü gibi kent meydanlarında dünya haline hasbihal eden ihtiyarların sezai karakoç’un “umutsuzluk yok/ gün gelir/ güller de açar/ bülbül de öter“ dizeleriyle azalan dişlerine aldırmadan gülümsemesidir.

    • şehir dışına çıkıldığında kadayıfın ana vatanından tatlı bekleyen dost ahbaba, elinde tel burma kadayıflarınla gitmektir.

    • diyarbakır’ın gözdesi dicle kıyısından serçelere bakarak mavi denizlerin semalarında uçan martılara düşünde sevgiyle selam göndermektir.

    • yani diyarbakır’da yaşamak deli kadronun dediği gibi “çokkk xoştırrr!“
  • yaklaşik 4 senedir yaşadığım şehir. buraya gelmeyip uzaklardan bağıran insancikalara sesleniyorum. bende ilk geldiğimde çok önyargılı geldim. ama 1 ay sonra türkiye'nin diğer şehirlerden pek bi farkı olmadığını anladım. halkı misafirliği çok sever. lokantada yemek yerken diğer şehirlerde ikram olarak satılan mezelerin salataların burada ücretsiz masalara konduğunu gördüm. mutlaka gelip görün gezin uzaktan bir iki haberle tanımayın bu güzel şehri.
  • (bkz: sesege)
  • suriyeliden geçilmeyen şehir.
  • hafızasının tutulduğu dijital sergi için;

    (bkz: diyarbakır hafızası)
  • büyüleyici bi şehirdi. neden bilmiyorum.
  • paris olarak da bilinen bir şehrimiz.
  • şahane memleket. ham olup piştiğim yerdir. şimdi lüks mekanlar artsa da kimliğini korumaktadır.

    ek: bakmayın kısa tuttuğuma neler neler yazılır hakkında da çok uzun olur.
hesabın var mı? giriş yap