• yahu şu çökkün ruh halimden bir kurtulamadım gitti. yeniden kitaplarıma döneyim dedim. eduardo galeano nun kadınlar kitabına başladım. tarihten kadınlar ve onların hayat hikayelerine kısa kısa deyinen ve okudukça yine kuşlu bir hikayede üzen bir kitap. kuşlar ve özgürlük. ne kadar ilintili birbiri ile. belki benden başkasının da içini yakar, benim hissettiğim ve ne olduğunu bilemediğim hüznü açıklar diye üşenmeden yazıyorum.

    --- spoiler ---

    uruguaylı siyasi mahkumlar izin almadan konuşamaz, ıslık çalamaz, sırıtamaz, şarkı söyleyemez, hızlı yürüyemez ve başka bir mahkumu selamlayamazlar. aynı şekilde, hamile kadınların, çiftlerin, kelebeklerin, yıldızların ve kuşların resimlerini ne çizebilir ne de hapishaneye sokabilirler.

    ideolojik fikirleri olduğu için işkence gören ve tutuklanan öğretmen didasko perez, bir pazar günü beş yaşındaki kızı milay tarafından ziyaret edilir. kızı ona üzerinde kuşların olduğu bir resim getirir. sansürcüler hapishane girişinde onu yırtarlar.
    ertesi pazar milay ağaçların resmini getirir. ağaçlar yasak değildir, resim geçer. didasko resmi överken kızına ağaçların yaprakları ve dalları arasındaki rengarenk küçük yuvarlakların ne olduğunu sorar.
    "bunlar portakal mı? meyveler mi?
    küçük kız onu susturur:
    şiiişt ve kulağına sessizce fısıldar:
    şaşkın. onların göz olduklarını göremiyor musun? sana gizlice getirdiğim kuşların gözleri

    (yasak kuşlar adlı öykü, sayfa 85)

    --- spoiler ---

    son bir yılda haruki murakami 1q84 dışında bu kadar etkilendiğim bir kitap olduğunu hatırlamıyorum. bir kitap 1200 sayfa ile dağıttı bu öykü sadece bir kaç paragraf.

    çocukların, kuşların, kadınların özgür olduğu bir dünyaya bu zamanlarda çok hasretlik duymamızdan belki de.

    son zamanlardaki ensest haberleri, vakıf evlerinde istismara uğrayan çocuklar, canlı bombaların ve savaşın soldurduğu hayatlar derken baya baya kötü günlerdeyiz aslında.

    yine de o milayın ağaç dalları arasında yerleştirdiği kuşlar bile bir umut.
  • 10 entrymi tamamlayınca çaylak havuzuna düşeceğim.
  • ekmek arası muz
  • yakın arkadaşlarla bulunduğum bir ortamda bile herhangi bir konuda dönen bir sohbette söyleyeceğim kelimeleri zihin süzgecimden neden geçirdiğimi düşünüyorum.

    aklıma gelen şeyi direkt söylemeden önce bi filtre yapıyorum hızlıca.

    "şunu şunu söyleme, x alınabilir, ona laf sokuyormuşsun gibi algılayabilir"
    "bu konuda biraz daha sakin davran, yanlış anlaşılmak istemezsin"
    "şu lafı biraz daha çevireyim de şöyle anlasınlar beni"

    -check!
    -check!
    -check!

    bunların artısı yok mu? tabii ki var. peki ben yakın arkadaşlarıma bile böyle konuşuyorsam, kime aklıma gelen bir şeyi "dan" diye söyleyeceğim ulan?

    kendimi insanlara yanlış tanıttığımı hissediyorum bazen. kendim olamıyorum belki de bir nevi. bu da son zamanlarda kendime yaptığım ciddi itiraflardan biridir.
  • selam sözlük.

    yolda yürürken, arabayla giderken, bir yerde otururken , etrafa bakıyorsunuzdur umarım.

    etrafa bakarken gözlem yaparsınız dolayısıyla.

    kendi doğrularınız vardır , kendi sınırlarınız vardır elbette.

    genelde gözlemlediğiniz insanlar olur.

    asıl mevzuya gelecek olursak, oturduğunuz yerde insanları gözlemlerken rahatsız olduğunuz durumlar olur.

    ilk defa oracıkta görmüş olduğunuz bir insan için , 10 saniyelik bir olaydan , bir ömür yetecek nefret birikir içinizde hani. o 10 saniyelik olaydan sadece.

    canınız yanar ya hani.

    böyle insanların olduğunu bilmek görmek içinizi paramparça eder . canınızı çok yakar, utanırsınız adeta o an hayattan, bütün kavramlardan, ahlaki bütün değerlerden. en çokta kendinizden utanırsınız , en çokta kendinizden.

    benimle alakası olmayan bir konu resmen , yani olayın içerisinde ben yokum , olayda geçen karakterler ilk defa gördüğünüz pislik sürüleri ve ilk defa gördüğünüz o anda elinde n tuttuğu çocuğuyla yoldan yürüyen bir anne , bir kadın , bir insan. ve bir üst kattan olayı izleyen ben.

    yani daha nasıl anlatayım bilmiyorum.

    özetleyecek olursak, daha görmediğimiz nice ahlaksızlıklar, nice karaktersizlikler, nice vicdansızlıklar şu an şu dakika şu saniye gerçekleşiyor eminim.

    benim gönlüm buna dayanmıyor sözlük, ben katlanamıyorum. sırf ben görmüyorum diye olan biten nice bu can yakıcı olayları düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum sözlük.

    nasıl oluyorda bunca iyi insanın olduğu bir dünyada ( gerçekten buna inanıyorum) , bu kadar bilinçsiz köpek sürüsü nasıl bir arada yaşar gerçekten aklım almıyor.

    olayı şöyle söyleyeyim soracaklar biliyorum.

    belkide karanlıktı beni etkileyen ama, sabah şafak vakti , hava tam açılacak , hala karanlık hakim. oturduğum kafede çay sigara yapıyorum işe gideceğim.

    kafe sabah vakti olmasına rağmen oldukça hareketli.

    üç dört yan masada 5 kişi sabahın bu saati daha afyonlar patlamamış, bir araya gelmişler kakara kikiri konuşuyorlar. ulan sabahın 5'i be.

    bırak konuşmayı gülüşmeyi, ben kimselerin suratını görmeye tahammül edemiyorum.

    o sırada elinde çocuğuyla yoldan geçen bir kadın ve hepsinin sesinin kesilmesi ve kafalarını çevirip kadının arkasından agah agah bakmaları.

    ya yemin ediyorum tiksiniyorum şu amınakoduğumun ülkesinden de insanlarından da tasından da tarağından da. lanet olsun be bin kere yüz kere milyon kere lanet olsun.

    nasıl bir ruh halindeyim ki böylesine iyi insanların olduğunu bilip onlara taparcasına saygı ve sevgi duymam, ve aynı ruh halim böylesine karakter yoksunu insanları görünce nefrete kine adına ne derseniz diyin canavara dönüşebiliyor.

    sorun şu ki o iyi insanlar bana kilometrelerce uzak ve o kötü insanlar burnumun dibinde...
  • favlarımın neredeyse tamamı bu başlıkta yazılanlara ait,
    neredeyse hepsini okuyorum aslında hep burayı okuyorum bu yüzden fav sayım bu kadar fazla.(neden bu kadar fav diyenlere de cevap olsun)

    foruma dönüştürüldüğü fikrine de sinirleniyorum, hiç kimse hayatı boyunca sadece sözlük karıştırarak vakit geçirmek istemez, roman okur şiir okur; güler ve ağlar.
    burası da sözlüğün o kısımları sanırım.
    (illa ki bir itirafınızı okumuşumdur)
    buraya yazabilen çoğunun cesur olduğunu düşünüyorum hepsine bol şans diliyorum tüm içtenliğimle,

    gününüz aydın olsun.
  • çok mutsuzum be sözlük. hiç buraya birşey yazmamıştım, yazmam da sanmıştım. ama o kadar mutsuzum ki. 7 yılımı beraber geçirdiğim, ömrümün kalanını da geçirmeyi planladığım insandan ayrıldım.
    ne kardeşime, ne aileme ne de arkadaşlarıma söyleyebiliyorum.
    avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum ama yapamıyorum.
    neden yaptın, nasıl yaptın demek istiyorum ama boğazımda düğümleniyor tüm kelimeler.
    mecbur kaldıklarıma sadece ayrıldığımızı söyleyebildim, nedenini anlatamıyorum çünkü kabullenemiyorum başıma geleni.
    bir anda tüm yaşamım kağıttan kule gibi yıkılıverdi, tam da tüm yaşamımızı değiştirme, mükemmel bir gelecek planı yaptığımız, cesaretimiz toplayıp harekete geçtiğimiz anda.
    30larında adamım, çocuk gibi ağlayıp ağlayıp duruyorum...
  • hayaller turgut uyar *,
    hayatlar ismet özel*.
  • bu günlerde kendimle başa çıkamıyorum. salak salak davranıyorum, ne oluyor lan?
  • insan umudunu kaybediyor be sözlük..

    şu içinde bulunduğumuz durumu kendime itiraf etmek, biraz da kendime serzenişte bulunmak istiyordum uzun zamandır. aklımdakileri yeni toparlayabildim.

    ben gerçekten umudumu kaybediyorum, böyle son demlerindeyim yani. bu ülkeden, bu şehirden, bu insanlardan hiç memnun değilim. ucu biraz politik konulara değiniyor ama ben artık öyle hissediyorum ne yapayım. itiraf yazarken bile kendime yalan söylemek istemiyorum artık. belki de benim gibi düşünen başkaları da vardır ama pek de umrumda değil açıkçası.

    uzun zamandır haberlerdeki başlıkları gördükçe suratınızın ekşidiği hissetmeniz çok normal. her gün “oha lan bu da mı olmuş?” demiyor musunuz? bal gibi de diyorsunuz. her gün şaşırma eşiğimiz bir üst seviyeye çıkıyor. artık belli bir derece vahşet veya rezillik içermeyen gündeme vücut refleks göstermiyor. farklı kişilerin fikirlerinin buluştuğu bir mecra diye sözlüğe bakalım diyoruz fakat doğal olarak aynı rezilliğin farklı farklı yorumlanmış içerikleri ile karşılaşıyoruz. bazen sinir oluyorum iki senedir vodafone arena konuşuluyor sözlükte. bıkmadınız amk yeter beşiktaş beşiktaş diye bunalıyorum ama kadınları aşağılayan cinsiyetçi içeriklerin arttığını görünce “iyi ki vodafone arena varmış amk” diyorum.

    ulan önceden tutti frutti’nin, çarkıfelek’in bile bir tadı vardı. şimdi bu survivor’lar, evlilik programları falan insanın midesi bulanıyor. geçen gün saadettin teksoy’u özledim amk. bir insan saadettin teksoy’u özler mi lan? o kadar vahim bir durumda ki tv kutusu, bak nelere muhtaç olduk. o parmağını sallaya salaya bize uzatırdı, “beeğn saadettin teksoyyy” derdi canım benim.

    sahi lan, geldiğimiz çağa bak. kadın ikinci sınıf vatandaş, bir doğum fabrikası, ev hanımı, aşağılık. toplumda yeri yok edildi. adamlar başımızın üstünden elleriyle aldılar, ayaklarının altında çiğnediler, biz de çok afedersin öküz gibi izledik. şimdi de yeni yeni çırpınmaya başladık bunu durduralım diye. en baştan niye başlamasına izin verdik ki zaten?

    acaba nerede bomba patlayacak yada hangi denyo sinir krizi geçirip beni bıçaklayacak diye merak ediyorum. yani ölmekten korkmuyorum ama bok yoluna gitmek deyimi de benim gibi adama hiç yakışmıyor lan. elim, yüzüm, mizacım çok düzgün, valla bak yakışmaz bana öyle bombayla falan parçalanmak.

    bak ne diyeceğim, geçenlerde hani 1 nisandı ya, sosyal medyada espri döndü reis amerika’da kalp krizi geçirdi diye. ehehehe diye geçiştirip güldükten sonra gelen o ani hüzünü hatırladım. yüzümdeki gülümseme kaybolmadan aynı karanlık bütün ağırlığı ile tekrar çökmüştü. belki size de olmuştur aynısı, belki sadece ben öyle hissettim.

    neyse, ne diyorduk. mutsuzum. etraf suriyeli sığınmacılar ile doldu malum, o küçük yetim çocuklara üzülerek bakıyorum. elini uzatıyor para istiyor, metrobüste kucağına mendil atıp 1 lira vereceksin diye bekliyor, gözünün içine bakıp utangaç utangaç gülümsüyor. soruyor arkadaşım kendilerine lan bu çocuklar el kadar şimdi, büyünce ne olacaklar diye. ben söyleyeyim dostum, astrofizik mühendisi olmayacaklar mesela. o vakit o acınası gözlerle de sana bakmayacak. çekecek bıçağı yolun ortasında, ya malını ya canını diyecek, bazen ikisini de alacak. önce seni gebertecek ve gözün kapanırken yanındakine ne olduğunu bilmeden gideceksin bu dünyadan. film sahnesi gibi amk, böyle yavaş yavaş kararıyor ekran, yerden arkadaşına, eşine bakıyorsun, boğuşuyor falan..

    bizim çocukluğumuzda yoktu yeminle böyle şeyler, en fazla tinerci kovalardık. şimdi tinerci bizi kovalıyor, sayıları o kadar fazla ki. çocukluğum dediğim de 90’lı yıllar falan.

    evleniyorum yakın zamanda mesela ama geleceğe inancım yok lan. ne olacak ileride hiç bir fikrim yok. bizim gibiler için için iş nerede ekmek orada yoksa ege kıyısına organik reçelci açmak artık o kadar da orijinal bir fikir değil. ben yarın çocuk yapsam hangi okula nasıl göndereceğim. devlet okuluna gitsin de bizim gibi mal mı olsun, özel desen dizlerimin bağı çözülüyor, sus ne olur. zaten veriyorsun bir servis şoförüne akşama anca görüyorsun lan çocuğu. neyse.

    şimdi resmen kör karanlıkta ilerliyoruz. ben şahsen bu cahillikten kurtulabileceğimi sanmıyorum sadece olabildiğince az cahil kalayım istiyorum. yada kendimi kandırıyorum lan. bir şekilde içimdeki o entel kişilik ölmesin istiyorum. bilgiye her zaman aç olmak değil belki asıl amacım, belki de tek istediğim gayet o içinde bulunduğumu hissettiğim karizmatik ruhu kaybetmemek. belki de farkına varmadığım derecede denyonun tekiyim. bilmiyorum ki artık ne olduğumu, kendimi kimle, neyle kıyas edeceğimi de şaşırdım. bence mevcut muasır medeniyet seviyesi bizim başarabileceğimizin çok üstünde bir hedef. bize gerçekçi hedefler lazımdı be atam, en azından “adam olun yeter” gibi bir vasiyet bıraksaydın da 200-300 yılda yakalayabileceğimiz bir şey olsaydı. çünkü aha bak 100 yıl olacak hala onu bile beceremedik.

    bir ara ciddi ciddi düşünmeye başlamıştım, ulan gerçekten söyledikleri gibi büyük bir komplonun içinde olabilir miyiz lan diye. nicelik ile nitelik arasında bir bağlam olmadığı aşikar ama bu kadar çoğunluk nasıl haksız olabilirdi, yani acaba biz mi gerçekten o aksini düşündüğümüzden farksızdık. yanılıyor olabilir miydik lan? lan oğlum ya sahiden büyük oyunu görüyorsa adamlar bu bizi çok komik duruma düşürür gerçekten.

    babam 70’lerin siyasi karmaşasının neslinden, o dönemlerin en aktif elemanlarındanmış kerata. ilk gezi parkı protestoları başladığında dahil olmama pek ses çıkarmamıştı. sonuçta o neslin o zamanlar yaşadığı cehennemin yanında gezi parkı olayları lunaparkta atlı karıncaya binmek gibi bir şeydi. fakat ilerleyen zamanlarda bana “siz boşuna uğraşıyorsunuz, türkiye gibi bir ülkede halk devleti deviremez, bizim zamanımızda bu kadar kan ile olmadıysa bu iş şimdi hiç olmaz. oynamanıza izin veriyorlar sadece.” demişti. şimdi şimdi anlıyorum adamın ne demeye çalıştığını ama bir yandan da babamın ümitsizliğine de kızmıştım yani. annemin hala ödü kopuyor zaten başımıza bir şey gelecek diye. kadın histerik oldu, en çok ona üzülüyorum, annem benim.

    yahu ali ismail be, seni daha önce hiç tanımadım ama ara ara aklıma geliyorsun gözlerim doluyor lan. nasıl oluyor bu? küçük kardeşimi kaybetmiş gibiyim senden sonra, ne yaptın sen bize böyle be çocuk.. yani ben böyle hissederken neden diğer çoğunluk tam tersini düşünüyor. sonuçta bir taraf haklı olmalı yani, değil mi? neden bu ayrım?

    adını ne koyarsınız bilmiyorum ama bir mücadele veriyoruz hep beraber. ayrısı gayrısı yok arkadaş, sen de bunun içindesin, o sevmediğin güruh de içinde. ya ben sade bir vatandaşım arkadaş, vergi veririm, oy atarım en fazla ama artık bu toplum benim kafama işliyor işyerimde yanımda oturan adama karşı dolduruyor beni. ben dolduruşa gelmek istemiyorum ama yanımdaki geliyor işte bu sefer.

    ben bu umutsuzluğu yakın zamanda aşabileceğime inanmıyorum benim yeşil ekşi dostum. yoruldum.

    artık tek istediğim sen bari sus, bana öğüt verme. bilimden, sanattan bahset çünkü ben de artık gayrısıyla ilgilenmiyorum.
hesabın var mı? giriş yap