7 entry daha
  • bu bir dram değil. bir arayış ise hiç değil. bu ne biliyor musun? elbette bilmiyorsun.

    tam gidecek oluyorum, hani, han'ımı kapıp, uzaklara.

    ama sonra bir adam görüyorum kedileri seven. ya da bir kadın, eski bir doğu türküsü sözleyen. en olmadı bir garip, hayal ettiği beresinin altında dünyaları saklayan.

    geçmişi düşlüyorum. avucuma birkaç anı yağıyor. hemen hepsi çaresizliğe varan. uymak için büyük çabalar sarf ettiğim yol çizgilerin eşlikçisi dostların çoğu tarihle mülga, fakat gecenin sonunu vaadeden yol henüz son derece taze.

    büyük, fakat kıyasıya anlamsız sözler ağzımdan dökülsün istiyorum; heyhat! hayat dilediğimi vermekle müsemma. dökülüyorlar. dinleyenlerin -sadece- o an için dünyanın sırrına vakıf olduğuna inanacağı kadar bilge biri gibi konuşuyorum. rüzgarlar esiyor sonra. benim ağzımda kalan yegane sesler anlamsız birkaç uğultudan ibaret kalırken, dinleyenin o denli bile şansı olmuyor. bir yol gibi tıpkı, uzanan, karanlık ve sıradan.

    elleri mahir ustalar sevdiklerine kavuşurken toprağın hükmü üzerimize yağıyor, zaten en büyük sevincimiz de bu değil mi? benzerini beklerken ulu insanların hayallerinin, hayat bazen daha da iyisini veriyor dileklerin.

    **

    derken batının bir taşra kasabasında bekliyor elyesa. peygamberin adını almış babasından. geceleri kaynaması hiç durmayan kazanından çorba satıyor sarhoşlara, şanslıysa müşterisi, ona şekerli bulgar rakısı sunuyor. içebilene aşk olsun! içemezsen de olsun; hatta masaya döksen ne ala! bozamazsın elyesa'nın keyfini; ne kadar serkeş olursan ol. çünkü o, tam da senin sarsak ellerin önüne konduğunu dahi hatırlamadığın kadehini fütursuzca devirirken zamanın akışına yenik düşmüş dişlerini göstererek gülümsemek ve sana çorba vermek için orada duruyor. öyle işte elyesa, silineceği yazıldığı günden aşikar birkaç satırın kahramanı o.

    tüfeğini başka bir kardeşini öldürmek üzere hınçla doldursan da sen, barutun oranını düşünmeden hem de, elyesa seni izleyerek yarısı dökülmüş dişleri arasından gülümsüyor.

    kuzeyden gelmiş o. ya da güneyden. yolların sona ermediği ovalardan yürüyüp dağlara ulaşmış. tepeleri ne kadar yüce olursa olsun, başını hep dağlara, adımlarını da yollara çevirmiş. denizlere varmış elyesa, ağaçlara sormuş. bulamamış dileğini. çorbacı olmuş işte sonra, baba mesleği, malum. sormamış hiç gelenin kıymetli olup olmadığını. her gelene çorbasından vermiş elyesa. yeter ki parasını ödesinler.

    çocuğu yok elyesa'nın. babasından aldığını nereye bırakacağını bilmiyor. belki hayatla ilgili yek pişmanlığı da o. binlerce yıllık koca göç onunla sona eriyor. toprağa döktüğü döl kurumuş çünkü. önünden sadece yaşlı çınarlar geçiyor, toprak deniz dengi, yüklüğü sırtını dağlıyor. yağmur yağmıyor elyesa'nın tohumladığı topraklarda. babasını en çok bu zamanlarda özlüyor. bundan sonra nereye gideceğini soramadığında. yönü yok zaten kaderinin.

    mutlu elyesa. çok sevdiği bir aşkı var. düşündüğünün aksine, elyesa aşkıyla evlenmiş. eşini sırtında bile taşır. sorsan öyle diyor. hani, öylesine değil. hasta olsa eşi, canı yansa, elyesa yüklenir gider eşini. "ben," diyor sorduğunda, "onu dünyanın sonuna dek götürürüm. yeter ki benden önce ölmesin."

    çok şey mi istiyor elyesa?

    dünya ona çok zulmetmiş. "ne istedimse verdi bana kader!" diyor elyesa sorana, "bundan büyük zulüm mü olur?"

    **

    şimdi, sen, elyesa'nın gerçek olmadığını düşünüyorsun ya hani; zırvaladığım saçmalıkların ürünü olduğunu düşünüyorsun muhtemelen. belki burasına dek güç bela geldin ya satırların, işte sana benden bir ödül: eğer sıkı durursan sana elyesa'nın yerini söyleyeceğim. çocuklarını, ailesini, varlığını bir dananın en güzel iliğine takas etmiş, kalan tüm varlığını sokak aralarında karanlık gözlerle uzaklara bakan sarhoşlara vakfetmiş, günün sonuna dek gidecek satırları hak eden elyesa'nın nerede olduğunu söyleyeceğim sana.

    ya da söylemeyeceğim, çünkü, maviye boyanmış bir duvar gibi elyesa. benim bulduğum bir garip.

    o da bana kalsın, değil mi.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap