43 entry daha
  • "büyük besteci", "en büyük besteci", "gelmiş geçmiş en büyük türk müziği bestekarı", "üstad-ı azam" ...

    bunlar laf kalabalığıdır. sadettin kaynak bugün spotify'da sinanılmaz'dan bile daha az dinleniyor. bunun bir sürü sebebi vardır ama sebeplerinden biri de bu koca koca lafların içini dolduramayan hatiplerdir. kof bir abideye dönüştürdüler sadettin kaynak'ı. öyle anlaşılıyor ki kaynak'ın niçin büyük olduğunu bize açıklayabilecek kimse yok. varsa da ben rastlayamadım.
    "hem hafız hem de batı eğitimi almış".
    "ilk türkçe ezanı okumuş"
    "çok fazla şarkı bestelemiş"
    "çile bülbülüm"...
    türkiye bir regurgitator cennetidir. daha evvel yazmıştım galiba bunu. herkes heybesindekileri doğru zamanda çıkarıyor, sergiliyor. üretim yok, tefekkür yok, düşünmek yok. bu yazının amacı, ezbere laflardan sıkılanlara sadettin kaynak'ın niçin 'büyük' olduğunu izah etmektir. uzun bir yazı olacak, baştan uyarayım.

    sadettin kaynak'ın hayat öyküsünün kaba hatlarını her yerden okursunuz. o faslı geçiyorum. kaynak divan müziği bestekarıdır. bu sebeple divan müziğinden bahsederek başlamak lazım gelir. bu müziğe türk sanat müziği veya klasik türk müziği de denmiş ama bu terimleri benimsemiyorum. başka bir yazıda bahsetmiştim kısaca tekrar edeyim. savunmamı şu argüman üzerine inşa ediyorum: sanatçı selefiyle yarış halindedir. barok dönem müziği ile romantik dönem müziği arasındaki uçurumun sebebi bu yarıştır. keza botticelli ile kazimir maleviç'i de birbirinden ayıran da bu yarıştır. fakat neşet ertaş babası muharrem ertaş ile yarış halinde değildi. onu geçmek ya da ondan farklı bir şey yapmak gibi bir kaygısı yoktu. abdülkadir meragi bundan 600 sene önce yaşadı. rast kar'ını açın dinleyin. sonra da ıtri’nin neva kar'ını dinleyin. aralarında 200 sene vardır. 200 sene daha ilerleyelim; şevki bey’den esir-i zülfünün ey yüzü mahım’ı dinleyelim. bu üç müziği size peş peşe dinletseydim bunları kronolojik olarak sıralayabilir miydiniz? en eğitimli kulak bile zorlanır farkı anlamakta. oysa avrupa sanat müziğindeki değişimleri en amatör kulak bile anlayabilir. işte bu yüzden türk sanat müziği terimini benimsemiyorum. divan müziği terimi daha doğru geliyor bana. böylelikle bu müziğin bir sanat müziği olmadığını iddia etmiş oluyorum.

    kaynak, sanat olmayan bu müziğin sanata dönüşmesinde en önemli adımdı. büyüklüğünün sebebi budur. bu iddiamı temellendireceğim şimdi. evvela şunu yanıtlayayım; sanat olmayan bir müziğin sanat müziğine dönüşmesi ne demek? caz bunun en iyi örneğidir. uzun uzun yazdım bununla ilgili. meraklısı türk cazı başlığına bakabilir. halk müziği, dans müziği, hafif müzik ya da eğlencelik müzikti -artık ne derseniz deyin- caz. duke ellington, charlie parker, louis armstrong gibi isimlerle sanata dönüşmüştür bu müzik. bu haliyle de fevkalade ilginç ve eşsiz bir örnektir. yakın tarihte gerçekleştiği için bu tekamül, ayrıntılarına hakimiz. bu incelemek ve ders almak için şans. gelelim sadettin kaynak'a. ne yapmıştır da divan müziğinin sanat müziğine dönüşmesinin kapısını aralamıştır? bunu yanıtlamak için divan müziğinin 19. yüzyıldaki haline bakmak gerekir. başlayalım;

    başta ikinci mahmut var. reformist bir adam, biliyorsunuz. orduda, devlet kurumlarında, kılıkta, kıyafette bir takım batılılaşma hareketlerine giriyor. haliyle bu müziğe de yansıyor (mızıka-i humayun'un başına donizetti paşa'ya getiriyor mesela). kendisi de müzisyendi. ney üfler, tanbur çalarmış. bir taraftan da bestekardır. ikinci mahmut'tan sonra abdülmecid geliyor. çapkın bir adam. zevke, sefaya düşkün; "pamuk yansın, keyif olsun" havasında. batı müziğine epey yatırım yapıyor. sarayın divan müziğine burun kıvırmaya başladığı yıllar da bu zamanlara denk gelir. abdülmecid'in oğullarından biri (v.murad) fevkalade piyano çalarmış mesela. adam polka falan bestelemiş. dedesi üçüncü selim peşrev, semai vs. besteliyordu. çok hızlı bir değişim bu. üstelik istisna da değil v.murad. adile sultan (ikinci mahmut'un kızı) obua, viyolonsel vs. çalıyordu. 21. yüzyıl türkiye'sinde bile obua çalan sayısı 1000'i geçmez. bir ton örnek var ama burada keselim. şunu demek istiyorum; 19. yüzyılın sonunda seçkinler bile burun kıvırmaya başlamışlar divan müziğine. köhne bulmuşlar bu müziği. inanıyorum ki müzisyenler de sıkılmışlardı ve yenilik arıyorlardı. selefle yarış, seleften farklı olma arzusu yani divan müziğinin rönesansı işte bu yüzden abdülmecid devrinin sonuna rastlar. reformun koç başı da hacı arif bey'dir. hacı arif bey'den başka bir zaman uzun uzun bahsederim. şimdi kısa geçeceğim.

    hacı arif bey 1831-1885 yılları arasında yaşamış. üç sultanın hizmetinde çalışmış: abdülmecid, abdülaziz, abdülhamid. az evvel bahsettim; abdülmecid batı müziğine ilgiliydi. abdülaziz ise hiç hoşlanmazdı. divan müziğine alakası vardı. birkaç önemsiz bestesi de vardır. lavta çalardı. abdülhamid pek müzikten anlamazdı ama batı müziğine yer vermek mecburiyetinde hissetti kendini. kısaca şunu söyleyelim; ikinci mahmut'tan imparatorluğun yıkılışına kadar divan müziği hep ikinci planda kaldı. tek istisnası abdülaziz devridir. işte bu devre kadar gelen divan müziğinde en yaygın formlar ayin, semai, beste ve kârdı. bunlardan kabaca bahsetmek zorundayım.
    kâr çeşitli usullerin kullanıldığı uzun eserlerdir. genellikle terennümle başlarlar. terennüm ve terane aynı kökten geliyor. manasız söz demek. "ten nen ni tene ne" gibi... din dışı sözlü müziklerdir kârlar. peşrevden hemen sonra çalınırlar. bu formun çerçevesini abdülkadir meragi'ye (1360-1485) atfedilen kârçizmiştir çünkü ilk örnektir.
    beste de din dışı sözlü bir formdur. beste dört haneden oluşur. yani güftesi dört mısradan oluşur (kârlar 3, 4 veya 6 haneden oluşuyor ) her mısranın sonunda da terennüm vardır. "canım efendim", "ruhum", "tenenen" falan gibi.
    semaide din dışı sözlü formlardandır. usullerine (ölçü/zaman/ritm) göre ikiye ayrılır. ağır semai ve yürük semai. ağır semai lento veya largo'dur. yürük semai ise daha hızlıcadır. yürük 6/8, 6/4 iken ağır 6/2 filan olur genelde. türk valsi diyelim.
    ayin ise dini formlardan biri biliyorsunuz. detayını yazmayım, konumuz değil.

    gördüğünüz gibi şarkı formu pek revaçta değildir. şarkı formunda ilk yapıt galiba sabah olsun ben şu yerden gideyim - ibrahim ağa. 18. yüzyılın sonuna denk gelir. şerbetçi ibrahim efendi de diyorlar ismine. neyse bunu bir dinleyin, anlayacaksınız ki şarkı formu kâr, beste veya semai kadar tantanalı değildir. daha sade ve kolay anlaşılır bir formdur. bunu basitlik olarak görmeyiniz. sadelik ve basitlik farklı şeylerdir. sadeleştirmek demek yoğunlaştırmak demektir. eğitilmiş, damıtılmış soyutlama diye düşünebilirsiniz. bu arada yukarıda bahsi geçen şarkının zamanı 26/8'dir. basiti bu yani. ona göre. sonra tanburi mustafa çavuş var. akran bunlar. o sadece şarkı bestelemiş. dü çeşmimden gitmez aşkın hayali en bilinen yapıtı. bu daha da basittir. sultan üçüncü selim'in gönül verdim bir civane'si, kemane ali ağa'nın daim seni ben arardım'ı, numan ağa'nın değilsem de sana layık efendim'i (nefis bir şarkıdır) vs. hep bu dönemin şarkılarıdır. keza şakir ağa bu dönemin en önemli şarkı bestecilerindendir. hacı arif bey'in öncülü ise hamamizade ismail dede efendi'dir (1778-1846). hemen hemen tüm türlerde -hem dini hem de din dışı- eser vermiş büyük bir müzik adamıdır. avrupa sanat müziğindeki haydn ile benzeştirebiliriz. niçin? haydn biliyorsunuz senfoninin babası olarak anılır. 100'den fazla senfoni yazmıştır ve eser vermediği form yoktur. bir yenileyici değil yineleyicidir. hemen sonrasında gelen brahms pekiştirme işini öyle sıkı yapmıştır ki bir yenileyiciyi sahne çıkmaya zorlamıştır. işte hacı arif bey bu haliyle brahms'a benzer. bir örnekle bahsi kapayalım; dede efendi'nin bir verd-i rana'sını dinlerseniz müziğin ne kadar hafiflediğini ve batı'nın şarkı formuna nasıl yaklaştığını görürsünüz. bu şarkının yapı şeması a-a-b-c ve aranağme şeklinde ilerler. dilerseniz hacı arif bey öncesi şarkıların yapı şemalarına tek tek bakın, benzer bir örüntü vardır. en sık kullanılan a-b-c-b şemasıdır. neredeyse %70'i bu yapıdadır. artık hacı arif bey'i hazırlayan devrin sesi hakkında bir fikriniz var. şarkının ne demek olduğunu ve hacı arif bey'den evvel nasıl olduğunu da az buçuk öğrendiniz. şimdi hacı arif bey'e gelelim.

    hacı arif bey 200'ün üstünde şarkı bestelemiştir. hemen her usulü, her makamı denemiştir. ona kadar şarkı formunda bu denli eser veren yoktur. o yüzden şarkı formunun çerçevesini de hacı arif bey çizmiştir. bu lied'in çerçevesini schubert'in çizmesine benzer (bkz: #108285710). şimdi hacı arif bey'in iki şarkısının basit bir analizini yapalım:

    meyhane mi bu bezm-i tarabhane-i cem mi. makam uşşak. 8 mısra var ve her mısra 7 ölçüden oluşuyor. yapı şeması a-b-c-d-e-f-g-b. sıra dışı. üstelik makam da sık değişiyor. mesela 5. mısrada segah, 6. mısrada rast, 7. mısra başında muhayyer kürdi oluyor. bu da sıra dışı.

    aşk ateşi sinemde yine şule feşandır. bu şarkıyı sıra dışı yapan hem açılış hem de aranağmedeki sazların bestekar tarafından yazılmasıdır. ne demek bu? diğerlerinde başkası mı yazıyor ki? evet. tuhaf gelecek belki ama genelde şarkılarda aranağme olmaz. art arda çalınan besteleri birbirine bağlamak amacıyla sonradan yazılırlar. bu şarkıda hem girişte hem de mısra aralarında saz vardır ve hem sazlar hem mısralar 8 ölçüden oluşur. yapı şeması: saz1-a-b-saz1-c-saz2-d-saz2-e-b. ve yine makam birkaç kez değişir. mesela a ve b bölümü nihavend makamındadır ama saz 2 uşşaktır.

    hacı arif bey'in elbet tüm şarkıları çerçeveyi zorlar nitelikte değildir. kimileri üstteki örnekler gibi radikal olsalar da (hacı arif bey'den önce şarkılar 4 mısradan oluşurdu fakat hacı arif bey 6,7 hatta 8 mısra kullanmıştır) kolay, hafif eserleri de boldur. fakat hacı arif bey yenilik arayışının ilk kıvılcımları olarak görülmelidir. asıl önemi buradadır. hamamizade ismail dede efendi olmasa hacı arif bey olmazdı, hacı arif bey olmasaydı da sadettin kaynak olmazdı. bu silsileyi bilmeden sadettin kaynak'ı takdir edemezsiniz. nihayet sadettin kaynak'a geldik.

    evvela şunu söylemek gerek; kaynak bizim bir besteci olarak ilk yıldızımızdır. bu önemlidir. bestecilik onun sayesinde layık olduğu hürmeti bir nebze olsun görmüştür. sonra çok çalışkan ve renkli bir adamdır. operet, revü, şarkı, ilahi, türkü, film müziği, marş, mersiye, çocuk şarkısı gibi pek çok formda eser vermiştir. bu özelliğiyle benzersizdir. onunla kıyaslanacak bir bestecimiz halen yoktur. üstelik kendinden evvelki dile de aşinadır. hicran-ı elem sine pür-hûnumu dağlar, gecemiz kapkara sâki sun elin nur olsun vs... bunlar klasik üsluptadırlar. ağdalı, tantanalı, ağır eserlerdir. eski dili iyi belleyen kaynak kendi dilini yaratmayı başarabilen az sayıda besteciden biridir. nedir bu dil? neden eski dilden farklıdır?

    kaynak'ın kendine has üslubunun payandalarından biri makamı ele alış biçimidir. makam batı müziğindeki gamdan biraz farklıdır. çok kabaca şöyle izah edeyim bilmeyenler için; hem gam hem de makam bir takım notalardan oluşurlar. misal x gamı a-b-c-d-e-f-g seslerinden oluşsun. bu sesleri hangi sırayla çalarsanız çalın bu x gamıdır. fakat makam için durum farklıdır. makamların seyir özellikleri vardır. ne demek bu? durağı, güçlüsü, yedeni, kararı vardır makamların. durak makamın en pes sesidir. bizim örneğimizde a sesi makamın durağıdır. güçlü perde ne demektir? makamlar genelde iki dizinin birleşiminden oluşur. mesela buselik makamı buselik beşlisi ile kürdi dörtlüsü dizilerinin birleşimidir. işte bu birleşim yerine makamın güçlü perdesi denir. bizim örneğimiz de x beşlisi ve y dörtlüsü dizilerinin birleşimi olsun. kesiştikleri ses de d notası olsun. işte d bu makamın güçlü perdesidir. karar müziğin sona ereceğinin işaretini veren sestir. yeden ise karar sesinin habercisidir. bir nevi bitirişi pekiştirici sestir. genelde karar sesinden yarım ses ya da bir tam ses pestir. işte bu terimler fevkalade önemlidir ve makamı bunlar belirler. yani makamda sesleri hangi sırayla bastığınız önemlidir. şimdi devam edelim. kaynak'ın makamı ele alış biçimindeki farklılıktan bahsediyordum. kaynak pek çok şarkısını karar seste bitirmemiştir. onun yerine tiz durakta bitirmiştir. tuhaf bir adeti de aynı güfteye farklı müzikler yazmak. daha evvelden böyle bir şey yapan var mı bilmem. sanmam da. mesela sâki yeni sevdim bana sen eski şarap sun'u hem suzinak hem de sabaaşiran makamlarında bestelemiş. bunlar ufak tefek haşarılıklardır. şimdi gelelim kaynak'ın taşkınlıklarına.

    sadettin kaynak dendiğinde ilk akla gelen usul ve makamda değişiklik olmalı. ilk olarak usulden konuşalım. leylakların hayâli, salkımların emeli, ben yıllarca yanmışım veya söyleyin nerde o göz nuru gönül sevgisi yâr parçalarında birden fazla usul kullanmıştır. 3/4 'ten 7/8'e geçmek gibi aşırı atlayışlar değildir bunlar fakat divan müziği için "kabul edilmez" işlerdir. hele makam değişikliğinin bu kadarı. dertliyim ruhuma hicrânımı sardım da yine örneği çok verilir. galiba bu ilk türk rapsodisidir. makam değişir, usul değişir vs. ve hakikaten hiçbiri suni durmaz.

    ve bana kalırsa sadettin kaynak'ın ne özgün yanı aranağme yazımıdır. sadettin kaynak'tan önce saz, söze eşlik eden mıymıntı bir çalgıdan ibaret gibidir. sadettin kaynak saza itibarını kazandıran bestecimizdir. [yanık ömer yanık ömer] parçası meşhurdur. "siperleri aşıyor..." sözünden sonra gelen sazları dinlesenize. süvarinin nal sesleri gibidir. ya da dertliyim ruhuma hicrânımı sardım da yine'deki aranağme. şaheserdir. akşam yine gölgen'deki sazların hugo wolf liedlerindeki piyano motiflerinden eksiği yoktur. çalgıya verdiği ehemiyyet dahi bir üsluptur çünkü ondan önce saza bu denli pay bırakılmazdı. mesela gördüm seni bir gün yeni açmış güle döndüm'de 20 ölçü uzunluğunda payı vardır sazların girişte. bu sıra dışıdır. yine sıra dışı olan bir başka durumsa 1 ölçülük aranağmedir. ses unsurunun hakim olduğu türk müziği’nde saz unsuru, satır sonlarına sıkışıp kalmaktan kurtaran ve zaman zaman kelime aralarına dahi sokan şüphesiz sadettin kaynak'tır.

    bitirmeden önce sadettin kaynak'ın yazdığı türkülerden bahsetmek istiyorum. türkü derlemek başka iş yazmak başka iş. kaynak hem derlemiş hem yazmış. türk müziğinin tümüne sahip çıkma gayretinde olan başka bir besteci daha yoktur sanırım. 18 tane türküsü var. seslendirilmemiş olanlar da var içlerinde. bu türkülerin niteliğinin de önemi yok bana kalırsa. niyet esastır burada. onun açtığı yolda yürüyen olmamış ne yazık ki. bunda cumhuriyet döneminin türk müziğine bakışı da çok etkili tabii. kuraklığın en önemli sebebidir belki de. evet sanırım sadettin kaynak'ın niçin büyük besteci olduğunu açıklayabildim. o hakikaten de "kabına sığmayan, engelleri aşan ve nağme zengini" (alaeaddin yavaşça böyle bahsediyor hocasından) bir bestekardı. divan müziğinin sanat müziğine dönüşmesinde atılan ilk adımdı. ne yazık ki devamı gelmedi. artık ölü bir müziktir bu.
11 entry daha
hesabın var mı? giriş yap