29 entry daha
  • tüm emekçilerin 1 mayıs'ı kutlu olsun!

    marksist teori, sömürüyü, daha doğrusu emeğin sömürüsünü, işçi ve işveren arasında bulunan asimetrik güç ilişkisiyle tanımlar. tabiidir; işveren sayısı (bir deyimle işverenin işçiye talebi) az, işçi sayısı (işçi arzı) fazlaysa; bu işverenin lehine, işçinin aleyhinedir. işçi ücretleri düşer, hakları azalma eğilimine girer, işten çıkarılması kolaylaşır. aksi halde de işçi ücretleri artar, işçinin pazarlık gücü artar, işten çıkarılması zorlaşır.

    peki, marksizm temelli ideolojilerin, işçinin aleyhine gelişen bu asimetrik güç ilişkisini dengelemek, gidermek için uygulamaya çalıştıkları çözüm neydi? işvereni ortadan kaldırmak.

    oysa fiiliyatta, bu işvereni ortadan kaldırma hareketi, yalnızca işveren sayısının 1'e düşürülmesi anlamına gelmiştir; yani artık tek işveren vardır, o da devlettir. güya işçinin hakkını savunma gayesiyle iktidarı ele geçiren hareketler, işçiyi hesap sorma ve hakkını arama ihtimalinin bulunmadığı tekel bir işverenle karşı karşıya bırakmıştır.** maalesef tüm denemeler, ideolojik olarak sorgulanamaz, hesap sorulamaz, mutlak otoriter, mutlak hiyerarşik parti ve polis devletleriyle sonuçlanmıştır. yani pratikte, giderilmesi istenen asimetrik güç ilişkisi azalmamış, artmıştır.

    oysa işçinin hakkını savunmak için, işveren sayısını azaltıp 1'e indirmektense, işveren sayısını artırmak, yani işçiye olan talebi bollaştırmak gerekmez miydi? bir emekçi, ancak bu şekilde sistematik bir ast-üst ilişkisindeki bir dişli değil, hizmet ve yetkinliklerini karşılıklı rızayla alışverişe sokan* bağımsız bir aracı olabilir. başka bir deyişle, işveren ancak bu şekilde işçi için emirlerine uyulması gereken bir üst değil, alışverişin devamlılığı için memnun edilmesi gereken bir müşteri halini alır.

    eğer sizin yetkinliğinize ve sunduğunuz hizmetlere talep oluşturan işveren sayısı fazlaysa, eliniz o kadar güçlenir, seçim yapma olanağı bulursunuz. o noktadan sonra ihtiyacınız olan grev, toplu sözleşme vesair toplu hak aramaları değil, yalnızca güçlü bir hukuk sistemidir.

    nitekim böyle olmuştur; 20. yüzyılın ekonomik tarihi, bir bakıma bunun tarihidir. ekonomi üzerinde devlet* müdahalesini azaltan, girişimciliğe izin veren*, vergileri düşük tutan ülkelerde girişimci sayısı artmış, bir süre kendi emeğini başkalarına satanların da işverenliğe geçişi mümkün olmuş, ve hem işçilerin hem de toplumun genelinin refahı düzenli artış göstermiştir.

    tabii işçi-işveren arasındaki bu arz-talep ilişkisini işçinin lehine yönlendirmenin bir yöntemi daha var: işçi sayısını azaltmak. 21. yüzyıla kadar bu korkunç bir söylem olurdu. oysa bugün otomasyon git gide emek-yoğun sektörlerdeki emeğe olan talebi azaltıyor, kaçınılmaz olarak. buna mukabil görece az sayıdaki nitelikli işgücüne olan talep artıyor, nitelikli işgücü geçmişte hayal edilemeyecek ücretlere, haklara erişebiliyor. emeğine ihtiyaç duyulmayan niteliksiz işgücü için de evrensel temel gelirgibi çözümler tartışılıyor; pilot uygulamaları en liberal ülkelerde yapılıyor.

    dünyanın bütün işçileri, liberal ekonomiyi savunun! :)
13 entry daha
hesabın var mı? giriş yap