time
aynı isimdeki diğer başlıklar:
- time (pink floyd şarkısı)
- time (dergi)
- time (hans zimmer parçası)
- time (pentragram şarkısı)
- time (tom waits şarkısı)
- time (film)
- time (alan parsons project şarkısı)
- time (izabo şarkısı)
- time (sözlük yazarı)
- time (cat stevens şarkısı)
- time (joe satriani parçası)
- time (msg şarkısı)
- time (david bowie şarkısı)
- time (red hot chili peppers şarkısı)
- time (culture club şarkısı)
- time (mercyful fate albümü)
- time (mercyful fate şarkısı)
-
başrollerinde sean bean ve stephen graham'ın yer aldığı, bbc'nin 3 bölümlük mini dizisi. ingilizlerin komedileri, kara mizahları ve polisiyeleri imza niteliği taşır ama dram konusunda da ne kadar başarılı oldukları bu mini diziden anlaşılabilir. çok başarılı bir iş olmuş.
bir kaza sonucu cezaevine giren bir öğretmen (sean bean) ile cezaevinde gardiyan olarak görev yapan eric (stephen graham) üzerinden insani duygularımız ve hayata dair olgulara bakış açımız sorgulanıyor. seçimler, ikilemler, acılar, pişmanlıklar, üzüntüler, sevinçler ve öfke. 3 bölüme yedirebilecekleri her şeyi yedirmeyi başarmışlar. merkezde iki soru var: her kötülük yapan kötü müdür? kötü bir şey yapmak dürüst ve adil olmaya engel midir?
yazmadan önce kafamda bir taslak çıkarmadım ama muhtemelen spoiler olacaktır.
mark'ın öğretmen olması diziyle aramızdaki empati köprüsü. mark sıradan biri. suç işlemiş ama suçlu biri değil. cezaevine girdiğindeki şaşkanlığı ve çaresizliği direkt yakalıyor bizi. eric ise asık suratlı sert bir gardiyan ama anlıyoruz ki son derece dürüst ve adil biri. bu da onunla aramızdaki istemsizce oluşacak sempatinin kaynağı. görünürdeki mahkum-gardiyan rollerinin aynı zamanda iyi bir metafora dönüşmesine tanıklık ediyoruz.
mark işlediği suçun vicdan yükünü sırtında taşıyor. bahanelere sığınmıyor. sonuçta tamamen kendi sorumsuzluğundan dolayı birini öldürmüş. zaten sığınacak bir bahane yok. ama yaptıklarıyla yüzleşmeye çabalıyor ve pişmanlığını bir an olsun bastırmaya ve gizlemeye uğraşmıyor. bunu bir dönüm noktası olarak kabul edip yaşımını ona göre dizayn etme çabası içinde kendine göre tutarlı olarak yaşıyor. sadece kendisinden sorumlu olduğu için de bu tutarlılığı her şeyi göze alarak sürdürebiliyor.
eric'in durumunu farklılaştıran tek şey sadece kendisinden sorumlu olmaması. o da suç işliyor, pişmanlık duyuyor, vicdan azabı çekiyor ama mark'tan farklı olarak kendisinden değil oğlundan da sorumlu. bir açıdan mark'ın göze aldıklarından daha fazlasını göze alıyor. 22 yıldır onurlu ve dürüst bir şekilde sürdürdüğü görevi dahil olmak üzere bütün hayatını riske ederek şantajlara boyun eğiyor ve suç işliyor.
mark'ın konferansta, eric'in de mahkemede yaptıkları konuşmalar da bunu gösteriyor zaten. mark "mazeret olmadığında suçluluk hissi daha ezici ve yıkıcı bir hâle geliyor" diyor. her açıdan en acısı da bu. eric ise "oğlumu korumak için 22 yıllık tertemiz sicilimi riske attım, yine onu korumak için fazladan birkaç yıl yatarım" diyor. mazereti var. hem de çok geçerli bir mazeret. zira ön planda olan kendisi değil. kendini koruma çabasının yakınında bile değil. sonuçta bencillikten ne kadar uzaklaşırsak mazeretlerimiz o kadar kabul görüyor.
mahkum-gardiyan rollerini bunların üzerinden okumak da mümkün. mark'ın işlediği suç daha büyük. cezaevinden çıkmış olması özgür kaldığı anlamına gelmiyor. hatta kurbanın yakınları tarafından affedilse de affedilmese de yaşadığı suçluluğu muhtemelen bir ömür içinde taşıyacak. eric ise cezaevindeyken bile oğlunu korumuş olmanın vicdan rahatlığı sayesinde kendi içinde hiçbir zaman hapsolmayacak, başkaları tarafından affedilmeye mahkum olmayacak.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap