aynı isimdeki diğer başlıklar:
105 entry daha
  • öncelikle kitabı okumayanlara not: bu entry had safhada spoiler içerir. öyle böyle değil.

    *
    hakkında çok farklı şeyler yazmak isteğine sahip olmama karşın, hakkında olumsuz eleştiri yapmadan önce, imgelerin ne anlama geldiğini düşünmeyi veya araştırıp öğrenmeyi uygun bulmayan hazırlopçular için birkaç satır yazmadan edemedim.

    (bkz: #13013636)

    “muhteşem neyzen batın efendi kimdir. ne işi vardı öyküde, kesin son dakka buraya kondu, o da davut’u kurtarmak için.” diyenlere şöyle cevap vermek icabediyor:

    "muhteşem neyzen batın efendi" allah'ın kendisidir. bu sebeple, ancak kendi gerçekliğimizde olduğu kadar ete kemiğe büründürülmüştür. islam'a göre, allah'ı ve muhammed'i resmetmek ve tasvir etmek kesinkes yasak olduğundan, bunca tasavvufi bir bakış açısının konu edildiği romanda da böyle bir işe girişilmemiş olması isabetlidir kanımca. yoksa bir tutarsızlıktan söz ediyor olurduk.

    “oğlu kimdir, neden katledilmiştir ve biz bunu neden okuduk şimdi” sorusuna ise şöyle diyesim var:

    oğlunun öyküsünü ve katlini okumamızın sebebi, kehanetin gerçekleştiğini görmektir. hatta öykü süresince, lazarus’un dirilişi, son akşam yemeği, yahuda’nın ihaneti bölümlerini de bir güzel okur ve tekrar yaşamış oluruz (burada bahsedilen oğul’un isa peygamber olduğunu herhalde anlamışsınızdır). davud'un ölmemesinin de sebebi ise, "yedi müzisyen" içinde sayılmamasıdır. tüm kitapta, müzisyenlerin dışında tek ölenler, kabil'in eşlikçileri, yani ölümün efendileridir (tavuğu saymıyorum). (bu kehaneti ilahi anlamlarıyla yorumlayabileceklerden rica edelim hatta, çok daha güzel olur) (bu “yedi müzisyen” sembolü de başka bir hayatın konusudur)

    “eflatun, kitabın renginden başka nedir ki bu kadar velveleye verilmiştir ortalık” diyenlere de laflar hazırladım:

    eflatun'un renginden başka olayının olmamasının sebebi, aslında biraz felsefede ve konunun özetinde gizli. eflatun, şeyhlik mertebesine yükseltilmiş olmasına karşın şeyhlik yapmamış, "neyse o" olarak kalmayı tercih etmiştir. ilahi olanı gördüğünden, duyduğundan, daha başka bir şey olmasına gerek yoktur. bu açıdan bakılırsa, aslında çok mantıklı eflatun'un sessizliği ve etkisizliği. (bunu daha iyi anlatmak için bir zahmet okuyucuyu budha’nın aydınlanma öyküsüne alalım.)

    “hadi rengi anladım da, eflatun’un bitmeyen gezilerini ne demeye okuduk” diye veryansın edenlere açıklamamız şöyle:

    eflatun'un malum sesin kaynağını arama sürecinde bir insansı ve ilahı taraf bulunur. kitapta da yazar bu. eflatun, bu süre boyunca 7 kişiyle karşılaşmıştır ve bunların her biri yedi ölümcül günahı temsil eder: ofke, açgözlülük, kıskanclık, oburluk, sehvet, gurur, tembellik.
    yedisi tarafından da kovulmuş, yani nefsini yenmiş ve aydınlanmaya giden yolda muvaffak olmuştur. benzer bir yolcukuk, dante'nin ilahi komedya'sında da görülür aslında. hatta, yegâh, dügâh ve segâh’i bir yerde cennet, cehennem ve araf olarak okuyabiliriz biraz uğraşırsak. bunun mantıklı bir açıklama olduğunu düşünüyorum kendimce. en azından çok açık olması sebebiyle, bunun mantıklı bir açıklamadan daha fazlası olduğunda ısrarcıyım.

    gelelim “bu sazdan üflenen nağmeler, sırrın ufûlevî vüsafâsı olan ehl-i vukuf füsûnkârlarının bezediği o vâsî füseyfisâda raks ve vüsûb eden vüsemâ gibi birer üfkûhe idiler" şeklindeki “zorlama” cümlenin zorluğu altında kalan atlaslara:

    ismini sukunetten, satırlarını müzikten alan bir besteye benzer bu eserin satırlarında "zorlama cümle" tanımının neye dayanarak yapıldığını merak ediyorum. müziğin ahengine eş bir sesin okunduğu bu satırlar ve niceleri, divan şiirinin ahengini bir damlacık olsun yaşatabildiği için bile çok değerli olmalı. tüm kitap ne güzel ki bunlarla bezenmiş. bu sebeple, bu sesler birliğini yermeden önce bi zahmet biraz divan edebiyatı bilgilerinizi hatırlayın. en azından seslerin müziğine kulak verin ki, bir şansınız olsun anlamak için.

    kitabın ve öykünün, bu zorlama cümleyeharcanan vakit kadarının harcanmadığının neye dayanarak söylendiğini merak ediyorum. sevgili ihsan oktay anar, bilgiye sahip olmanın yanı sıra, bu bilgiyi kullanma ve kurgu konusunda da ne denli yetkin olduğunu bize her defasında yeniden göstermektedir. onun kitabına hayat verirken kurguladığı olayları anlamak için (daha iyi anlamak, ikinci ve üçüncü anlamlarını algılamak ve sembolleri okuyabilmek için diyelim) biraz din bilgisi, edebiyat bilgisi, felsefe bilgisi, biraz da tarih bilgisi gerekir. sevgili anar, öykülerini bu dünyalar içinde, çoğu zaman matematikle de harmanlayıp okuyucuya sunar. yazılanların adresini bulması için biraz okuyucu çabası şarttır. öyle hazırlop bir okur, uzun ihsan efendi’nin dediklerinin yüzde birini anlıyorsa kendini şanslı saysın derim.

    sevgili dagny taggart, yaşadığı hayal kırıklığının biraz kendisinden kaynaklandığını bu sayede öğrenmiştir sanıyorum. bunun da, hayal kırıklığının bir kısmını(en azından uzun ihsan efendi’nin payına düşen tarafını) tamir edebileceği beklentisi içindeyim.yok hayır diyerek diretiyorsa, bundan sonraki anar eserlerinin arka kapağıyla yetinebilir gördüğüm kadarıyla. “ona ne gerek var, bu niye yazılmış”larla hareket ederse, ilerice çok iyi bir prospektüs yazarı olabilir. fakat kendisini suçlamıyorum. özetin özetini çıkarmak üstüne kurulu eğitim sistemimizin suçu hepsi. bu kadar da olmaz ki ama.

    bu entry, hazırlopçu okur dagny taggart’a adanmıştır.
226 entry daha
hesabın var mı? giriş yap