8 entry daha
  • her akşam olduğu gibi, o akşam da balkona kurmuştum masamı. yaz sıcağı yakmıyordu artık tenimi, hava bozmuştu.
    bir bağbozumu zamanıydı, bu aylar böyle adlandırılır buralarda.
    bağ bozulur, üzümler dalından, evlerinden koparılır. ayrılık, doğanın kanunu gibidir; kaçınılmazdır. sonbaharda ayrılıkların tadı daha farklıdır, dalında koparılmayı bekleyen iri üzüm taneleri gibidir; yere düşmeye yakın, heyecanlı, kendi içinde dolu ve koparılmaya hep hazır...
    üzümlerin, bir anlık darbe sonrası kuru bir kabuğu kalır dalda. ayrılık ve bağbozumunun böyle bir ortaklığı vardır.
    ***
    bütün bunları; ayrılığı, bağbozumunu, üzümleri ve geride kalanları düşünerek çıktım o gün yola. cebimde, şehrin bir ucundan, diğer ucuna gidecek kadar para olduğunu farkettim. para! ne büyük şey ama...
    insan parasız ne yapabilir? nereye kadar gidebilir?
    cebimdeki para, bir avuç üzüm bile alamıyordu fakat ben yine de aldırmadım; yürüdüm. ne yol parası vermemenin ne de üzüme erişememenin telaşı vardı içimde.
    sokakları ve caddeleri arşınlayan ayaklarım beni bir anda başka bir yere götürdü. kendimi üzüm bağları arasında buluverdim. kocaman bir bağ içindeydim; gece olmuştu ve yıldızların ışıkları önümü aydınlatıyordu. yürüdüm. bir süre sonra zeytin ağaçlarını gördüm. tatlı tatlı esen rüzgar dalları yerinden oynatıyordu. yürüdüm.
    ağaçların dallarına asılı bedenler gördüm, yürüdüm.
    sonbahar rüzgarı ve iri gövdeli zeytin ağaçları, bedenleri sallıyordu. yürüdüm. hiçbirinin yüzlerini göremiyordum; sallanan bedenler, rüzgar ve karanlık bir gece; yürüdüm.
    bedenler ağaçlar üzerinde sıralanmış gidiyordu.
    birden suratımda bir ıslaklık hissettim. gözümü açtığımda bir çift kulağın inip kalktığını gördüm.
    rakı masası ve sonbahar havası çarpmıştı. kedim tabağımdaki yoğurdu yalayarak bitirdikten sonra, yüzümde kalan yoğurt süzmelerini temizliyordu.
hesabın var mı? giriş yap