52 entry daha
  • huysuzluk ve hatta hırçınlık bazı insanların tahammül edemediği hatta nefret ettiği insancıl bir özelliktir. murat bardakçı da hal ve tavırlarında böyle bir mizaca sahip olduğunu en azından ekranda bolca göstermektedir. ne olmuş yani? herkes bal küpü de murat bardakçı mı itici?

    tarihçi değildir, hobi olarak tarihle ilgilenmektedir gibi abuk sabuk yorumlar yapanlardan beklentim, boyları kadar kitap yazmış, gün yüzü görmemiş belgeleri çıkarıp arşivlere kazandırmış bu kişiye nasıl tarihçi olunacağını, bu payeyi değerli bazı sözlük yazarlarından almak için ne yapması gerektiğini anlatmaları ve hatta mümkünse göstermeleridir. üretken bir insanı eleştirmek için ona denk üretim yapmanız gerekmez. ama eleştiri başka şey, kara çalmak başka şey. birinde kanıtlar vardır, fikir böyle desteklenir; diğerinde ağız dolusu sövmek, küçümsemek vardır. biri yapanı yüceltir, diğeri alçaltır.

    muhtemelen murat bardakçı gibi biriyle iki çift laf edecek fırsatım olsa, fazla dayanamam, usanırım. ama insanların tarihe mal olan eserler bırakması başkadır, mizacı başkadır. birbirine karıştırmamak lazım. burada oturup bir tarihçinin savunmasını yapmak değil niyetim, buna ihtiyacı olduğunu da sanmıyorum. amacım değer bilmez bazı kişilere yaptıkları yanlışı göstermek çünkü belli ki onların ihtiyacı var; öfkelerinde, tepkilerinde kaybolmuşlar.

    öncelikle tarihçi lafı bir titri belirtiyorsa, bu titri diplomayla vermezler, herkes kendi kazanır. bugün kartvizit bastırıp üstüne tarihçi yazdıran biri ne kadar ciddiye alınırsa, diplomasında mezun olduğu bölüm: tarih bölümü yazan biri de o kadar ciddiye alınır. önemli olan ne yaptığınız, ne ürettiğinizdir. türkiye'de ve dünya çapında arşivlerde toz yutmuş biri, dünya çapında tarihçiler tarafından saygıyla karşılanırken, hayrettir tıfıllar tarafından bir kalemde silinecek neredeyse. usta çırak usulü yetişen klasik müziğin büyük bestekârlarından kaçı konservatuar mezunu acaba? okullu değil diye beethoven'a nasıl kara çalabilirsiniz? ne alakası var diyenlere cevaben çok alakası var diyorum. diploma bir ayrıcalık tanımaz. kafa çalışmıyorsa diploma koleksiyonu da yapsanız (hocalarınızın) sahibinin sesi olmaktan öteye geçemezsiniz. papağanlık yani.

    murat bardakçı birilerine laf atmış, kıymetini bilmemiş falan filan. olabilir. bana etse o lafı kızarım. (yanlışım varsa da utanırım.) ama daha çok kızacağım şey, benim yerime yalan yanlış, bilip bilmeden cevap verenler olacaktır. nevi şahsına münhasır bu tür insanlar kendi aralarında didişir de çekişir de küfür de eder yumruklaşır da. ne biri ne diğeri değerini kaybeder. çetin altan'la melih cevdet anday yumruk yumruğa kavga edip birbirlerine ana avrat düz gitti diye değerlerinden bir şey mi kaybetti? il caravaggio adam öldürdü diye resimlerine bakmayalım mı artık? yaşadıkları devir bitince, herkes yerini bulunca aman da murat bardakçı bilmem kime böyle dedi vay vay vay, zaten çakma tarihçiydi derseniz mesela, kimse sizi cevap verecek kadar bile ciddiye almaz. cahil der geçerler. diploma koleksiyonunu göstermek de fayda etmez, cahilliğin ölçüsü değişeli çok oldu.

    bir çift laf da magazinci diyenler için. insanlar harıl harıl kültür tarihi, toplumsal tarih araştırıyor, bilmem bilir misiniz? sıradan insanlar nasıl yaşardı, dağın başında 30 haneli bir köyde neler olmuştu, iki kasaba arasında mimari yapı, günlük yaşam, pazar yeri ritüelleri, günlük konuşmalar arasında nasıl farklar vardı, bu farklar nasıl oluştu? tonla soru. herbiri bugünü de etkileyen sorular. hatta bu sorulara verilecek cevaplar napolyon'un kazandığı ve kaybettiği savaşlar kadar önemli. iki sıradan şahsiyet arasındaki aşk mektuplarını alıp dönemsel karşılaştırmalar yapınca insanın kültürel evrimiyle ilgili başka türlü elde edemeyeceğiniz tonla bilgi edinirsiniz. tarih savaşlardan ve antlaşmalardan ibaret olmasın, değildir demek mi suç bir izah ediverin.

    son olarak, ola ki kulaklarından ateş çıkararak okuyanlar olur, onlara bir hatırlatma yapayım. kimse dokunulmaz değildir. ama eleştiri de sandığınız gibi ağzıma geleni söyler rahatlarım demek değildir. onun başka bir adı var. bilimsel yöntemler ışığında söyleyeyim, eleştiri yapıyorum diyebilmek için her iddia için en az üç (3) kanıt göstererek (genelde yeter sayı budur ama tek bir konu ile ilgili) bir fikri ya da karşı fikri savunmanız gerekir. fikrin kayda değer olup olmadığı ayrı mesele. böyle böyle ilerleme olur, eleştiri de bir işe yarar.

    tv'de konuştuğu programı ben de izledim, ona da değineyim. (türkmenistan doğumlu olan ve hayatı hakkında pek az bilgi bulunan) ahmet yesevi'nin şahsen, fiziki olarak anadolu'da bulunup bulunmadığıyla ilgili bir soruydu. (kendi çıkarımım, az bilinen hayatıyla ilgili yeni bir bilgi var mı yok mu temelli bir soruydu bu ama başkaları başka anlamlara yorabilir elbette) yusuf halaçoğlu da önce tereddüt edip kendisi mi gibi bir şey söyledi, sonra da fikirleri sayesinde etkili olduğunu söyledi konuyu kapattılar. bir kişinin şahsen bir yerde bulunması başka, başka insanlar aracılığıyla fikir bazında bir yerde bulunması başkadır. bu kısa konuşmanın üzerine atlayıp adama bak amma cahil diyenlere ne desem boş aslında. şöyle söyleyeyim, bir insanoğlu doğanın engelleri yüzünden dünyanın tüm bilgisine sahip olamaz, bu durum çok acıdır. daha acı olan ise nispeten kemirecek kadar bile bilgi kırıntısına ve yorum gücüne sahip olmayanların bir kişiyi dünyanın tüm bilgisine sahip değil diye küçümsemesidir.

    insanları bilemediklerini ya da bilmediklerini düşündüğünüz ya da sandığınız şeylerle değil bildiklerini düşündüğünüz şeylerle değerlendirin. herkes için daha zengin bir alışveriş imkanı olur. enerjinizi öfkelenmeye değil, merak etmeye harcarsınız. belki de başkasında eksik gördüğünüz konuyu tamamlamak için siz çalışıp bir şeyler yaparsınız, insanlık kazanır.

    not: bir de koleksiyoncu denmiş hakkında. yuh artık. adam elinde avucunda ne varsa yayınlayıp çeşitli arşivlere bağışlıyor, bilabedel. insaf! bir avuç çalışkan ve bilimsel ahlak sahibi evrensel insanımız var zaten; yapmayın ayıptır.
4069 entry daha
hesabın var mı? giriş yap