920 entry daha
  • ''tarih bana umut etmenin yorgunluğunu çağrıştırıyor''.

    erzurum'un ücra bir köyündeki ortaokulda resim öğretmenliği yapan samet, bir bacağını ankara garı saldırısında kaybetmiş olan ingilizce öğretmeni nuray'a, yemek masasında işte bu umuttan söz açıyor: ''umut etmenin yorgunluğu''ndan. yalnız ve güzel ülkemiz, umudunu sorguladığı bir dönemi yaşarken, kuru otlar üstüne de bu umudu aynı anda bizimle beraber sorgulayan bir film. nuri bilge ceylan imzalı.

    dokuzuncu uzun metrajında ceylan, her zamankinden daha fazla ve çeşitli meseleleri dert ediyor. memleketin birbirinden beslenen birçok yaraları adeta bir geçit resminde pelikülden akıyor. kimi artık nasır tutup kanıksanmış, kimi yeni kabuk bağlamış, kimi hala kanayan. kürt sorunu, mezhep çatışması, anadilde eğitim hakkı, babaları gözaltında kaybedilenler, sistemin güç sarhoşluğu, bürokrasinin sakıncalı bulduklarını hasıraltı edişi, göç, fakirlik, pedofili, mecburi hizmet, atanamayan öğretmenler, kadın ve çocuk hakları konularına cesurca temas eden film, yönetmenin en politik eseri.

    dört yılını mecburi hizmete vermiş olan samet, bir yandan sabırsızlıkla tayinini bekliyor, bir yandan da ülkesine fazla fazla hizmet etmiş olduğuna kendini inandırarak vicdanını küçük burjuva suçluluk duygusundan azade edip rahatlatmaya çalışıyor. yaşamaya, gençliğinin tadını çıkarmaya istanbul'da başlayacağına ve orada mutlu olacağına kani. uzak (film)'taki mahmut'un gençliğini çağrıştırıyor azıcık sanki: karlı günlerde kendi sosyoekonomik düzeyinden düşük kimselerin fotoğraflarını çeken, köyünden istanbul'a yerleştikten çok sonra bile hayal ettiği mutluluğu yakalayamamış, varoluş sancısı çeken bir kaybeden, bir yarı-aydın olan mahmut'un. onun gibi dıştan entelektüel, içi ise sığ bir karakter samet. sinemacı mahmut nasıl ansızın evine misafirliğe gelen köylüsüne kaba ve nadan davranıyorsa, öğretmen samet de köylü öğrencilerine öyle davranıyor. oysa günlük hayatta her kesimden insanlarla ise iyi geçiniyor gibi görünüyor; jandarma karakolundaki astsubay başçavuşla da, gerilla olmak isteyen feyyaz'la da, ağzıbozuk veteriner vahit'le de. ama aslında kibirli, sinsi ve yaşadığı her türlü mutsuzluğu görev yaptığı köye yıkabilecek kadar yüzeysel bir insan. doğuda sıkıntılı, zoraki bir misafir olan batılı. ev arkadaşı kenan ile kurduğu ilişki de farksız. oranın yerlisi olan kenan'ın yüzüne gülen ama arkasından konuşan, hatta iş çeviren biri. nuri bilge ceylan verdiği bir mülakatta samet'in kötü biri olmadığını söylemişti ama şu bir gerçek ki, samet, nbc evreninin belki de en karanlık karakteri.

    hayatta kimseye fazla düşkün olmamışlığın hafifliğinin ve zahmetsizliğin ''konforunu'' yaşayan samet, hayattan alacağının olduğuna inanan iyimser kenan ve yaşadığı büyük travma ile hayatın yedek kulübesine mahkum edilmiş ancak direniş ruhunun parlaklığı hiç azalmamış nuray. ne var ki, üçü de ''umut etmekten yorgun''lar ve bu kaderleri haline geliyor. çünkü artık bir karar vermeliler bu duyguları hakkında: bu bir umut mu, yoksa bir hayal mi?

    cannes'da en iyi kadın oyuncu ödülünü kucaklayan merve dizdar göründüğü her sahnede doğallığıyla ve sadece gözlerinin ve bakışlarının bile yettiği oyun gücüyle devleşirken, deniz celiloğlu insan tabiatının gölgeli yüzünü ve dipsiz bir kuyu olan ruhunun en rahatsız yerlerini apaçık bir inandırıcılıkla, adeta kamerayı delip geçerek ortaya koyuyor. sevim'i oynayan ece bağcı, filmin gizli yıldızı. genç oyuncu ileride adından çok söz ettirecek. feyyaz'da ise münir can cindoruk'un, karakterin kırgın öfkesini adeta bir giysi gibi üstüne giymesi akıllara kazınan cinsten. bir de eylem canpolat'ın canlandırdığı halime var. filmin kalbimize en derin yarayı açanı.

    filmde biçimsel bir oyun da var ki, çoğumuz onu ilk defa gördük: samet'in ansızın kurgudan çıkıp filmin setine adım atması ve orada geçirdiği zaman, sinema salonumuzda neredeyse cisimleşmiş bir çalkantı yarattı: ''yemek masasındaki bu yoğun konuşmadan ben sıkıldım artık, biraz çıkmak istiyorum'' deyip seti terk eden oyuncu. bu adeta brechtyen bir yabancılaştırma izleği ve seyircide kırılma duygusunu yaşatıp amacına da ulaşıyor. samet mutfağa gidip bir hap içiyor (viagra?) ve hemen geri dönüyor. ''izlediğin, eninde sonunda bir film, bu kadar da içine girme'' diyor adeta ceylan. hikayenin en hassas noktasında seyirciyi anlatıdan çekip çıkaran bu hamle, gösterişli iddiasının altında kalmamayı nasıl başarıyor peki? sonrasında seyircinin hikayeye geri dönmesi için hiçbir çaba harcamasına gerek bırakmayan nefis kurgusuyla. başlıbaşına parlak bir fikir ve olağanüstü bir uygulama.

    buraya kadar geldiysek, filmin en canalıcı sekansına, nuray'ın evine girelim. iki kavram kıyasıya çatışıyor bu loş, eski fotoğraflarla dolu eski evde: samet'in hararetle savunduğu özgürlük ve liberal düşünce ile nuray'ın tavizsiz çoğulculuğu ve dayanışmacılığı. o yemek masasında düşünceler, bakış açıları, hayat görüşleri topyekün bir savaş halinde. aslında birbirlerine taban tabana zıt değiller ama tartışmada haklı ve üstün çıkmanın tatmin duygusu ile normalde belki bu kadar büyük bir dirençle üstünde durmayacakları şeyleri söyleyip, çatışmayı ve tartışmayı alevlendiriyorlar. bana kalırsa ne samet aşırı bir bireyci ne de nuray aşırı bir toplumcu. ikisi de akıllı, ikisi de hazırcevap, ikisi de donanımlılar. birbirlerini bu çatışmayla etkiliyorlar ve çatışma masadan kanapeye, oradan da yatağa giden bir sergüzeştin ateşleyicisi oluyor. cannes jürisi, merve dizdar'a sırf bu sekanstaki performansı için bile ödülü vermiş olabilir.

    kuru otlar üstüne, teknik olarak kusursuzluğa yaklaşmış bir verim: saat gibi tıkır tıkır işleyen senaryosu, üstün oyunculukları, özenli oyuncu yönetimi, merak uyandıran kurgusu, nbc'nin her zamanki masalımsı ışık ve gölge tasarımı, aralara konulmuş ve hikayeyi güçlendiren harikulade fotoğrafları, pırıl pırıl sesi, etkileyici ses tasarımı, az sayıda ama içi titreten müzikleri, akıcı kamera hareketleri ve uzun süresine rağmen sanki bir film seyreder gibi değil de bir edebi eser okur gibi büyük bir zevkle takip edilebilmesi ile, ulaşılması zor bir seviye sunuyor. kuru otlar üstüne, nbc'nin belki en güzel filmi değil (bence hala bir zamanlar anadolu'da en güzeli) ama kesinlikle en iyi filmi, sinemasının tepe noktası.

    kilit soruyla bitireyim: samet istanbul'a dönerse mutlu olabilecek mi?

    gelin, onu da en iyisi filmin sonundaki kuşa soralım. kuş özgürce uçuyor ve samet kuşun arkasından bakakalıyor.

    hepinize iyi pazarlar, sevgili okuyucular.
2156 entry daha
hesabın var mı? giriş yap