24 entry daha
  • ııı. sıfır noktası

    duvardaki saate takıldı gözü, tiktak tiktak tiktak.. günün yorgunluğuyla uyuşuyordu zihni bu sesle. gözünü bir an olsun kapatsa uyuyakalacağını hissederken cama baktı. eylülün serin rüzgarı akşamları dönmeye başlamıştı şehrine, bir an içi ürperdi.

    bir yabancıya bakar gibi inceliyordu üstündeki yeni üniformayı. lacivert kırmızı çizgiler, neredeyse ayak bileğine kadar uzanan pileli eteği, kırmızı üstü.. ve yazdan kalma son sıcakta boynunu kaşındıran tiksindiği polyester eşarbı. sahi kaç saattir başındaydı eşarp? sabah altı da mı uyanmıştı ilk derse yetişmek için? doktorun geciktiği her dakika daha da sıkışmaya başlamıştı göğüs kafesi. tekrar saate baktı akşam beş buçuk.. hım.. on iki saat.. “on iki saattir içindeyim yeni benin ve henüz on beş yaşındayım”. aylar önce başlattığı isyanın kaybıyla, önce kabule sonra derin yasa döndü; şimdi bu odada bulmuştu kendini.

    iki-üç hafta olmuştu liseye başlayalı. hiçkimseyle konuşmadan, yemek yemeden, belki sadece uyuyarak geçiyordu o günler. en sonunda birileri fark etmiş olacak ki bu kendinden vazgeçmiş halini “bir doktorla görüşse iyi olacak” demişti amcası annesiyle konuşurken.

    bunları düşünürken kapı açıldı. saçını başını düzelterek karşısına oturana kadar göz hapsine aldı doktoru. aşağı yukarı bir elli beş boylarındaki kısa kıvırcık saçlı kadın. alelade sürdüğü rujundan ağzının kenarlarına taşmış kırmızılığı telefonun yansımasından düzeltmeye çalışırken, sadece işini yapmak istercesine “hoşgeldiniz” dedi yüzünde sahte gülümsemesiyle.

    askeri okula yeni atanmış doktorun gecikmesinin sebebini, başına sanki bir el girmiş de, her biri ayrı yere savrulan saçlarından ve ilk üç düğmesi açık gömleğinden anlamıştı. yüzünde kinayeli gülümsemesiyle bakarken “siz de hoşgeldiniz, epey oldu gelelim..” dedi iğneleyici bir tavırla. onun nerede ne halde olduğuyla ilgilenmiyor, bekletilmiş olmaya kızıyordu.

    kahkaha atarak arkasına yaslandı doktor; “beni beklediğiniz için teşekkür ederim” dedi ve anlamamış görünerek söze girdi hemencecik; “bu görüşmemizde biraz sohbet edelim, birkaç test yapmamız gerek durumu değerlendirebilmek için, amcanızla biraz sohbet etme fırsatım oldu liseye yeni başlamışsın” dedi.

    “neden burada olduğumu bilmiyorum, kendi isteğimle burada değilim” dedi katre, “iyi değilmişim öyle dediler” derken gözlerini devirdi. kime göreydi bu iyi olmama hali? sadece istemediği bir yolda yürümek zorunda bırakıldığını söylese ileri mi gitmiş olurdu? aylar öncesinde babasından dayak yiyerek, annesinin de babasının ardını tutup zorla kapatıldığını söylese? hatta bir hevesle başlaması gerektiği liseye şimdi zoraki gidip geldiğini dillendirse neyi değiştirebilirdi şimdi bu kişi? yıkılan yapılabilir miydi? yapılsa da aynı olacak mıydı?

    sözlerini yineledi “onlara göre iyi değilim ama iyiyim ben” diyebildi. doktor ellerini göğsünde hizalayıp derin bakışıyla onayladı gözlerini kırpıştırarak. “evet anlıyorum seni, iyi olduğunu duymak güzel” deyip, bir dizi soru sordu. “bugün günlerden ne, saat kaçta yatıp kalkıyorsun, ne seversin, ne yersin.. hatta sevdiğin renk ne.. babanla ilişkin nasıl, bana ailenden bahset.. yeni başladığın okulu seviyor musun.. arkadaşların nasıl, soruları ve daha bir sürü psikolojik analiz testi. olabildiğince doğru ve yargılanmayacak biçimde verdi cevapları. oysa kendisi de anlayacak durumda değildi olanları. en sert düşüşü değildi belki ama ilk kez bu kadar uçurumun kenarında hissediyordu.

    bir an önce kalkıp gitmek için saate durmadan baktığını farkeden doktor, sıkıldığını anlayarak “burada bitirelim ve haftaya yine görüşelim, test sonuçlarını incelemem gerek” dedi ve ondan yapmasını istediklerini hatırlatarak görüşmeyi sonlandırdı.

    doktor not tutmasını istemişti ondan; “soru sor hissettiklerine dair ve cevabı bulmak için kendine baskı kurma. soru sormak başlangıçta amacımıza ulaştırmaz bizi lakin bir adım daha yaklaştırır ” demişti ve eklemişti; “soru sormak çok şey fakat yazmak seni rahatlatacak. bu yüzden yazmanı istiyorum senden” demişti. yabancı değildi ona yazmak, seneler öncesinden başlamıştı bunu yapmaya. bazen öfkesini hafifletmek için, bazen umudunu yitirdiğinde vardığı sığınak belleyerek karalıyordu kendince bir şeyler.

    ev yolunda aldı kalemi eline;

    “iyi değilmişim. nasıl iyi olabilirim? sağır, kör ve dilsiz bırakıldım, bastırıldım. o doktor ne anlar halimden? dilsiz biri nasıl iyi olabilir söylesene bana? aynaya bakmak bile gelmiyor içimden, kendimden bile nefret ediyorum deseydim “deli mi bu kız” der miydi ki bana?

    söylesene kim bu aynadaki yabancı? benmişim. bu üstümdeki kıyafet, yeni okul, bir sürü yabancı insan. bana kimse sen bunu yapmak istiyor musun diye sormadı ama. zorunda bırakıldım. zorlamayla ömür geçer mi? geçmek zorundaymış, memnun olmalıymışım, abartıyormuşum,

    şükretmeliymişim halime, öyle diyor hande. o okula bile gidememiş. babam zorla onu okuldan çıkarıp, şimdi beni gönderiyor diye mutlu mu oldum sanki. kötünün iyisine bir cehennemi yaşarken nasıl şükredebilir insan? hem kötüye tamah iyiliğe ihanet değil midir?

    anlamıyor beni. insan evladına bunu yapar mı? nefret etmekten başkası gelmiyor içimden..” yazarken bile kendine kızdı .. annesinin her seferinde onu arsızlıkla suçladığını hatırlayarak; “sorun bende mi? ben miyim yani şimdi bütün bu olanların sebebi, ben mi kendime yaptım bunca kötülüğü?” yazabildi titreyen elleriyle. boğazında düğüm düğümdü kelimeler, akıp giden yola bakarken uzaklara daldı.

    kalbinde haksız suçluluğu, defterde yarım kelimeler, boğazında söze dökülmeyen öfkesi, susmayan acabaları ve devam etmek zorunda olduğu kötünün iyisi hayatı.

    eve girer girmez kimseyle konuşmadan girdi odasına. bir hiçliğe uyuyor, bir hiçliğe uyanıyordu artık, kafasındaki tek şey -ona layık görülen- istemediği bu hayattı. azap günleri geceleri, yabacılaştığı bedeni ve bambaşka insanlar.

    ….

    “ne çok gülmüşümdür, içinde binlerce kötülük bulunan ve kendini iyi biri zanneden zayıflara..”
    nietzsche

    aylar geçmişti liseye başlamasının üstünden, yavaş yavaş yeni hayatına alışmaya başlamış görünüyordu. doktorun görüşmesi onun hayatında hiçbir şey değiştirmemiş, hissettiklerini anlatamamış, anlatmaya bir adım bile yaklaşmak istemiyordu. bu ruhani kötürüm hali onun bile umurunda değildi artık, uyum sağlamalı diretmemeliydi aynalara, emrolunana.

    uyum sağlamak değildi bu; mecburiyetle nefes almaya devam etmekti yaptığı. annesinden ve babasından nefret ediyor olmak çocuk sayılabilecek bir yaşta ağır gelmişti bedenine, hatalı olduğu düşüncesi uyumlu gösteriyordu onu şimdi.

    çocukluğundan beri emredilen tek bir şey vardı “asi olma uyum sağla” .

    her sabah okula girişlerinde rutin kontrollerden birinde beklerken arkadaşına dönüp “içindeki tişörtü görünüyor düzelt çabuk belalı yine kapıda” dedi. babasının çizdiği sert sınırlara alışık oluşu esasında zorlamamıştı onu katı kuralların olduğu okula. kendince buldukları yöntemlerle makyaj yapmayı başarıp, üniforma dışında farklı kıyafetin yasak olduğu okula girmeyi başarıyordu öğrenciler.

    yasaklar, sınırlar, katı kurallar ve baskı.. damlanın denize akmasını engelleme çabası akıllı geçinen zavallılar içindir yalnızca.

    aşağı yukarı otuz kişilik sınıfta, erkekler ilk günden ön sıralara oturtulmuş, kızlar genellikle en arkada tutulmuştu. derse giren her öğretmen önce haramdan ve zinadan bahsediyor, sonra “ağaç yaşken eğilir, hem allah ibadet eden gençleri sever” öğütlerini verirken, koca göbekleriyle ne de mutlulardı!

    bazı öğretmenlere kendini yakın hissetse bile ait olmadığını biliyordu buraya, bile isteye göndermişti babası onu bu okula. arada bir gelip hocalarla sohbet eder, kontrolü elden bırakmamaları için epeyce cömert davranırdı. birgün müdürün odasında kapıda babasını beklerken birbirlerine çok doğru bir şey yapıyorlarmışçasına vaaz verdiklerini duyup “hocam allah'ın kuralları zamana göre değişmez, kızlar buradaysa yatsın kalksın sizin gibilere dua etsinler” deyişinden iyiden iyiye tiksinti duyuyordu olanlardan.

    kafasına denk birkaç arkadaşı olmasa bu kadar bile katlanılacak yer değildi. sürekli derslere girip, mütemadiyen dini vaazlar dinlemek zorunda olduğunda başını sıraya koyup hayaller kursa da, evde saklanacak yer bulamayışı uyum çabasını zayıflatmaktan başka şey değildi.

1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap