55 entry daha
  • öğrenmek, her zaman keyif vermiyor. özellikle de geçmiş söz konusuysa...

    misal ben, iskenderiye kütüphanesi'nin yandığını çok uzun zamandır biliyordum. hatta mezuniyet projemin bir bölümü, bu muazzam kütüphaneyle ilgiliydi. ama kütüphanenin nasıl yandığını belli belirsiz öğrenmiş, etraflıca araştırmak istememiştim. belki, araştırıp bi kanıt bulmazsam, binanın kendi kendine, bir "dikkatsizlik sonucu" yandığına inanırsam, kabullenmek daha kolay olur gibi gelmişti. "görmeyi en çok istediğim yerdi şu dünyada, ama işte, -kazara- yanmış koca kütüphane" diye bilirsem, eşsiz bir hazineye sahip insanların, ironik bir cehalet ve sonsuz bir öfkeyle talan ettikleri bilgiye, yaklaşık 1600 yıl sonra akdeniz'in öte tarafında yaşayan sıradan bir kızın da sahip olmak isteyebileceğini düşünmemiş olmalarını, yeryüzünün bu en soysuz bencilliğini sahiplenmiş olmalarını affedebilirim gibi gelmişti. ne yazık!

    oysa şimdi, yokedilen bilim için değil, onu yokeden cahiller için ağlıyorum. hangisinin tanrısı öğütlüyordu bunu? ya da şöyle sorayım. hangi tanrı mazur gösterebilir bu bencilliği? ekmeğini paylaşırken bilgiyi yokeden kulu, hangi tanrı ödüllendirir?

    filmin bir yerinde hypatia, önyargılarından kurtulmayı öğütlüyor kendine; soruna bambaşka gözlerle yaklaşmayı... peki biz, hangi cüretle sorguluyoruz başkasının inancını? ve kendi inancımızı sorgulamaya cesaretimiz var mı herşeyden önce?

    belki anlamak, ya da en azından bir ipucu edinmek daha kolay olabilirdi "dünyanın bilinen en büyük kütüphanesi" hala ayakta olsaydı. oysa sayıca üstün olan, yok etmeyi seçti iktidarı ele geçirebilmek için. her nesile tanıdık gelen bir davranış olmalı bu; ve dünyanın her köşesinde; yaklaşık 2000 yıldır... zira erk, her koşulda bir düşman yaratıyor kendine. önce inançsızlar, onlar bitince paganlar, onlar yokedilince yahudiler, onlar da ortadan kaldırılıp düşman görülecek bir halk kalmayınca, bireylere gözünü dikiyor güçlü olan. hala tanıdık gelmiyor mu???

    "uygarlık durakları" başlığı altında sunduğum mezuniyet projemde iskenderiye ile başlayan yolculuğum 5 farklı şehir daha dolaşıp srebrenica'da son bulmuştu. uygarlık adına söylenecek daha fazla birşey kalmadığından... ms. 415'de sadece bilime inanıyor diye tehdit unsuru saydıkları bir kadını önce taşlayarak öldürüp ardından midye kabuklarıyla etini derisinden ayırarak ateşe veren korkunç cehalet, 1580 yıl sonra, srebrenica'da bu kez, silahsız ve korunmasız 8300 insanın katliamını izlemişti. tarih tekerrür ederken bizler, uygarlık adına bir milim dahi ilerleyememiştik.

    ve evet, hepimiz o sıralarda, aynı güneşin etrafında eliptik bir hareketle dönen aynı gezegende, herkesin tanrısının bizi izlediği varsayılan aynı göğün altında yaşıyorduk. sadece, birbirine eşit iki birime benzeyen 3. birim, diğerlerine eşit sayılmıyordu...
208 entry daha
hesabın var mı? giriş yap