26 entry daha
  • koen mortier nasıl bir insansa filmde hiç beğenilme kaygısı gütmediği çok belli. bir nevi kavramsal sanatını konuşturmuş, "ben yaptım ve oldu! evet çirkin, ama çirkin olması bir sanat olmayacağı anlamına gelmez" demiş ve eserini koyup sanki bir köşeye geçip tepkileri izlemiş gibi.

    hiç ama hiç güzel bir sahne olmayan bir film. bunu iddia edebilirim, bu duyguyu en son a clockwork orange yaşatmıştı bana, bu da ikinci oldu. bazı sahnelerde gözler birden faltaşı gibi açıldığı gibi, bazısında direkt kapanıyor ve inanın bu filmi izlerken insan hiçbir şey yiyemiyor.
    kusacak gibi olup kusmamak. bu filmin en iyi tepkilerinden.

    --- spoiler ---
    filmin girişi çok keyifli. girişten anlıyorsunuz farklı ve hoş bir filmi izliyor olduğunuzu zaten. 4 den fazla ayrı hayat var bu filmde, esas adamımız eski davulcu ve onun esas adam olmasına anlam katan 3 engelli. eski davulcu aynı zamanda ünlü bir yazar. bu 3 engellinin davulcuyu bulmalarının ardından davulcunun konuşmasıyla başlıyor film ve geri sarıyor sahne o anda. bisikletli 3 engellinin geri gitme sahnesi. aslında film en başından ters, belki ilk ordan başladı koen mortier hayattaki terslikleri anlatmaya. evet, resmen filmin başından başlamış olmalı.

    bu 3 engelli müzik grubu oluşturma çabasında ama davulcuları yok, bu yüzden davulcuları olması için yazara gidiyorlar. yazarın düzenli, iyi bir hayatı var, diğer 3 engellinin hayatlarıysa berbat denecek kadar kötü. yazarı davulcu olarak içlerine almaları içinse yazarın bir engelinin olması şart. yazar tekliflerini kabul edip, "davul çalamama engeli" nin olduğunu söyleyip gruba katılıyor. bir taraftan bu üç insandan nefret edip tiksinirken diğer taraftan yazar olduğu için yazmasına katkı sağladığını düşünüyor ve istediği anda kendi hayatına geri dönebilme rahatlığıyla içlerine karışıyor.

    engelli dediysek, hemen vicdanınızı konuşturmayın. bu 3 adamın ayrı engelleri var ama öyle acınacak şeyler değil kaldı ki hepsi kaybedenlerden.

    birisi kadınlardan nefret ediyor mesela, birlikte olduğu bütün kızların kafalarını parçalıyor ve evinde tavanda yürüyor. al filmde bir terslik daha, aslında tersten yürümesi ters giden hayatları anlatırken filmi de renklendirmiyor değil. neyse, kadınlarda en tahammül edemediği şey sigara içmeleri, araba park etmeleri ve telefonla konuşmaları.

    diğer bir adamın kulağı sağır, duymuyor. bunun dışında evli, ve bir çocuk babası. ay ay ay yuva da kurmuş gibi bir olumlulukta yok zira eşi de kendi de uyuşturucu bağımlısı ve filmin ilerleyen dakikalarında 3 gün ağlayan bebeğe annesinin kokain vermesiyle bebek ölüyor. böyle de gerizekalılar.

    diğer adam kolunu bükemiyor, (kolunun bükülmemesinin ayrı bir hikayesi var ki onu da filmde görün) kendi cinslerinden hoşlanıyor, bir nevi gay. yok resmen gay. baya baya gay canım.
    uzatmayım, bu gay olanın babası rahatsız ve adamı yatağa bağlayıp annesiyle birlikte yapmadıklarını bırakmıyorlar. annesi de çeşitli küfürlerin önde gideni. şu kadınlardan nefret eden psikopatla da ilişkisi var. hoş, kimle yok ki. neyse.

    bu adamların hayatı böyle pis ve yazar -eski davulcu- bunların hayatına karışıyor. ama ne hoştur ki kendinden asla taviz vermiyor, kafasına estiği gibi davranıyor, hiçbir akıl bile vermeden -bu adamların hayatlarının çarpık olduğundan bile söz etmeden- yanlarında bulunup davulculuk yapıyor. yanlarında oluyor ama hayatlarının içine asla girmiyor, kendi hayatına da sokmuyor sanki aralarında bir televizyon camı varmışta onları ordan izliyormuş gibi.

    öyle ki sağır adamın kendisinden yardım istediği anda bile "ben yardım edemem" deyip çekilebiliyor. adamda gidip eşini bıçaklıyor.

    izlerken insan "nasıl bir tiksintidir, nasıl bir neftettir ki bu kadar duyarsız kalabilirsin" deyip kızıyor ama o kadar ters ki her şey, diğer sahnelerle hafızadan siliniveriyor.

    filmin türü komedi ve suç. ben komedilik bir şey göremediğim gibi daha çok psikolojik bir film gördüm. çoğu sahnede pornografi hakim. ve ahlak anlayışı ele alınmış, hızlı hızlı sallanıyor gibi. öyle hızlı sallanıyor ki baş ağrıtıyor.

    her şeye, herkese bir baş kaldırış hakim ve tezatlıklar birbirini kovalıyor. esas adam olan yazarın iyi ve düzenli bir hayatı varken ve aslında normalde onun kurtarıcı olması gerekirken o tamamen yıkıyor.

    adam karısına bağlı, bu bir sadakat örneği derken adam karısının haberi olmadan ve yanında olmadan başka kadılarla ilgilenmiyor - ilişkiye girmiyor. eh bize de koca bir "haydaa" demek düşüyor.

    adam bütün bu 3 ezikten ve çevresinden nefret ediyor, insanlara zarar vermelerinden ya da birilerini öldürmelerinden, ölümlerine sebep olmalarından rahatsız ama sonra gidip kendisi kadınlardan nefret eden engelliyi öldürüyor, kolu sakat olan adamın babasının bağlandığı yataktan çıkmasını sağlıyor ve adam diğer adamları öldürdüğünde onların ölümüne resmen sebep oluyor.

    --- spoiler ---

    yani ortada iyi ve düzenli bir hayatta yok aslında diğer taraftan, tek bir normal adam yok. ölenlerin kendi ve geçmişleri hakkındaki konuşmalarından da çok iyi anlıyoruz bunu. sadece tezatların ve kusurların üzerine kurulmuş hayatlar var.

    onun dışında müzikleri güzel bir film, parçalar iyi seçilmiş ve serpiştirilmiş. zaten konu da müzik grubundan ilerlediği için, sanatın üzerinden sanat yapılmış resmen.

    filmin kalbindeki söze ise izleyen kişi ifade kargaşası yaşamadan onay veriyor.

    "kolektif hüzün yoktur,bütün hüzünler bireyseldir."

    ve filmin sonunda insan düşününce o kadar beter hayatların varlığını biliyoruz, bazen de şahit oluyoruz ama çok çabuk unutuyoruz. hani bir yardım eli uzatmasak da kendi hayatımızın çok daha iyi olduğu gerçeğinin kalması bile uçup gidiyor kafamızdan da hemen şikayete başlıyoruz. dönüp kendimize bakmamız gerekiyor sanırım en başta.

    neyse, özetle garip bir film. değişik bir anlatım tarzıyla, birbirinden beter hayatlarla izleyeni nişan almış, vuruyor.
27 entry daha
hesabın var mı? giriş yap