377 entry daha
  • suserlerin yazdıkları iştahımı kabarttı. mağazada boş oturuyorum, şu çok sevdiğim adamlar üzerine bir genelleme yazayım istedim.

    dream theater şu an progressive metal'in ticari açıdan en büyük grubu. buna şüphe yok. queensryche, operation mindcrime ile aldığı ivmeyi uzun vadeye yayamayınca, fates warning ise sürekli arkaplanda "işimi yaparım, gerisine karışmam aga." modunda takılınca, bu adamlara tanrı "yürü ya kulum!" dedi, medya desteği falan almadan büyük ün yaptılar, üst üste müthiş albümler patlattılar. tabii bu bahsettiğim dönem doksanlar, yani dream theater'ın müzik yayınlarınca "cool" olmadığı, dolayısıyla hep geri planda sessiz ve emin ilerlediği yıllardı.

    scenes from a memory sonrası yaptıkları patlama, adamlara bir nevi bin bir tane kapıyı sıraladı. artık dream theater "cool" bir gruptu. günden güne büyüdü herifler. bu artan başarı grafiği, grubu farklı bir yöne çekti. basitçe şöyle açıklayabiliriz bu değişimi, dream theater, progressive rock ile dengelenmiş bir metal grubuyken; "bundan etkilenek, gösterek, şu da hoş hacı, şundan da birşeyler kapak..." mentalitesine sahip bir gruba dönüştü. etkileşimlerine her zaman saygı gösteriyorlar, kusur etmiyorlardı ama artık bunu göze sokuyorlardı. bu mentalitenin ilk meyvesi six degrees of inner turbulence albümü oldu. albümde etkilendikleri tool, radiohead, pantera, u2, nine inch nails gibi grupları bizzat kendileri saydılar. ardından gelen train of thought ile grubun fan kitlesi kesin kez bölünmeye başladı, çünkü albüm resmen thrash metal emdirilmiş progressive metal reçinesiydi. kimileri "metallica adam olsa şu an böyle albüm yapar, alkışlıyorum." derken, kimileri de "bu ne mk, bu mu progresif?" diye isyan etti. devamını uzun uzun anlatmaya gerek yok. octavarium ile muse, linkin park falan gird işin içine, sonuç itibariyle daha alternatif bir albüm yaptılar. gene karıştı ortalık. systematic chaos ise, mike portnoy'un "dream theater'ı anlatan tüm elementleri bir araya topladık." bunamasının ilk albümüydü ve bence bir tıkanma eseriydi. octavarium ile başlayan çerez şarkılar, zorlama uzun şarkılar kafası devam ediyordu albümde... en son black clouds and silver linings geldi ki uzun zamandır en umutsuz olduğum albümdü. neyse ki biraz sallanmışlar, titremişlerdi ki albüm önceki iki kardeşinden daha derli topluydu ama bu sefer de grubun müziğine getirdiği yenilik, biraz extreme metal sosu dışında sıfırdı. portnoy ise yine tüm elementleri birleştirip, aşure yaptıklarını iddia ediyordu. hayranlar ise daha beter çorbaya dönmüşlerdi artık...

    peki bu sıkıntının sebebi neydi? tabii ki grup içi değişen dengeler. doksanlarda, grupta kevin moore diye bir adam vardı. birçok kişiye göre moore, petrucci ve portnoy'u dengeleyen faktördü. moore, hem söz hem de beste olarak grubun önemli yükünü çekiyordu. o ayrıldıktan sonra dream theater'da hep bir eksiklik oldu, beste yönünden olduğundan çok "duygu" yönünden eksildi adamlar... derek sherinian bu boşluğu tam anlamıyla doldurmaktan uzaktı, ki falling into infinity'de çoğu pasaj ona moore'dan yadigardı. bu zaman aralığında, yani '97-'98 civarı dream theater'ın sıkıntılarının başladığı tarihtir bence... liquid tension experiment projesi sayesinde, portnoy ve petrucci çok istedikleri jordan rudess ile çalışma fırsatı buldular. bu projede temellenen muhabbetleri, rudess'ın dream theater'a girmesiyle sonuçlandı. rudess, en az moore kadar aktif bir role yükseldi grupta, ama mentaliteleri çok farklıydı.

    bu noktada, diğer bir sivrilen isimi de anmamız lazım, tabii ki mike portnoy... score belgeselini izlediyseniz, kevin moore ayrıldıktan sonra, grubun fetret devrine girdiğini biliyorsunuzdur. gruba plak şirketinden baskı vardı, falling into infinity'i istedikleri gibi besteleme şansları olmadı, çift cd basmak istediler, izin verilmedi, gruba dışarıdan müdahaleler yapıldı. sherinian ise grubun umduğu gibi bir katkı sağlayamadı. bunun üzerine mike portnoy grubu o dönemde bırakmayı düşündü. kendisi bu zorlu dönemden plak şirketine rest çekerek çıkabildiklerini söylemektedir. yani, albüm grup isteyince bitecektir, plak şirketi buna asla karışmayacaktır ve albümü bitince duyacaktır. resti çeken portnoy, bu sayede grupta doğal olarak birinci adam konumuna yükseldi ve kontrolü tümden eline aldı. turneleri portnoy ayarlıyordu, konser setlistleri, dvd çekimleri, bootleg yayınları, hayranlarla birebir iletişim hep portnoy'un üzerinden yürüyordu artık... kalan dörtlü ise ellerini ne yağdan ne baldan ayırdılar bu durumda... tabii portnoy'un elindeki bu güç, grubun ününün artması ve büyümesi ile kontrolden çıktı. grubun yaptığı albümler artık portnoy'un zevkine göre şekilleniyordu. interneti aktif şekilde kullanan portnoy, her ay sevdiği albümleri forumundan bildiriyordu ve o albümden etkiler bir sonraki dream theater albümünde yerini alıyordu. bu durum, iyice geri plana atılmış bir john myung, portnoy'a "iste olsun pampa" bağıyla bağlanmış bir john petrucci, saygı duyulduğu için istediği gibi at koşturulmasına izin verilen -dolayısıyla continuum fingerboard'u keşfederek kulaklarımızı öpen- bir jordan rudess ve sesi yetsin yetmesin, portnoy'un hayalinde kurduğu partisyonları zorlayarak söylemeye çalışan bir james labrie oluşumuna yol açtı.

    kevin moore'un sağladığı denge eksikti grupta artık... ve dream theater, ikibinleri bu mentaliteyle kapattı. jordan rudess, kevin moore gibi denge unsuru değildi, kendi çapında apayrı takılıyor, izin verildiği için uçup kaçıyordu. beste yükü artık petrucci-portnoy-rudess üçgeninde takılıyken, myung üsluplu şairliğini kaybetmiş, labrie ise ara sıra söz yazar olmuş. dolayısıyla, six degrees of inner turbulence ve train of thought ile bir şekilde meyve veren dream theater, octavarium, systematic chaos ve black clouds and silver linings albümlerinde artık teklemeye başlamıştı. "octavarium süfer şarkı hacu, pink floyd etkili yani, ne deyirsun?" falan demeyiniz lütfen. octavarium çok güzel şarkı, kabul ediyorum. ama albüme bakın. sorun yok mu sizce? i walk beside you, these walls falan dream theater'dan beklediğiniz şarkılar mıdır? ya da constant motion? bu adamlar "catchy" nakarat kasmadan ağzımıza ederlerdi onbir dakikalık şarkılarda... şimdi iş "bundan etkilendik, ona selam çaktık" oldu ve grubun önü tıkandı.

    geçtiğimiz sene mike portnoy'un gruptan ayrılması ise grup adına ciddi bir kayıptır. ama bir açıdan da umut olabilir. çünkü, portnoy giderek artan ağırlığı ile grubu ezmeye başlamıştı. garip olan da şu ki, bu durumdan ilk kendisi sıkılmıştı. aslında herif, grubun ara vermesi gerektiği konusunda haklıydı bence... dream theater, 2003'ten beri, albüm-turne-dvd döngüsüne takılıp, kalmıştı. iki senede bir otomatiğe bağlanmış şekilde albüm çıkarıyorlardı. yine bu düzeni bozmayacaklar tabii... ama iki senede bir çıkan son üç albüm, grup açısından birşeylerin yolunda olmadığının göstergesiydi. tabii işin birde sürekli hasır altı edilen grup içi gerilimler kısmı var. doğu yücel'in düşler ve kabuslar'da biraz çıtlattığı üzere, -kevin moore kaynaklı bilgilerden çıkarımı- "portnoy'un gitmesine en çok myung ve labrie sevinmiş". ki pek yanlış da gözükmüyor, zira portnoy, labrie'nin bir röportajı üzerine adamın yeni albümüyle ilgili ne varsa forumundan silip, "ayrılmama üzülmeyen adamın benim mekanımda işi yok, dağılın lagn!'" dedi. ayrıca, üstü kapalı "bi hibine vardı bizim grupta, konsere kadar kendi başına ayrı odada takılırdı keraneci..." diyerek myung'a da gider yapmıştı. bu da gösteriyor ki, her ne kadar "bradırımız gitti, 25 sene sonra çoğ garip hayat vapurlar falan..." diye petrucci'nin açıklamaları olsa da, grupta üyeler arası bağlar kopmaya başlamıştı. ve bunun, hep tek adam üzerinden dönüyor olması da bir yerde mutlaka çatlak verecekti ve sonunda kimse daha fazla dayanamadı. portnoy, gemisini terkeden ali kaptan oldu, avenged sevenfold, dream theater hayranları için caroline haline dönüştü. sonra avenged sevenfold'da portnoy'a yol verince, herif dımdızlak kaldı. gruba geri dönmeye çalıştı ama çenesine sahip olamadığından, petrucci ve dadaşları bu sefer oralı olmadı. danışıklı dövüş görünümlü komik olaylar silsilesi yaşadı dream theater resmen...

    ama asıl sıkıntı şuydu: portnoy grubun herşeyi gibi bir adamdı. sadece beste yükü yoktu herifte, grubun lars ulrich'i gibiydi. şimdi ise kalan dörtlü bu işi öğrenmeye çalışacak. işleri zor açıkçası... petrucci yavaştan sosyal medyada görünmeye başladı. davulcu aradıkları videoda artık iplerin artık petrucci-rudess ikilisine geçtiğini görüyoruz, labrie ise yardımcı rolüne geçmiş. myung her zaman olduğu gibi ofis boy karakterini terketmeyecek gibi görünüyor. yeni davulcu mike mangini ise bence büyük ihtimalle jason newsted'ın metallica'daki haline benzer bir durum yaşayacak, çünkü üzerinde mike portnoy demokles'in kılıcı olarak kalacak. bu yeni kadronun beste ve müzik olarak nereye gideceğini ise yeni albümden önce görme fırsatımız yok, dolayısıyla gelecek albüm çok önem taşıyacak.

    çok eleştirilen davulcu seçim seanslarının videoları bence de azalan samimiyet örneğidir. adamların zaten mangini'yi alacakları belliymiş, kafalarında bitirmişler. o kadar adamı, "dream theater şarkısı çalamadılar la!" tarzı mundar etmeye gerek yoktu. ha, yukarda da dedim, ben olsam marco minnemann'ı alırdım ama ben petrucci schwarzenegger değilim, sıradan bir yazarım. roadrunner records ile çalışan gruplarda bir samimiyet azalması vuku buluyor, gariptir. dream theater bugünlere medya desteği olmadan, yıkama yağlama yapılmadan geldi. hayranlarının destekleriyle büyüdü bu adamlar... geldikleri yeri unutmamalılar. yeni guns'n'roses olduklarını sanıp, patladıkları when dream and day unite dönemlerindeki şanssızlıklarını, adam gibi vokalist bulamayıp hazır şarkıları üç sene beklettikleri dönemleri belki bir daha görmeyecekler ama samimiyet, müzik grupları için önemli birşeydir. kaybedilmemelidir. saygınlık daha da önemlidir. onu gram kaybetmemek gerekir.
547 entry daha
hesabın var mı? giriş yap