5 entry daha
  • aylardır reklamı yapıla yapıla büyük merak uyandıran ancak tam bir hayal kırıklığı olan mekan. binanın görkemi, binanın tamirinde/restorasyonunda yapılan büyük hatalarla adeta harcanmış. binanın gerek genel mimarisindeki, gerekse detaylarındaki harikalar, bırakın ortaya çıkarılmayı, varoş evlerini güyya halleden yapsatçılarının tadilatlarına tabi tutulmuşçasına bozulmus.

    neler mi dikkat çekiyor? girişte, karşı camlardan yansıyan güneş gözlerinizi öylesine kör ediyor ki, binanın en guzel yeri olan giriş merdivenlerini gözleriniz kapalı çıkarak baştan çok şey kaybediyorsunuz. ha belki, aynı gün ışığı giriş kapısının kirli camlarını görmenizi engellediği için şanslı olabilirsiniz.

    oysa bu güneş ışığını kıracak bir iç mimari tasarım, ne bileyim karşı cama bir vitray, girişe bir sunum perdesi falan, bu işten hiç anlamayan birinin bile aklından, beklentisinden geçiveriyor. bu talihsizlik karşısında güneşli bir kış gününü suçlayamıyorsunuz elbette.

    binayı gezmeye, yukarıya doğru çıkarak başlıyoruz. bir tanıtıcı doküman falan arıyoruz ama nafile. neyse daha bir şeylere takılmaya başlamadık. yukarı çıkan merdivenlerin mimarisi o kadar cazip ki asansörlerden vazgeçiyoruz. ama o ne? merdivenler ve ıslak zemindeki beyaz eski mermerler, duvardaki daha ne kadar sıradan olabilir diye düşündüğümüz sarı duvar badanası ile o kadar uyumsuz olmuş ki, merdivenleri çıkarken daha ikinci katta bu uyumsuzluk bir iç mimari akımının ürünü mü acaba beklentisini çoktan terkediyor ve bu işin baştan savma yapıldığına kanat getiriyoruz. bu uyumsuzluğu maalesef, yine zemindeki mermerlerle kesişen ahşap parkelerin hem işçiliği hem de sıradanlığı devam ettiriyor.
    yerdeki elektrik kablolarını örten plastik bağlantıların, bina açılalı daha 1 ay bile olmadan dağılmış olması ve insanların ayağına dolanıp durması, tadilatın ne kadar müteahhit işi yapıldığını bir kez daha kanıtlıyor.
    bu iş için ayrılan fonun hallice olduğunu ama heba edildiğini düşünerek belki sanatsal içeriğe harcandığı düşüncesi ile tura devam ediyoruz. sergileri gezmeye en üst kattan başlıyoruz. galatasaray fotoğrafçısının sunumu gerçekten hoş, hakkını yemeyelim. bir müzik eşliğinde olabilir mi, hadi ama daha eleştirecek çok şey var, hakkımızı başka şeylere saklıyoruz.
    ara katlarda başka sergi görme ümidi ile devam ederken, kapalı her kapı bir beklenti uyandırıyor ama nafile, hepsinin sadece ofis olduğu anlaşlıyor. cafenin yer aldığı taraf şahane bir haliç manzarasını hakediyor ama bozulmuş istanbul silüeti buna izin vermiyor, yine de istanbulu affediyoruz ama günlerdir gazetelerde övülüp durulan cafe/restoranı affetmiyoruz. sıradanlık ve eskilikler burada da devam ediyor. restoranı adeta mutfağa çeviren kızartma kokusundan havalandırmanın ne kadar kötü olduğunu görüyor ve bir umut terasa çıkıyoruz.
    tıkış tıkış ama nedense boş masalar toz içinde. sipariş verilen lattenin kaşığı elimizde kalıyor, lattenin altına, ne bileyim yanına bir tabak veremeyen, içecek siparişini bir peçete ile yapmayı dahi akıl edemeyen bir işletmeciye emanet edilmiş kafe de, hiç de düşük sayılmayacak fiyatlarıyla sıfır not alıyor.

    tuvalete gidiyoruz; kapı kolu elimizde kalıyor. lavabolar hoş bir dizayn sunuyor ama neden 1 ayda sensorlü sabunların bozulduğunu anlayamıyor, acaba tuvalet malzemesi bir yerlerden ikinci el mi taşındı buraya diye düşünüyoruz.
    çıkışta danışmadaki bayana kapı koluna ilişkin malumat verirken, binanın içinde dolaşıp duran tüm çalışanları azarlayan, muhtemelen bina sorumlusu olduğunu anladığınız genç beyefendinin, tuvaletlerin zaten pislik içinde olduğuna ilişkin beyanatı ile, suçluluk hissi ile konudan uzaklaşıyoruz. ne de olsa tuvaletleri doğru düzgün kullanmayı bilen sanatseverler olmamız bekleniyor.
    kitapçı hayal kırıklığımızı tamir edecek bir orijinal ürün barındırmıyor. en sıradan d&r mağazasından da bunları alacağımızı düşünerek zaten satış yapmak konusunda en ufak bir niyeti olmadığını, önündeki bilgisayarındaki mevzuların daha ilginç olduğunu düşündüğümüz görevli genci kendi haline bırakarak burayı da terkediyoruz.
    kütüphane...sanat, ekonomi, tarih? bu kitaplığın konsepti nedir? hiç biri? sadece bir takım toplama kitaplar ve boş raflar..hiç bir heyecan vaat etmiyor. raflardaki eski istanbul telefon rehberinin, herhangi bir raf konseptine hizmet etmeyip sadece raf dolsun diye doldurulduğu fikrini kendimize saklıyoruz. kesinlikle bir yerlerden ikinci elden temin edilmiş olarak geldiği kanaatini burada da destekleyen dağınık masalar, kirli minderli ve neyi dineleyeceğimizi anlayamadığımız dinleme köşesi, herhangi bir heyecan uyandırmayınca burayı da terkediyoruz. zira sinirli ve kontrolcu bina sorumlusu, bu defa bu bölümün camlarının neden açık olduğuna ilikin sağa sola kızgın talimatlar veriyor. osmanlı bankası müzesinin yarım tadı ile idare edip, buranın bir kez daha elden geçeceğini ümit ederek, evet, tam bir hayal kırıklığı ile ayrılıyoruz.
81 entry daha
hesabın var mı? giriş yap