18 entry daha
  • anna karenina romanı 1873-1877 yılları arasında yazılmıştır. fakat romanı yazma düşünceleri tolstoy’un kafasına 1870 yılında girmiştir. bunu da eşinin günlüğündeki “tolstoy dün gece bana, yüksek sosyeteden, ama yolunu şaşırmış, evli bir kadın tipi yarattığını söyledi. bu kadını suçlu olarak değil de, sadece acınacak bir halde göstermek istediğini de sözlerine ekledi” cümlelerinden anlıyoruz.

    dostoyevski ise 1877 yılında bu kitap için “anna karenina, çağımızın avrupa edebiyatındaki benzerlerinden hiç birisinin, kendisiyle boy ölçüşemeyeceği kadar kusursuz, mükemmel ve ölümsüz bir san’at eseridir.” demiştir.

    eşsiz bir tahlil kabiliyetinin ürünü olan bu yapıttan birkaç alıntı yapalım....

    "garda kendisini karşılamaya gelen kocasını görünce uyanan izlenimleri:
    anna , kocasının soğuk ama gösterişli yüzüne özellikle şimdi onu şaşırtan ve melon şapkasının kenarlarına dayanan kulak kepçelerine bakarak: aman yarabbi, kulakları niye böyle olmuş?... diye düşündü”.

    “anna birdenbire:
    kadınların, hatta kötülükleri yüzünden bile erkekleri sevdiğini duymuştum, diye başladı. ama ben ondan, erdemleri yüzünden tiksiniyorum. ben onunla yaşayamam. onun fiziksel görünüşü bile üzerimde etki yapıyor, beni çileden çıkarıyor. ben onunla yaşayamam, hayır, yaşayamam. peki ben ne yapayım? eskiden de mutsuzdum, bundan daha mutsuz olunamayacağını sanırdım. ama, şimdi içinde bulunduğum bu korkunç durumu aklıma bile getiremezdim. inanır mısın, onun iyi bir insan olduğunu, eşsiz bir insan olduğunu, onun tırnağı bile olamaycağımı bildiğim halde yine de ondan tiksiniyorum. iyi yürekliliğinden ötürü ondan tiksiniyorum. benim için yapılacak biricik şey...”

    “evet, bu benim için büyük bir dert, oysa, dertlerimizden kurtulmamız için bize akıl verilmiş; o halde ben de kurtulmalıyım! artık bakacak bir şey kalmadıysa, bakılan şey insanı tiksindiriyorsa, ışığı niye söndürmemeli? ama nasıl? o kondüktör niye öyle geçti koridordan? bitişik kompartımandaki şu gençler niye bağırıyor? niye konuşup, gülüşüyorlar? bunların hepsi asılsız, hepsi yalan, hepsi kandırmaca, hepsi kötülük!”

    beni ise kitapta en çok annanın kardeşi stiva (stefan arkadyeviç oblinski -yoksa arkadyiç miydi?-) ile ilişkileri etkilemiştir. o devirde bu kadar iyi anlaşabilen bir kız ve bir erkek kardeş! düşünmesi gerçekten hoş. bu devirde bile kardeşlerin arasında ne denli uçurumlar olduğunu düşünürsek.... evet ben de stiva gibi bir biraderim olsun istiyorum!

    öte yandan kitabın başlarında beni haddinden fazla sıkan levin karakterinin toprak reformu hede hödölerinden bahsetmem lazım. levini o kadar itici buldum o kadar itici buldum ki, lev'in kendi karakterinden yola çıkarak tasarladığı bu adamın, deyim yerindeyse kitapta olmamasını isterdim... aşk ve ihtiras okuyacağız diye toprak ve çiftçilik bilgilerini okuyup en kalitelisinden çiftçi olacaktık neredeyse... neyse ki kiti'nin doğum yaptığı sahne ortaya çıktı. ve ben bir erkeğin "hep benim yüzümden acı çekiyor, ben sebep oldum bütün bunlara, keşke ölse de bitse" yorumunu yapabileceğini o sayfalarda gördüm. etkilenmedim değil. etkilendim... levin karakterinin de kitap içinde gerekli olduğuna kanaat getirdim. fazlalık yok... eksiklik de yok bu kitapta....

    ayrıca bende "rusçada evlilikten doğan akrabalıkların adlandırılması eksikliği" gibi bir kanaat uyandırmıştır bu kitap. netekim; beau-fréré enişte kelimesi yerine, belle-sour baldız kelimesi yerine, les beaux-frères bacanak kelimesi yerine, belle soeur da yenge kelimesi yerine defaatle kullanılmıştır.
695 entry daha
hesabın var mı? giriş yap