2 entry daha
  • ve gece, gündüz olmamaktan. güneş utanmasın diye her şey... bedenim yasaklı güne. haşimî bir minval üzre yetişiyorum. büyüyorum allah'ım, yüzüme bak gecelerden; ellerim ne kadar da güzel hâlâ oysa. dünyam şuracıkta kuruldu bir süre önce, lodos falan vardı, hani gözü yaşlı, zaman sadece birazcık hatadır bu yüzden. zaman, olmayan derelerinden bak istanbul'un ayak bileklerime. ıslak. şarapların testilerden içildiği zamaneyi düşlüyorum; elimizde tuttuğumuz ne denli mugayir bir duruş eyliyor oysa ki sana istanbul. senden de utanıyorum. kusura kalmayasın diye korkuyorum senden. inşaa ya allah! saygıdan. ve fareden ve böcekten korkttuğum kadar hiçbir şeyden korkmadım. bu bir kıyas yalnızca. ey gönlümü çalan sokaklar gecesi! bu seranat değil; bil ki bir yanım bölünmüş. yanlarım ağrıyor. bu ondan sebep, kaç parelendi sayamadım. benim payıma düşen 3 şişe şarap yalnızca. sen neyi en iyi bilirsin peki sokak bilmem neyi? yüzüme bakıyorsun fark ediyorum bunu ben yürürken. ve sana ses etmiyorsam, anla ki işim olduğundan. ben yürürüm zaten. erdemli bir yürüyüş bu. ve her daim işim vardır, yürürken dahi şarap içerim. elimle içerim ben bunu. ben bunu hep yaparım sokaklar şeysi. sana ses etmiyorum; çünkü ben az sonra evime gideceğim. söylesene senin en iyi bildiğin şey ne, ama en iyi bildiğin? lütfen, rica ediyorum söyle, çünkü ben kendi adıma bunu bilmiyorum.

    sürür gibi oluyorum kendimle yürüdüğüm zaman ayaklarımı. sürüngenlere atfedilen kötü şeylere de inanmıyorum... aklımda yalnızca o şimdilik. adamları da bıraktım tahtakale'nin yılankavi sokaklarında iyi mi! yol bilmez aymazlar! ne çok sövmüşlerdir bana. aman onlar da içecekler şaraplarını, bakacaklar dalgalarına. ne çok severim adamları. bilinçli bir aynasıza rast gelsem ne der acaba bana. geçen ay buradan mı alınmıştık sokak şeysi? ne yaman çelişki. bu çıkmaz sokağımız ne vakit düştü önüme anlamadım; ancak dik durmaya çalıştığımın ayırdındayım şu an.

    son şarabım elimde onmaz sokağımıza girdim. onunla benim sokağım, bir de kedilerin. insanlı hayat ne hüsnü bir şeydi oysa. kocaman anahtar falan var elimde, kapı sonra, ve çıt yok ev içerisi. tamam, gecenin mi sabahın mı bilmem ama zaman ve saatin aynı şey olmadığının bilincinde olan ben, son noktanın bir ev için çok geç olduğunun farkındalığının bilmem kaçında ekşi oluyorum evimizin içine. bu kez umutluyum. ve sesleniyorum: "kır çiçeğim, kirazlar çoktan olmuş ve ben sana aldan uslanmaz kirazlar getirdim!" yalan yok bizde. ses yok ama yine. kapıyı ardıma kapatıyorum. ve direkt salona dalıyorum bu kez. m u a z z e z . . .

    tüm eşyalar tutuşturulmuş sanki. her yer duman! ancak dumanın membaı belli değil. babam koku almaz, onun tersine ben çok iyi koku alırım ve hemen birçok kokuyu tanırım, parfüm kokuları haricinde. koku filminin hikâyesi o zamanlar henüz yazılmamıştı mon cher. biz ne zamandan bahsediyoruz a kazanova! muazzez'im 120 metrekare salonumuzun kapıya soldan bakan köşesinde bulunan kocaman saksının kenarına oturmuş dizlerine bakıyor. altında beyaz çiçekli bordo bir basma etek; üzerinde bembeyaz bir askılı. eteğinin üzerinde saksıdan aldığı gübreler var. ve sağ eliyle ayak bileklerine salınmış "sana gülbahçesi vadetmedim". okumuyor. diğer eliyle gübrelerle oynuyor. "muazzez'im, tarifsiz inandığım; acın acım, geberdiğin geberdiğim; ancak bak kediler falan var dışarıda, fısıltıyla yazılan bir bildirinin ilk satırı, bu böyle olmayacak" muazzez hareketsiz duruyor, işte yalnızca arada bir parmaklarıyla kucağındaki gübreleri karıştırıyor. bir kez daha ses ediyorum: "güzeller güzeli; bu hâl, hâl değil" ve hiç anlamadığım bir anda ve mümkün değil fark etmediğim bir yerden muazzez kitabı elinden fırlatıp bir pala çıkarıyor. en az yarı kolum kadar bu alet. ve müthiş bir çeviklikle ayağa fırlıyor; birkaç kez olduğu yerde zıplıyor, palayı da sağa sola sallıyor. led aydınlatmasıyla aydınlatılmış lüks salonumuzda pala kristallenmiş bir maddenin güzelliğinde parıl parıl parlıyor. maddenin gerçekliğine ve doğasına nail oluyorum bir yeniden daha. iki adım atıyor ileri; ben bir adım geri. duruyor muazzez. ve sima, dünyalar güzeli sima, bana elinde pala, pala kafasında üzerinde ışılderken diyor ki:

    - sen artık güzel değilsin. dereler nehirlerden her daim güzeldir. ve eğer derelerden sen kumlarını çekersen onların, yatakları bir daha eskisine dönmeyesine değişir. yıkıl şimdi adandığım!

    arkama bakmadan kapıya yöneliyorum ve hızla uzaklaşıyorum...

    2

    duran ben değilim ki ayakta
    gövdemden daha büyük ve akşama doğru
    görünmekte olan bir sıkıntı var
    dönüp arkama bakamam.

    su gürültüleri! ey benim güneşimi ikiye bölen hızarlar!
    ben işte günün birinde belli olurum
    iki olmam, bir olurum günün birinde
    hızarlar! bir olurum, tarih de düşerim
    cep defterime bir şeyler de yazarım
    bir gün bir akşama doğru bulunurum da
    bir kapıdan uzanmış binlerce boyun tarafından
    hızarlar! neden olmasın, elbette sorulurum.

    ey benim güneşimi ikiye bölen hızarlar!
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap