2718 entry daha
  • insan ve varoluşunu anlatan bir nolan yapıtı daha; yıldızlar arası… filmin ismi için, olayların geçtiği dekor ve ana tema dikkate alındığında çok isabetli bir seçim diyebilirim. yıldızlar arası demek aynı zamanda zamanlar arası demektir. başımızı kaldırıp yıldızlara baktığımızda gördüğümüz manzara aslında ne o ana ne o yere aittir; gördüğümüz hakikatte farklı zaman dilimlerine ait şu an orada olmayan hatta var bile olmayabilecek “yıldız” görünümlerine aittir. gördüğümüz manzara aslında, aynı anda, onlarca ışık yılından milyarlarca ışık yılına kadar geniş bir yelpazede yer alan neredeyse tüm zamanları ve mekânları aynı kara perde üzerinde seyretmekten ibarettir. işte yıldızlar arası, yani zamanlar arası ismi, bu hakikati adeta bir epigraf olarak daha ilk anda seyircinin eline bir anahtar olarak verir.

    çocukken yıldızlara bakar ve hayali bir teknolojiyle bu yıldızlardan dünyaya ait manzaraları çoklu televizyon ekranlarından seyrettiğimi hayal ederdim. aynı anda 500 ışık yılı uzaklığındaki yıldızdan istanbul’un fethini görürken 100 ışık yılı uzaklığındaki yıldızdan istanbul’un işgali seyrederdim. dinazorların dünyaya hükmedişini ve ortadan kalkışını aynı anda seyredebilirdim. tüm “tarihi vakalar” aynı anda ekranlara yansırdı. bir yıldızdan doğduğunu gördüğüm hiç tanışamadığım nenemin diğer bir yıldızdan toprağa verilişini seyrederdim. tüm ekranlar onların şimdisini benim şimdime taşır, zaman benim için hapishane olmaktan çıkardı.

    --- spoiler ---

    bu kadar uzun girizgâhın sebebi interstellar’ın hangi felsefik düzlemde hareket ettiğini anlatmak içindi. zaman bizim hapsolduğumuz bir boyut, ama 5. boyutta hareket eden bir varlık aynı çocukluk oyunumda olduğu gibi tüm zamanı aynı anda seyredebilir, zamanda serbestçe hareket edilebilir. 5. boyuttaki muhayyel varlıklar için geçmiş ya da gelecek yoktur; hepsi aynı andır, buradaki an zamansal birim değil sadece izah için kullanmak zorunda kalınan bir betimlemeden ibaret. işte filmin felsefik düzlemi burada kendini gösteriyor: baştan sona evrenin tüm mekân-zaman manzaraları seyredilip, her [fiziksel/tarihsel] olayın olup bittiği görülüyorsa; özgür seçim nedir, kader nedir?

    bu soruların tahliline girmeden, filmin bilimsel gerçekliğe olan sadakatini sorgulamadan –kesinlikle ihtiyaç yok, onlarca kez oldukça da nitelikli bir şekilde hâlihazırda bu başlık altında en ince detayına kadar incelenmiş durumda– filmin ana tema ve kurgusuna ilişkin birkaç gözlemimi aktarmak istiyorum:
    evvela filmin kurgusuna bakacak olursak; dikkatimi en çok çeken baba kız ilişkileri oldu. her nedense contact filminde de baba kız ilişkisiyle örülen bilim-inanç ikileminde düğümleri çözen bir babanın biliminsanı olan kızıydı. düğümleri çözen dediğime bakmayın aslında düğüm çözüp yeni bir düğüm bir atan demek daha doğru… aynı baba-kız ilişkisi interstellar’da da var, hem de iki baba iki kız olmak üzere… iki filmde de babalar kızlarından uzaklaştırılır. iki filmde de üç baba kızlarını yalnız bırakarak, yanıltarak hayal kırıklığına uğratır. üç kız da bilimle uğraşır ama düğümlerin çözümünü bilimle bulamazlar. iki filmde de böyledir; arroway de murph de çözümü bir “tecrübe”’de bir “sezgi”’de bulurlar; brand ise zaten baştan seçimini yapmıştır, edmunds sonrasında cooperla seçimine sadık kalır.

    hem contact’ta hem de interstellar’da; dr. arroway’e de kızımız brand’e de aynı soru sorulur. hatta birebir aynı kelimelerle “neden ölmüş birini severiz?”. iki filmin de temel sorusu budur; iki film de bu soruyu sorduran umarsız ve bir türlü tatmin olmaz insani arayışı gözler önüne sermek ister. iki kız da bu soru karşısında sessiz kalırlar, filmlerde işlenen “bilimsel izah dili” bunu tatmin edecek şekilde cevaplayamamaktadır. [yani filmlerin kurgusu böyledir; filmde iki katıksız bilim insanı da bu soruları cevaplayamaz.]

    dr. arroway, ben kanıtlarla hareket ederim der ve tanrıyı “kabul edemez” [çünkü bilimsel olarak olumlu ya da olumsuz yeterli kanıt yoktur], ama bir “tecrübe” yaşar. bu tecrübeye kimseyi inandıramaz, tanrı için kanıt arayan biliminsanı yaşadığı tecrübenin zenginliği ve mükemmelliğini diğerleri ile paylaşabilmek için adeta yalvarır; bu sefer de bilimsel kanıt arayan diğerleri onu reddederler; aynı onun tanrı inancı için hani kanıt nerede dediği gibi…

    dr. arroway babasını özlerken murph babasına kızgın, brand ise kırgındır. üç incinmiş kız bilimle hayata tutunup hayatlarını anlamlandırmaya çalışır, ama üçü için de çözüm sevgiyle yaşanan bir tecrübededir. bu öyle bir tecrübedir ki arroway pür biliminsanlığına rağmen benim gördüğüm manzarayı keşke bir şair görseydi de o anlatsaydı der. benim için contact filminde altın sahne budur. bir bilim insanının bir fenomenin anlatımı yerine bir şairin insani bir tecrübeyi tarif etmesi tercih edilmektedir.

    baba kız figürü neden bu kadar önemli bir dil haline gelmiştir; bunu freudyan bir bakış açısıyla izah etmeye yönelebiliriz; belki de hristiyan inancındaki “tanrı baba” figürü ile de izaha etmeye cesaret edebiliriz. yahut filmlerin arkasında aynı danışmanların yer alması da olabilir bilemiyorum. seçim sizin merak eden peşine düşebilir.

    interstellar’da insanın gözünden evrenin varoluşuna ait içkinlik sorgulanıyor. bir baba ve kızın gözünden, bilimsel fenomenler ile içimizi bir kurt gibi kemiren sezgi ve hislerimiz arasındaki diyalektiğin dinmeyen gerilimi incelikle anlatılıyor. ockham’ın usturası, bilimsel bir fenomenin izahında ne kadar önemli bir prensip olsa da, bir kız çocuğunun ruh dünyası tariflemek için ne kadar kaba saba bir yöntem olduğunu, tecrübeye dayalı gerçekliğin tarifi ve izahında ne kadar yetersiz kaldığını adeta gözümüze sokuyor: “bu semavi bir olay; hayır, hiçbir kelime bunu tarif edemez, bir şiir; bir şair göndermeliydiler, öyle güzel ki, çok güzel, çok güzel, hiçbir fikrim yokmuş!”. yine interstellar’da da cooper’ın dilinden yaşananların imkânını “sevgiye” bağlayışını dinliyoruz.

    evrenin bilimsel tarifi kuru, kaba, tatmin duygusu yaratmayan terimsel kelimelerden ibaret; bir baba ve bir kızın tecrübesinde ise kelimelere sığmayacak ancak şairlerin dilinde hayat bulacak semavi bir sevgi ummanı…

    son olarak filme ilişkin ilginç bulduğum bir iki sahne ve yaklaşımı buraya not edeyim:
    1) bu sefer kıyamet insanın değil, dünyanın kıyameti… insanlar hayatta kalmak için dünyayı kurtarmak yerine yeni dünya arayışına giriyor. adeta 4 milyar yaşındaki dünyadan ümit kesilmiş, ama bir iki milyon yaşındaki insan, kendini kurtaracak bir yol buluyor.
    2) yeni dünya arayışı için gittikleri ikinci gezegendeki bilimadamının ismi mann; tam da insanın taşıdığı potansiyeli anlatmak için seçilmiş güzel bir isim gibi duruyor. yine kolonyal hayat için gidilen gezegene gönderilen bilimadamının isminin edmuds olması, ya cooper ismi bunlar rasgele seçilen isimler mi; hiç de değil. gargantua ve lazarus gibi yunan mitolojisine yapılan göndermeler de yine bizi şaşırtmayan klasik hollywood ritüellerinden. [isimlerin anlamlarını araştırmayı size bırakıyorum, bulduklarınızla film daha bir anlam kazanacak..]
    3) babalar kızlarını karşılıklı değiş tokuş ediyor; murph profesör brand’ın yanında kalırken, kız brand cooper’ın yanında kalıyor. sevgiyle baştan tanışan kız brand cooper’ı kurtarırken, son ana kadar baba brand’ın izinden giden murph, baba brand’ı kurtaramıyor. [iç huzur açısından]
    4) cooper kendisini seçip kütüphane-tüm zamanlar kataloğuna getirenlerin görmese bile yine de onların insanlar olduğunu söylüyor. ama tars onları görür vaziyetteyken bunu ısrarla reddediyor. cooper’ın insani sezgisi ile tars’ın makine gerçekliği [her ne kadar %90 gerçeklik ayarı olsa bile] arasında seçim bize bırakılmış gibi.
    5) filmde ara ara belgesel izlenimi veren ihtiyarlara ait anıların aslında o dönemi yaşayan çocuklara ait olduğunu görüyoruz. filmin her an zamanlar arasında hareket ettiğini bize anlatmaya çalışıyor gibi.
    6) toplumsal örgütlenmelerin, özellikle de devletlerin, her zamanki malum ve aleni şeyleri yaparak hayatta kalmaya bağlı olan sarsılmaz inançları çok güzel bir şekilde eleştirilmiş: yeni düzendeki eğitim sisteminin mottosu “bizim pilotlara ve hava araçlarına değil çiftçilere ihtiyacımız var” şeklindedir.
    7) zaman-mekân örgüsünü, bir kütüphanenin tüm zamanları olarak, yine bir kütüphane kataloğunu andırırcasına resmetmek bence filmin en güzel kurgusal tasarımlarından birisidir. raflarda bir kitap arar gibi istenen mekân-zaman koordinatına gitmek çok güzel bir anlatım dili olmuş.
    --- spoiler ---
1982 entry daha
hesabın var mı? giriş yap