23 entry daha
  • bazı filmler vardır. çok beğenirsiniz ama bir türlü en yakın çevrenize bile kolay kolay tavsiye edemezsiniz. işte bu film de bunlardan biri. aslında tüm jeff nichols filmleri için aynı genelleme söz konusu olsa da filmin kalitesi bir take shelter ayarında da olmayınca daha da bir ikilemde kalıyorsunuz. öyle bir film işte.

    ama bir şeyden eminim. film hakkında düşünceler ikiye ayrılacaktır:

    1) kaliteli bir filmdi
    2) kötü bir filmdi ama sonuna kadar kendini izletmeyi kesinlikle başarıyor.

    birinci düşüncede olduğumu yineleyerek kısaca film hakkında birkaç kelam edeyim.

    --- spoiler ---

    yönetmen derdi olan adamlardan olduğu için az çok metafor az çok mesaj kaygısı arıyor insan. burada da çok iyi kurgulanmış bir hikaye var: film bir çocuğun kaçırıldığı bilgisi ile açılıyor. sonrasında otoritesi olan birinin tebaaından birine "bu çocuğu 72 saat içinde bul" demesiyle devam eden gizeme hemencecik kaçırılan çocuk olduğunu anladığımız küçüğün hikayesine doğrudan girizgah ilave ederek hızlı bir öyküleme yapıyor. bu, takibi zor ve başarısızlıkla sonuçlanacağı öngörülen bir hikayeleme girişimi olarak görünse de yönetmen burada resmen kalitesini konuşturuyor ve bunu sahnelerin devamında seyirci için tane tane merak unsurlarını serpiştirerek yapıyor. karakterlerimiz hızlı bir kovalamacanın içine sürüklendiğinde ise artık seyirci çoktan o arabadakilerden biri olarak kafasında sorularla filmin içine dalıveriyor.

    yönetmenin önceki filmlerinin temalarını işlediği konuları ve bu film hakkında yapılmış kısacık bir röportajını okuduğumda yönetmenin derdinin taa aristoteles'lardan günümüze gelen tabula rasa'nın (zihnin yaradılışta boş bir tablo olması) kalıplarla ya da dogmalarla dolmadan türlü boyunduruklardan uzak tutulması gerekliliği üzerine yarı didaktik bir eser oluşturmak olduğunu düşünüyorum. zira yönetmenin, eserini oluştururken küçük evladını bebek monitöründen izlemesinden ilham aldığını ifade etmesi de bu bakışı kuvvetlendiriyor. nichols'ın içgüdüsünü pek de bilmediği için anneyi olaya karıştırmadan kendi babalık hisleriyle anlattığı hikayede, michael shannon'ın harika rol yeteneği bu hissin sebep olduğu koruma içgüdüsünü ve fedakârlığı muazzam resmedebilmiş. küçük evlat alton'un çocukluğundan beri içinde bulunduğu aşırı dinci bir tarikatın bünyesinden, filmin ifadesiyle, "gerçek"liğe kaçarken bir yandan da devletin özgürlükten çokça uzak kalıplarla bu boş dimağı işlevsizleştirmesine karşı bir kaçış söz konusu. bu kaçış sürecinde yaşanan olumsuzluklar ise yine babalığın getirdiği korkuların dışavurumu diye düşünüyorum. kimileri isteyerek, kimileri istemeyerek alton'ın hedefine ulaşmasının önünde engeller oluşturuyorlar. bu süre zarfında da dikkat çeken bir şey daha var. alton'un kaderini zaten biliyor olması. bu duruş scientology'ye biraz yakınsasa da, babasının hiçbir şeyden habersiz olduğu halde oğluna duyduğu güven ve inancın en sonunda hikayenin sağlam bir çözüm bölümü olarak büyük bir mutluluğa dönüşmesi seyirciyi ciddi anlamda tatmin ediyor...

    bir de sinema tarihinde örneklerine çok rastlamadığımız kısa harika bir sahneye değinmeden edemeyeceğim. genellikle araba takip sahneleri hollywood aksiyonlarının en çok kullandığı ilgi çekici bir unsurdur malûmunuz. ancak bağımsız prodüksiyonlarda bu gibi klişelere alternatif düşünülen belki de en güzel araç içi gerilim sahnesini izlediğimiitiraf etmeliyim. sağlam bir trafik sıkışıklığı... babanın ekibinin ordunun kontrol amaçlı kestiği yolda temkinli bir şekilde evlatlarını aradıkları sahnedeki gerilim gerçekten eşsizdi diye düşünüyorum.
    --- spoiler ---

    bu film jeff nichols'ın en iyi filmi olmasa da kendisinin iyi yönetmenler listeme kalıcı olarak taşınmasına sebep oldu. o kesin.

    nihayetinde filmi gönül rahatlıyığla tavsiye edemesem de çok kaliteli bulduğumu itiraf etmeliyim.
25 entry daha
hesabın var mı? giriş yap