124 entry daha
  • animasyon filmlerden de sinema tarihini etkileyecek başyapıtların çıktığı bir dönemdeyiz. frozen bu başyapıtlardan biri değil, hatta pixar'ın koyduğu çıtayla karşılaştırdığımızda filme vasat bile diyebiliriz. ancak karlar ülkesi'nin, the lion king'den bu yana en büyük kitle beğenisini kazanmış, en fazla konuşulmuş ve tabi en fazla pazarlanmış disney filmi olması boşuna değil.

    bunun en bariz sebebi filmin feminen duruşu. hikaye tutarlılığında yaralar açsa da filmde "kadın gücü" vurgusu alenen yapılıyor. bu konu üzerinde bugüne kadar çokça duruldu, hatta o kadar çok duruldu ki filmin asıl olayından bahseden bir yazı şu güne kadar okumadım. araya bir küçük tespit sokup bu asıl olaydan biraz bahsedeceğim.

    filmin yetişkinleri kusturacak kadar pazar malzemesi olmasının sebebi günümüz jenerasyonuna etkisi. aralarında 6 yaş olan iki kız kardeşim var, biri büyürken her sene iki tane barbie filmi çıkıyordu, çizgi film kanallarında winx club, bratz gibi şeyler dönüyordu. haliyle büyük kardeşim "kız çizgi filmi" bolluğu içinde, pespembe odalarda büyüdü. ancak diğer jenerasyonda daha ziyade caillou, pepee gibi aseksüel, cinsiyetsiz çizgi filmler çok modaydı. frozen, bu 6-12 yaş arası neslin "prensesli film" ihtiyacını karşıladı. haliyle filmden sonra küçük kız kardeşim ve nesildaşları arasında müthiş bir hype baş gösterdi, filmin şarkıları ezberlendi, prenseslerin hareketleri taklit edildi, filmin lisanslı ürün satışları star wars'larla, harry potter'larla yarışır oldu. bu da filmin neden bu kadar popüler olduğunu açıklayan bir etken.

    filmin asıl olayı dediğim şeyse, filmin harikulade bir "farklı birey" manifestosu olması, bunu, anlayabilmek için çok da kurcalamaya lüzum olmayan, anlaşılabilir metaforlarla yapması.

    genel olarak, politik yahut sosyal göndermeler yapabilmek için sinemasal kalitesinden taviz veren yapımlarla barışık değilimdir. bunun çok kötü örneklerini de gördük: 1980 darbesi üzerine modaya uyan milenyum sonrası yapımlar, atatürk filmleri, destansı savaş, çanakkale, sarıkamış filmleri... aynı zamanda -yine türk sinemasının son döneminden örnek verirsek- çoğunluk, sarmaşık gibi kalitesinden taviz vermeden politik tokadını çarpan harika filmler de gördük.

    frozen, kesinlikle ikinci grubun üyesi değil. ilk başta bahsettiğimiz feminen hava için film zaten tavizler veriyordu. ancak asıl büyük tavizler filmin "farklılara hitap etmek" kaygısıyla verilmiş. zira tam da bu sebepten filmi izleyen yetişkinlerin -ben dahil- ilk tepkisi "ıyk" oldu. çünkü gerek hikayede gerek karakterlerde filmi küçük düşüren pek çok hata vardı. haliyle olgun seyircinin tepkisi olumsuzdu. bu başlığı incelerseniz de görürsünüz zaten, bir wall-e'nin, bir up'ın aldığı olumlu tepkilere bu film için rastlamayız.

    ben filmi çıktığı gün sinemada izlemiştim bizim ufaklık sağ olsun. tüm yetişkinlerle aynı refleksi verdim ve filmi beğenmedim tabi. ama sonra üzerine düşündükçe, filmi beğenmeme engel olan kusurların var olma sebebini buldum. film, cinsel tercihi yüzünden, politik görüşü yüzünden, dini inançları/inanmaması yüzünden, ırkı, cinsiyeti yüzünden dışlanmış her türlü farklıya cesaret vermek, on yaşındaki ufaklıklara olduğu kadar onlara da hitap etmek kaygısı taşıyordu.

    ve şunu söyleyebilirim ki, filmi ilk izleyip burun kıvırmamın üzerinden 3 sene geçmişken, o farklılardan biri olarak, yüzüklerin efendisi'nden beri ilk kez bir filmle bu kadar bağ kuruyorum.

    bu yazıya hislerimi kısaca yazmak için başlamıştım, iddiamın altını boş bırakmamak için filmde farklılara hitap edildiğini, onlar tarafından anlaşılabileceğini düşündüğüm şeylerden bahsedeceğim. uzayacak biraz.

    film başladığında gördüğümüz ilk şey kar taneleridir. kar tanelerinin en yaygın bilinen özelliği her birinin eşsiz olması, hiçbirinin birbirine benzememesidir. zaten film bu açılışa uygun şekilde taş trollerden, yaz mevsiminde yaşamak isteyen kardan adamlardan, kar büyüsü yapan kızlardan, geyiklerden oluşan renkli bir karakter yelpazesi sunacaktır bize.

    film hikayeye hemen dalar, bu sırada hikayenin mühim bir unsuru olmasına rağmen elsa'nın güçlerine dair herhangi bir açıklama yapılmaz. bu gücün sınırı nedir, nasıl ortaya çıkmıştır, yaygın görülen bir şey midir yoksa sadece ona özgü müdür... bu tarz sorular cevaplanmaz. sadece bunun doğuştan olduğu söylenilir, ve ailesi elsa'nın birilerine zarar verme ihtimalini düşünerek onu "içeri kapatırlar". bizzat babası tarafından tembihlenir: "conceal it, don't feel it. don't let it show." elsa'nın doğuştan gelen "farklılığının" bir dönüşü yoktur, üstüne gidilebilmesi, hatta üstünden gelinebilmesi, topluma adapte edilmesi mümkün değildir. üstüne bir de elsa kazara kardeşine zarar vermiştir. bu durumda yapılacak şey gizlemek, hissetmemektir. hatta gey durumu için sıklıkla kullanılan living in a closet metaforunun yerine ısrarla "shut herself in/shut everyone out" cümlesi kullanılır. doğrudan gardırop yerine "insanları dışarı-kendini içeri kilitlemek" ifadesinin kullanılmasındaki amaç filmin sadece eşcinsellere değil, her türlü "farklıya", her türlü sebep yüzünden o odaya kilitlenen insanlara hitap etmesindendir. bu "kapıların suratına kapanması" küçük kardeş anna'da öyle travmatik bir iz bırakmıştır ki, gerçek aşkı bulduğunu sandığında söylediği şarkının adı love is an open door'dur. yazarlar ısrarla kapı metaforunu kullanmaya devam eder.

    sonuç olarak elsa'nın sosyal hayatı sona erer, kız kardeşiyle arası gün geçtikçe açılır, öyle ki ailesinin cenazesine bile odasından çıkabilip de katılmaz. bu arada seyirciye "elsa'nın neden kapalı kalması gerektiğini" anlamasına yetecek materyal verilmez, elsa'nın güçleri disney'in 90'ların başlarında pırıltılı bir film çekmek için kullanabileceği cinsten güçlerdir aslında, haliyle izleyici "ne alaka neden bu kız saklamak zorunda?" sorusunu tam olarak cevaplayamaz. zira cevaplayamamalıdır da, çünkü içeri kapatılması haksızdır. farklılığı, kız kardeşine ve topluma açıklanıp, durumun "olduğu gibi kabul edilmesinin" önünü açmaktansa, daha kolay olan seçilir. toplumun bir "farklıya" adapte olmasını sağlamaktansa, o farklıya farklı olmasının suç olduğunu lanse etmek, ve ızdırabını kabullenmesini buna katlanmasını sağlamak daha kolaydır: sonuç olarak şatodaki tüm kapı ve pencereler sürgülenir, farklı birey toplumdan izole edilir, toplum da "aralarında hiç kimsenin farklı olmamasının" rahatlığıyla yaşamaya devam eder.

    aslında elsa'nın farklılığına toplumun nasıl bir reaksiyon vereceği dahi bilinmiyordur. daha önce dediğim gibi, aslında elsa'nınki pırıltılı bir farklılıktır, toplum tarafından kabul görmesi o kadar zor olmayabilir. fakat gizlenmesi için topluma etkisini ölçüp tartmaya gerek bile yoktur, toplumun "tepkisinden" çekinmek için bireyin "farklı" olması yeterlidir. kızın farkının "olumlu" etki yaratma ihtimali göz önünde hiçbir zaman tutulmaz.

    hikayenin akışı da bu tespiti doğrular nitelikte olur, halk elsa'nın durumunu ilk gördüğünde soru işaretli gözlerle bakakalır. ne yapacaklarını bilemezler, bu farklılığın kötü mü iyi mi olduğunu ölçmeye çalışmaktadırlar. ta ki bir provokatör, bir arrendelle çomarı çıkıp elsa'nın büyücü olduğunu haykırana kadar. ondan sonra sabanlar meşaleler çıkartılır. zaten ömrü boyunca doğuştan gelen farklılığının kötü bir şey olduğunu sanan ve bunu saklamayı hayat memat meselesi haline getirmiş elsa, farklılığının deşifre olmasının verdiği dehşet ve "halkını/ailesini kendinden koruması gerektiğine dair" yersiz erdemin dürtüsüyle kaçar.

    burada filmin en bilinen sahnesi ve şarkısı let it go gelir. 850 milyon tıklanmış dile kolay. bu öyle bir şarkı ki, bir eşcinsele closet'tan kurtulmasından sonra kalem kağıt verseler ortaya ancak bu güzellikte bir şey çıkar.

    "it's funny how some distance
    makes everything seem small
    and the fears that ones controlled me
    can't get to me at all"

    elsa, bu şarkıyla birlikte farklılıklarıyla yüzleşir ve kendisiyle barışır. güçlerinin sınırlarını, neler yapabilmeye yetenekli olduğunu test eder ve devasa bir şato inşa eder. hem karakterin kendisi, hem seyirci, elsa'nın farklılığının kızın odaya kapatılmasına neden olacak zararlı bir şey değil, tam aksine kontrol edildiği takdirde harika bir yetenek olduğunun farkına varır.

    bu süreçte anna, ilk başta halkın yaşadığı şaşkınlığın aynını yaşamıştır, ancak "farklı" kişinin bizzat kardeşi olduğunu da unutmaz. yaygaracının galeyanına gelerek lincin parçası olmaz. elsa'yı aramak ve onunla konuşmak için yola düşer. tam yola çıkacağı sahnede şöyle bir diyalog yaşanır:

    yaygaracı: is there sorcery in you too!? are you a monster too!
    anna: no, no. ı'm completely ordinary!
    hans: that's right she is. (kız bozulmasın diye) i mean, in the best way.

    bu diyaloga birkaç sahne sonra elsa ile anna'nın hadiselerden sonraki ilk karşılaşmasında harika bir dönüş yapılır.

    anna: woow elsa, you look.. different! ... it's a good different.

    bu arada kapı metaforu tekrar kullanılır ve cuk diye oturmuştur: anna şatonun önüne gelir, kapıyı çalıp çalmamakta çok tereddüt eder, fakat kapıyı çaldığı anda kapı açılır ve kızımız "it opened! that's a first." şeklinde tepki verir. elsa'nın kimliğini kazanmasından sonra nihayet ilk kez elsa'nın kapıları anna'ya açıktır. iki kardeş onca yıl sonra ilk kez aslında oldukları hallerinde karşı karşıya gelirler.

    buradan sonra film biraz daha aksiyona verir kendini, olayların çözümlenmesi için sakil bir koşuşturmaca başlar. en sonunda anna'nın hayatını kurtaracak "gerçek sevgi ile yapılmış bir hareketin" beyaz atlı prens'lerden değil de, ablasından gelmesi ile feminist mesaj da izleyiciye ayan beyan verilir.

    bu ayan beyan mesajın altında kaybolan ikinci bir altmetni vardır aslında filmin. seyircinin bunu tespit edebildiğini bugüne kadar görmedim, bu başlıkta bile filmin farklılara hitap eden yönüne değinen 2-3 tane entry var, onlar da kapsamlı bir şekilde değinmemiş zaten.

    yaptığım tespitlerin "göz var o zaman illüminatiğğ" gibi zorlama tespitler olduğunu düşünmüyorum. bilakis, normalde beğenmediğim ve zayıf bulduğum bir filmle aramızda hiç yoktan çok güçlü bir bağ ortaya çıktı. aynı şekilde, bir geyin bu filmi izleyip de elsa ile arasında hiçbir benzerlik görmemesinin mümkün olduğunu hiç sanmıyorum. bu bağlamda bu yazıda ileriye sürdüğüm savlarda çok samimiyim.

    bunların yanında, film lion king'den bu yana en harika disney müzikalidir. şarkıları filmin hem kendisiyle hem de alt metniyle harika uyumludur. kah güldürür kah ağlatır. iyidir.

    "elsa?
    please i know you're in there
    people are asking where you've been
    they say "have courage"
    and i'm trying to
    i'm right out here for you
    just let me in.
    we only have each other:
    it's just you and me.
    what are we gonna do?

    do you wanna build a snowman?"

    haftalar sonra edit: http://i.hizliresim.com/oevw8a.png
    "say whatever you want about frozen, but let ıt go and the movie as a whole saved my life when ı was a scared gay seventh grader in catholic school.?"

    tam da bundan bahsediyordum, emsal birini görünce mutlu oldum.
37 entry daha
hesabın var mı? giriş yap