• saat 8:45. ise yeni gelmissiniz. dunyanin en dokunulmaz, en heyecanli, en cok arzulanan sehirlerinden birinde yasiyorsunuz. muhtesem bir guz gunu. gunes piril piril, gokyuzu mavi. gunun ilk kahvesini iciyorsunuz. az once asagidaki kahveciden almissiniz. yarisi asansor beklerken bitmis.

    saat 8:20'de beklemeye basladiniz asansoru. "yine geciktim" diye dusunuyordunuz. asansorun onunde kuyruk. neredeyse her sabah gordugunuz yuzler. dunyanin en dokunulmaz, en heyecanli, en cok arzulanan sehirlerinden birinin en taninmis binasinda calisiyorsunuz nede olsa. binlerce kisiyle beraber. gune erken baslamasiyla taninan bir ulkede.

    kahvenizden bir yudum daha aliyor ve disariya bakiyorsunuz. muhtesem bir gun. az ilerde ozgurluk aniti. milyonlarca insana hosgeldin diyen, milyonlarca insanin hayallerini susleyen, umut veren ozgurluk aniti. biraz asagida wall street. belki "dunyanin en buyuk uckagidi, kagittan ekonominin merkezi" diye dusunuyorsunuz. anlamakta zorlaniyorsunuz bazen: nasil firmalar kagit uzerinde yaratiliyor, kagit uzerinde isletiliyor, kagit uzerinde kara geciyor, kagit uzerinde alinip satiliyor, kagit uzerinde yok ediliyor, ve arada birilerini gercekten zengin ediyor...

    "neyse, bana ne" deyip kafanizi cevirdiginiz anda kahveniz elinizden dusuyor! aynen filmlerdeki gibi, devasa bir ucak uzerinize dogru geliyor. "yanilsama herhalde" diyorsunuz, "bu kadar yakin olamaz, herhalde zorunlu inis yapiyor, bizi pas gececek". emin olmak icin gozlerinizi bir acip kapatiyorsunuz ve "aman tanrim, carpacak!" diye bir ciglik atiyorsunuz. kafanizdan gecen son dusuncenin ne oldugunu kimse asla bilemeyecek...

    belki de sanslisiniz. cigliklari duymadiniz. insanlarin suratindaki dehseti, caresizligi ve korkuyu gormediniz. karanlik bir merdivende, binlerce kan revan icinde insanla tikanip kalmadiniz. 18 yil gibi gecen 18 kisa dakika sonra, "galiba kurtulacagiz" diye umutlanmaya baslarken, ikinci infilagi duymadiniz. ayaklarinizin altindaki zeminin sallanmaya basladigini hissetmediniz. zifiri karanlikta son hissettiginiz yercekimsizlik ve icinizi hoplatan bir dusme duygusu olmadi. sizin icin her sey cok cabuk bitti. bir anlik saskinlik, sanki biri yuzunuzde flas patlatmis gibi kor edici bir parilti, ve sonrasi karanlik.... "sans" belki dogru kelime degil, ama ilk akla gelen....

    . . . . .

    sabah 9:00. ayni ulkenin baska bir zaman diliminde ise gidiyorsunuz. radyo acik. herzamanki kotu, yaraticiliktan nasibini almamis reklamlar. sonra her sabah sinirinizi bozan laubali sunucu konusmaya basliyor. fakat bu sabah sesinde bir tuhaflik var, "radyosunu yeni acan dinleyicilerimiz icin ozetleri veriyoruz, bu sabah new york saatiyle 8:45'de dunya ticaret merkezine bir ucak carpti." diyor.

    gozunuzun onunden kucuk bir cessna, belki bir firtina, belki ters giden bir hava gosterisi ve milimetrik bir pilotaj hatasi gecerken, sunucu devam ediyor: "yaklasik 20 dakika sonra bir diger ucak ikinci kuleye carpti"... inanamiyorsunuz, bu kadarda tesaduf olmazki!
    haberler bu kadar degil, sunucu devam ediyor: "bir sure sonra benzer bir ucak pentagon'a dustu. uc ucaginda yolcu ucagi oldugu aciklandi. ucaklardan birisinin american airlines'a ait bir boeing 767 oldugu belirlendi. beyaz saray dahil washington'daki tum devlet binalari bosaltildi".... icinizden gulmek geliyor. 1 nisan olmadigini biliyorsunuz, ama her an radyoda orson welles'in olumsuz "dunyayi marslilar isgal etti!" anonsunu bekliyorsunuz. nafile, gelmiyor....

    arabadan kahve almak icin iniyorsunuz. cevrenizdeki herkes ayni seyi konusuyor. hepsi ayni radyo istasyonunu, ayni laubali sunucuyu dinliyor olamazki! sonra gozunuz tezgahtarin arkasindaki televizyon ekranina kayiyor ve vucudunuzdaki tum kanin cekildigini hissediyorsunuz: ekranda sevdiginiz, belki birgun yasamayi planladiginiz new york. ama birsey yanlis. birsey eksik...

    sehir duman icinde. siluetini taniyamiyorsunuz, birsey eksik: dunya ticaret merkezinin ikiz kulelerinden biri ayakta, ama oteki kaybolmus tam "acaba?" diye dusunurken, gozlerinizin onunde ikinci binada cokuyor. daha once televizyonda defalarca gordugunuz yikimlari andiriyor: devasa bir bina, yavas yavas, kat kat cokuyor... ama birsey yanlis. daha once boyle goruntuler gordunuz ama bu degisik. "kontrolsuz" belki dogru kelime degil, ama ilk akla gelen....

    iki-uc gun once telefonda konustugunuz kadin geliyor akliniza. bir is icin aramisti. new york'da havanin ne guzel oldugundan konusmustunuz. gerekli evraklari yollamak icin adresini almistiniz telefonda. ofisleri dunya ticaret merkezindeydi... itiraf etmeliki azicik gipta etmistiniz, "benim ne isim var burda, orda olmaliyim" diye gecirmistiniz icinizden..... sonra tanidiginiz bir cocugu hatirliyorsunuz. en son konustugunuzda dunya ticaret merkezinde fotografcilik yaptigini soylemisti. icinize hayatta ilk kez hissettiginiz bir karanlik cokuyor. ne hissettiginizi bile bilmiyorsunuz. "huzun" belki dogru kelime degil, ama ilk akla gelen....

    . . . . .

    suratiniza ufleyen klimaya ragmen ter icindesiniz. son bir saat ne kadar hizli gecti! oysa herseyin agir cekimde gecicegini hayal etmistiniz. yillardir hazirlandiginiz an buydu, ama karmasada tum dusunceleriniz, tum beklentileriniz yitmisti. boluk porcuk birseyler vardi kafanizda: aksam uyumadiginizi hatirliyordunuz; fakat son yediginiz yemek neydi, ne zamandi onu cikaramiyordunuz. kaldiginiz evden cikmadan dua ettiginizi hatirliyordunuz; ama buraya nasil geldiginizi, bu klimanin karsisina nasil gectiginiz bir sirdi.

    yillardir bu ani beklemistiniz. beyninizde, yureginizde intikam ve nefret disinda hic birsey yoktu. artik neden intikam almak istediginizi yada neden nefret ettiginizi bile unutmustunuz. tek bildiginiz icinizin nefretle dolu olduguydu....

    kutsal birsey ugruna savastiginiza inaniyordunuz. icinizi nefretle dolduran, sizi intikama iten bir tanriniz vardi. hayatinizi bir tanri ve bir peygamber adina savasmaya, intikam almaya adamistiniz....
    ne tanri, nede peygamber sizden bunu acik acik istemisti; ama guvendiginiz "hoca" anlatmisti size bunun tanrinin ve peygamberin istegi oldugunu. sorgulamamistiniz hocanin dediklerini. zaten dininizde sorgulamaya* pek yer yoktu... dogrulugunuda arastirmamistiniz.... zaten dininizde arastirmayada* pek yer yoktu.

    elinize bin yillik bir kitap vermisler ve "bu kitap disindaki hersey yalan, hersey yanlistir" demislerdi.... daha fazla merak etmemistiniz. zaten dininizde bilgiyede pek yer yoktu. size kitabin ne anlama geldigini aciklamislardi. hakkinda pek dusunmemistiniz. zaten dininizde ozgun dusunceyede pek yer yoktu.

    ne de olsa dininizin anlami "teslimiyetti".... surekli "oz iradeden" bahsediyorlardi ama cok onceden ogrenmistiniz dininizde iradenin yeri olmadigini. kadere inaniyordunuz koru korune. hersey siyah beyazdi: sizin gibi "inanan", "teslim olmus" kardesleriniz vardi. insanligin geriye kalani
    dusmaninizdi: kitabinizin dusmani, tanrinizin dusmani, peygamberinizin dusmani.... yani sizin dusmaniniz.....

    sakince ayaga kalktiniz ve daracik koridorda, on tarafa dogru yurumeye basladiniz. kabine girip, donusu olmayan sureci baslatmadan gordugunuz son surat bir cocuk suratiydi. sonra tum suratlar, tum konusmalar, tum duygular birbirine girdi... hersey karanliga karismadan onceki son saniyede, o cocugu gordugunuz anda icinizde nefret disinda bir sey hissettiginizi farkettiniz. sasirdiniz... icinizde yillarca nefretten baska bir duygu olmamisti. savasmaniz gerektigini soyleyen hoca surekli dininizin hosgoru dini, sevgi dini oldugunu vaaz ederdi.... yinede icinizi sadece nefretle doldurmustu... oysa o cocugu gorunce farkli birsey hissetmistiniz, ama artik cok gecti. "tereddut" ve "pismanlik" belki dogru kelimeler degil, ama akla ilk gelenler....

    . . . . .

    bugun amerika masumiyetini tumuyle kaybetti... cogumuz terorle, korkuyla buyumus bir neslin cocuklariyiz... teror ve nefret ulkemize yabanci degil. hepimizin kara gunlere ait anilari var: ankara'da, istanbul'da patlayan bombalar, sokaklarda vurulan insanlar, kosebaslarinda nobet tutan panzerler, suikastlar, isgal edilen sefaretler, rehineler, sokak catismalari....

    12 eylul oncesi evimiz bir sefarete komsuydu. sefaretin oteki tarafinda ise bir park vardi. parkin dikenli tellerine asilan bombali pankartlar hayatimizin bir parcasi olmustu. kiz kardesimle cevrelerinde oynardik. boluk porcuk hatirliyorum, o cocuk yasimizda bomba uzmani kesilmistik, yalanci bomba nedir, sahici bomba nedir, ses bombasi nedir bilirdik....

    cocuklarin bilmemesi gereken seyler bunlar.... ama bizim hayatimizin bir parcasiydilar. yinede sansliydik, belfast'da, kudus'te, beyrut'ta, kinsasa'da buyumuste olabilirdik.

    amerikan cocuklari bizden de sansliydi: bu tip seyleri sadece filimlerde gorerek buyuduler. cnn oncesinde televizyonda bile gormek mumkun degildi cogunu... bu tip "korkunc seyler" sadece baska ulkelerde olurdu. amerika "dokunulmazdi", amerika masumdu... zaten boyle bir sey olucak olsa, amerikanin gunler, belki aylar onceden haberi olurdu. amerika "dokunulmazdi", amerika "masumdu"...

    ilk alarm yillar once, yine ayni dunya ticaret merkezinde patlayan bir bombayla calmisti. sonra oklahoma'da bir devlet binasi yerle bir edildi, ardindan atlanta olimpiyatlarinda bir bomba patladi... amerika hem ic, hem de dis terorle tanismisti. ama ruya devam etti.... ta ki bu korkunc gune kadar. ruya bugun sona erdi ve amerika masumiyetini tumuyle kaybetti..... ne yazik ki dunya tarihinin en feci, en buyuk teror olayiyla.... tum dunyaya, amerikaya, hepimize gecmis olsun.....

    teror korkunc... nefrette.... nerde olursa olsun... nefretin ve terorun en buyuk kaynagi oldugu icin dinde korkunc.... hangisi olursa olsun... her ne kadar masum oldugunu iddia etsede, her ne kadar hakli oldugunu iddia etse de, ne masum, nede hakli... aciklamasi olabilir, ama terorun mazereti yok....

    nefret ve kin insanligin bir parcasi. bir insan duygusu. nefret ve kin olmak zorunda, tum duygularin olmak zorunda oldugu gibi. nefret ve kin olmadan sevgi ve hosgoruyu anlamak imkansiz.... ama teror? aciklamasi olabilir, ama mazereti yok.....

    tarihte din kadar hicbirsey insanlarin arasina nifak tohumu ekmedi. bugun bir kanitini daha gorduk. tum veriler islamci bir gurubun sorumlu oldugunu gosteriyor, keske yanilsalar. daha ne kadar insanin olmesi gerekicek dinin hosgoru, sevgi, baris getirmedigini anlamak icin? muslumanlik olsun, hiristiyanlik olsun, musevilik olsun, insanlarin arasina nifak tohumlari eken, nefreti besleyen, ucurumlari buyuten dinler oldugu surece dunya barisindan nasil bahsedebiliriz? 21. yuzyil insani olarak dine, nefrete, terore nasil taviz verir, nasil inanir? canlar yakmasina nasil izin veririz? sabahtan beri dusunuyorum, keder icinde, yuregim paramparca. "cehalet" belki dogru kelime degil, ama akla ilk gelen....

    bugun, bu sabah, ayni zamanda bob dylan'in 43. albumu cikti. 1963 yilinda "blowin in the wind" sarkisini yazan bob dylan'in.... yillardir barisseverlerin, hayalperestlerin dilinden dusmeyen "blowin' in the wind"'i. 38 yil once dylan "artik yeter" diyebilmemiz icin daha kac kisinin olmesi gerektigini sordu..... ne yazikki cevabini hala bilmiyoruz. milyonlar yetmedi... belki ders olur, bu sefer ogreniriz. "umut" belki dogru kelime degil, ama ilk akla gelen....
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap