5 entry daha
  • abdestli kemalizm
    30 temmuz 2017

    giriş
    artık düzenli yazmıyorum. diğer meşguliyetlerim nedeniyle yazıların arasına uzun aralar girebiliyor. ancak türkiye'nin yaşadığı hızlı değişim nedeniyle kimi okuyucular sorular soruyor, kimileri ara sıra düştüğüm notları detaylandırmamı istiyor, kimi diğerleri ise, itirazlar getiriyor. bunların hepsi doğal. ancak türkiye politikaları hakkında yazılar yazmak, benim birincil isim değil. (ikincil isim de değil.) ayrıca, vakit darlığı nedeniyle her konuyu detaylandırmam ya da her itirazı dikkate almam zor. yine de, en azından yaygın olarak gelen bir dizi soru ve itirazı cevaplandırma adına, türkiye'nin genel gidişatı hakkında bir dizi değerlendirmede bulunmak ve zaman zaman yaptığım paylaşımlarda öne çıkan perspektifin arka planını paylaşmak istiyorum. bu perspektife herkes katılmayabilir. ama birincil amaç zaten ikna değil. hem akp'ye hem de kemalizme mesafeli olan bu pozisyonun daha iyi anlaşılmasını umuyorum sadece.

    1. "hala akıllanmadınız mı?"
    geçen ay, "ramazan ayında sokakta yemek yenir mi?" başlıklı bir yazı yazdım (21 haziran 2017). özetle dedim ki, "yenmese daha iyi olur, ama yenirse de dünyanın sonu olmaz." ardından da, birkaç örnekle bu pozisyonu açıkladım. bu yazı üzerine, bazı kimseler "hala akıllanmadığıma" kanaat getirdiler. öyle ya... akp neler neler yapıyor, ama ben hala "inançlı insanlara saygılı olmaya çalışmak gerekir" diyorum!

    acaba neden böyle davranıyoruz? bir ihtimal, değerlendirmelerde bulunurken kendimize mesafe almakta zorlanmamız. bu ihtimale binaen, daha anlaşılır olabileceği düşüncesiyle yazının sonuna hindistan'dan farazi bir örnek ekledim. yazının ilk halini görenlerin ne kadarı geri dönerek o notu da okudular bilemiyorum. okuyanların ne kadarı ikna oldu, o konuda da bir fikrim yok. ancak bu türden tepkiler, türkiye'de siyasetin (ve insan ilişkilerinin) genel yapısı hakkında bir fikir veriyor. (bir insanın başkalarına nasıl davrandığının, başkalarından ziyade, kendisi ile ilgili bir durum olduğu fikri türkiye toplumuna epey uzak gibi.)

    2. bölünmüş toplumlar
    bölünmüş toplumlarda, insanların siyasi pozisyonlarını öncelikle grup aidiyeti belirler. örneğin, bir argümanın içeriğinden ziyade, kim tarafından ve kime karşı dile getirildiği önem kazanır. zira, bu gibi "toplum"larda insanlar problemin kendisinden ziyade, birbirleriyle uğraşma eğiliminde olurlar. siyaset, grup çatışmalarının yaşandığı bir platform haline gelir ve dost-düşman ilişkileri ekseninde şekillenir.

    dost-düşman ilişkileri, sadece kazanma amaçlı olmaz. insanlar zaman zaman düşmanlarının burunlarının sürtüldüğüne şahit olmayı, zaferden dahi daha tatmin edici bulurlar. çünkü, geçmişte çekilen acıları ve özellikle de aşağılanmışlık hissini unutmak kolay değildir. maya angelou bu konuda şöyle der: "insanlar, söylediklerinizi, yaptıklarınızı unuturlar; ama onlara yaşattığınız hisleri asla unutmazlar." bugün dindar kesimin yaşadığı zafer sarhoşluğu ve yeni haksızlıklara yönelik duyarsızlığı, böyle bir geçmişe dayanıyor. bu psikolojiyi aşabilmek kolay değil.

    3. kemalistler haklı mı çıktı?
    muhafazakar iktidarın problemli uygulamalarına şahit olan bazı insanlar, "kemalistler haklı çıktı" diyorlar. yani, "bu adamlara güven olmaz; bunların kontrol altında tutulmaları şarttı; bundan sonra da bir yolunu bulup yine eski sisteme geri dönmek gerekir." halbuki bu savunulması gayet zor bir pozisyon. toplumun dörtte biri, eskiden olduğu gibi %50'nin iradesini yine bir şekilde hiçe mi sayacak? ya da bu %50 içindeki muhafazakar kitle sürekli vesayet altında mı yaşatılacak? bu vesayet hangi etik gerekçeyle varolacak, hangi prosedürler doğrultusunda uygulanacak, ve hangi kurumlar tarafından işlevsel kılınacak? bir an için yukarıdaki soruların içerdiği etik ve işlevsel sorunları görmezden gelerek şu problemi düşünelim: türkiye'de böyle bir vesayeti yeniden hakim kılmanın iç savaş dışında bir yolu kaldı mı?

    4. askeri vesayet dönemi
    hatırlayalım: çok da uzun sayılmayacak bir süre önce, türkiye'de sosyal, siyasi ve kültürel alanlar, ordu ve yargı vesayetinde idi. örneğin, başörtülü genç kızlar üniversitelerde okuyamaz, sıradan belediye işletmeleri dahil hiçbir devlet kurumunda çalışamaz, hatta kimi devlet dairelerine adım dahi atamazdı. dindar insanları alenen aşağılamak sıradandı. hatta bütün bunlar, dönemin medyası tarafından desteklenir, ilgili hakaret ve aşağılamalar gazete ve televizyonlarda sistemli olarak olağanlaştırılırdı. sonra devran döndü... önce dini bir grup kritik devlet kurumlarını yavaş yavaş kontrolü altına aldı. ardından, muhafazakar bir parti iktidara geldi ve vesayetin gücünün azalması ile birlikte siyasi sistemi dönüştürdü. sonra bu iki grup birbirine düştü, araya kan girdi, ayrı konu... ama bu iki grubun, kemalizmin ürünü olmadığını (ya da en azından kemalist uygulamalara duyulan tepkinin de yardımıyla destek bulmadıklarını) söyleyebilir miyiz? yeni bir vesayet dönemi, daha ileride bugünkünden de büyük bir hesaplaşmaya kapı açmaz mı? o halde nasıl oluyor da, kemalistler haklı çıkmış oluyor?

    5. islamcılığın radikalleşme potansiyeli
    bu demek değil ki, kemalizm olmasaydı, muhafazakar kesim daha makul ve anlayışlı bir çizgide olacaktı. olabilir, ama pekala olmayabilir de... yaşanmadı, dolayısıyla bilmiyoruz. ama şu kadarını söyleyebiliriz: türkiye'de ve dünyada, gayet ılımlı islami gruplar bulunduğu gibi, gayet zalim olanlar da var. bu iki ucun arasında, grinin farklı tonlarına karşılık gelen çok sayıda islami oluşum da bulunuyor. dolayısıyla, islami grupları kategorik olarak ılımlılık ya da radikalizm ile ilişkilendirmek zor. ancak islami öğretinin radikalleşmeye karşı yeterli korunma sunmadığı, hatta kimi ortamlarda radikalleşmeyi körükleyebildiği de bir gerçek. bunların manası (kabaca) şu: islamcılık, otoriterleşme ve totaliterleşme potansiyeline sahip bir siyasi ideoloji. kemalizm ise, adeta tanımı gereği öyle.

    ancak islamcılık ve kemalizm türkiye siyasetindeki iki kutup noktası olmak zorunda değil. bu iki siyasi pozisyon, aynı zamanda türkiye'nin iki derdi. dolayısıyla da, aslında çoktan tarihe karışmış olması gereken bu iki derdi aşmadan türkiye'nin huzur bulması zor.

    6. yeni türkiye'nin iki kitlesi
    türkiye siyasetindeki yakın dönem tecrübeler kabaca iki geniş kitle ortaya çıkardı: (1) dünyayı bir dizi komplo teorisi ekseninde anlamlandıran ve ülke yönetiminin mümkün mertebe yerli-ve-milli olmayan bir parti ya da gruba terk edilmemesi gerektiğini düşünen milliyetçi-muhafazakar taban, ve (2) islam(cilik) alerjisi nedeniyle bugünlerde batı yanlısı gibi görünse de, aslında batıya sadece kültürel anlamda (ve aslında muhayyel) bir yakınlık hisseden, siyasi düşünceleri hala ucuz emperyalizm söylemleri ile şekillenen, ve ulusalcı damarının da etkisiyle zaman zaman batı karşıtlığının nüksetmesi neredeyse kaçınılmaz olan neo-vesayetçi kemalist azınlık.

    birinci grup, dünün mağduru. ancak geçmişin mağduriyetleri bu grubun hafızasında halen çok taze. geçmiş mağduriyetler, aynı zamanda bu geniş grubu mobilize etme adına (aynı derecede olmasa da) hala işlevsel. bu grup, ilgili işlevselliği bir dizi komplo teorisiyle harmanlayan popülist bir siyasetçinin güdümünde giderek daha da mağrur, yavan ve zalim bir çizgiye savruluyor.

    ikinci grup ise, geçmişe dair ciddi bir özeleştiri yapabilmiş değil. içlerinde bazıları, artık "türbanlılar da üniversiteye girebilmeli" ya da "kürtçe konuşmak yasak olmamalı" gibi şeyler söylüyor olmanın kendilerini temize çıkardığını düşünüyor! bugün bile ciddi ciddi "demek vesayet gerekli idi" diyebilmeleri, geçmişleri ile yeterince yüzleşememiş olduklarını ima ediyor. halbuki pek çok insanın akp'ye kerhen oy vermesi, onların bu gibi aymaz ve empati yoksunu tavırlarıyla ilgili.

    7. yeni türkiye'de halk iradesi
    türkiye'de son dönemde gerçekleşen bazı uygulamalar var ki, değil izahı, apolojisi dahi kolay değil. ülkenin en ciddi muhalefet partisinin eş başkanlarından biri tutuklandı ve epey bir zamandır içeride. aynı partinin milletvekilleri de iktidarın keyfince zaman zaman tutuklanıyor ve serbest bırakılıyor. kimi diğerlerinin ise vekillikleri düşürüldü.

    zamanında bütün söylemini halk iradesi etrafında şekillendiren ve parti kapatma davalarından merve kavakçı'nın meclisten kovulmasına dek pek çok hadisede argümanlarını hep bu etik gerekçeye dayandıran bir siyasi gelenek için bunlar yenir yutulur şeyler değil.

    8. müstakbel seçim süreçleri
    bunlara ek olarak, merkezi hükümet, yönetmekte zorlandığı doğu illerine kayyumlar atadı. medya ve gazetecilerin özgürlüklerini sınırladı. ya da, daha doğru bir ifadeyle, türkiye'de medya özgürlüğü zaten seçici olarak vardı, ve yeni türkiye özgürlükleri genişletmek yerine farklı bir medya kesimini kayırmaya başladı.

    ülkenin siyasi rejiminde yapılan değişikliğe dair referandum öncesindeki kampanya, bu şartlar altında gerçekleşti. bütün bunlar, müstakbel seçim süreçlerinin gerçekleşeceği şartlar konusunda da soru işaretleri ortaya çıkarıyor.

    9. türkiyeli muhafazakarlar ve demokrasi
    etyen mahçupyan yıllarca türkiye'nin demokratikleşmesinin yolunun muhafazakar kesimin bu yönde yaşayacağı bir dönüşümden geçtiğini söyledi. son gelişmeler üzerine, mahçupyan'ın tezinin yanlışlandığını düşünenler var. halbuki, mahçupyan'ın bir tez ya da öngörü ortaya koyduğunu söylemek zor.

    mahçupyan, muhafazakarların demokratlaşacağı ve ardından türkiye'ye demokrasi getirecekleri yönünde bir öngörüde bulunmuyor. mahçupyan'ın yaptığı şey, bir zorunluluğa işaret etmek. bu pozisyon belki şöyle basitleştirilebilir: "elimizdeki halk bu. bu halkın ekserisi muhafazakar. şayet türkiye bir gün demokratikleşecekse, bu ancak ilgili kitlenin demokratlaşması ile mümkün."

    aslında türkiye halkının milliyetçi-muhafazakar yapısının herkes farkında. vesayetçiler de şöyle diyorlar: "elimizdeki halk bu. bu halkın ekserisi muhafazakar. bu durumda en doğrusu, onları vesayet altında tutmak!"

    10. kemalizm ve islamcılık
    kemalizmin demokratlık çerçevesinde söyleyecek çok fazla sözü yok. zira kemalizm türkiye'yi demokratikleştirmeye değil laikleştirmeye odaklanan ve bunu gerçekleştirme adına otoriter yöntemlere başvurmakta sorun görmeyen bir ideoloji. muhafazakar gelenek ise, kemalizm ile etkileşim halinde şekillenegeldi. kemalist otoriterliğe karşı, 1920'lerde terakkiperver cumhuriyet fırkası, 1950'lerde demokrat parti ve sonrasında milli görüş geleneği hep hakimiyet-i milliye ve milli irade gibi demokrasi eksenli kavramları vurguladı.

    ne var ki, söylem ile icraat her zaman el ele yürümedi. "yeter! söz milletindir!" sloganı ile yola çıkan demokrat parti, 1950'lerde otoriter uygulamalara girişmekten çekinmedi. ancak, 1960 darbesi ve adnan menderes'in hazin sonu, muhafazakar kesimin bu konuda özeleştiride bulunmasını zorlaştırdı. 2002 yılında akp de özgürlük söylemleri ile iktidara geldi. parti, 2002-2009 arası dönemde, bu söylemin hakkını verdi. ancak 2009'dan itibaren, parti giderek daha da yasakçı ve milliyetçi bir çizgide siyaset yaptı. dolayısıyla, neticede vardığı yer, bir tür abdestli kemalizm oldu.

    11. abdestli kemalizm
    son dönem osmanlı ve ilk dönem cumhuriyet siyasetinde (kabaca) sekülerler türkçü, dindarlar ise islamcı idi. farklı din ve etnisitelerden insanların yaşadığı anadolu'da türklük temelinde bir devlet kurmak belki pek makul değildi, ama o devir milliyetçilik devri olduğundan, birkaç soykırım (ermeni, rum, süryani) ve kanlı bir tek parti döneminin ardından türkçülük zorla da olsa bir şekilde hakim oldu.

    28 şubat döneminde, türk ve müslüman kimlikleri yeniden birbirinden ayrılmaya başladı. akp'nin ilk dönem politikaları bu yönelişi kucakladı ve dolayısıyla ümit vericiydi, desteğe değerdi. kürtler ve gayrimüslimler başta olmak üzere, toplumun ezilen kesimlerinin hakları ilk kez o dönemde belirgin bir şekilde muhafazakar kesimin gündemine gelmişti. (ilgili dönemin, mahçupyan'ın sözünü ettiği türden olası bir demokratikleşmeye karşılık gelmesi itibariyle ciddi bir istisnai olduğu da söylenebilir.)

    ancak 2009 sonrasındaki gelişmeler, akp'yi abdestli kemalizme, muhafazakar kesimi ise kaba bir milliyetçiliğe taşıdı. hatta, birkaç yıl önceki sürecin aksine, türk ve müslüman kimlikleri daha önce hiç olmadığı kadar yakınlaştı. neticede, islamcılık ve kemalizmin temelde birbirinin kardeşi olduğunu söyleyen sevan nisanyan -en azından bir potansiyeli tespit etmiş olması itibariyle- haklı çıkmış oldu.

    son 20 yılın benim gözümde özeti budur.

    tema:
    (bkz: türkiye politikaları /@derinsular)
hesabın var mı? giriş yap