19 entry daha
  • senaryo dalında oscar'ı almasına kesin gözüyle baktığım muhteşem film.

    --- spoiler ---

    yukarıda kötü karakterin kahramanlaştırılmasından dolayı eleştirilmiş. ben bu filmde kötü karakter olduğunu düşünmüyorum. hatta filmi bu kadar beğenmemin sebebi de o. herkes kendince haklı, herkesin iyi ve kötü yönleri var, seyirci olarak biz de kimin tarafında duracağımıza karar veremiyoruz.

    mildred merhametli bir kadın, filmin başında reklam şirketinde ters döndüğü için hareket edemeyen böceği tekrar düzüne çevirmesi buna işaret. ama kızı öldürülmüş, ettikleri bir kavgada "ben de tecavüze uğramanı umuyorum." lafını etmiş, kendini suçlu hissediyor mildred. suçu kendisine bulmayı da kaldıramıyor, tanrı'ya kızıyor(kiliseyi bırakması), polise kızıyor ve sonuçta o reklam panolarını yaptırıyor. willoughby kanser olsa da vazgeçmiyor, intihar etse de vazgeçmiyor. onun açısından bakarsak, 7 ay geçmiş, hiçbir gelişme yok, kimse umursamıyor ama reklam panoları yapıldığı an tüm polis teşkilatının gündemi angela hayes oldu, demek ki panoları asla sökmemek lazım.

    öbür tarafa geçelim, willoughby iyi bir adam. emrindeki polisleri adam etmeye çalışıyor. çalışkan bir adam, olay hakkında elinden geleni yapmış ama bazen elden gelen yeterli olmuyor. üstüne kanser olmuş, birkaç ayı kalmış, küçük kızları ve hanımıyla huzur içinde geçirmek istiyor son zamanlarını.

    dixon kesinlikle ırkçı bir adam değil. problemli bir adam sadece. şiddete çok fazla başvuruyor, eğitilmesi lazım. willoughby'yi babası gibi seviyor, onun için mildred'e aşırı tepkili.

    birkaç etkileyici sahneden de bahsetmek istiyorum. mildred'in dişçinin tırnağını deştikten sonra sorgulandığı sahnede her diyalogda çatisma tırmanırken; mildred, willoughby ölse umursamayacakmış gibiyken willoughby kan kusunca hemen kesti, yüzüne kusmuş olmasina rağmen "önemli değil." dedi, hemen ambulans çağırttı. bu sahne mildred-willoughby ilişkisini açıklıyordu aslında: birbirleriyle bir mevzu yüzünden derin bir ayrıma düşmüşler ama nihayetinde birbirlerini sever, sayarlar. ayrıca mildred'in aslında merhametli bir kadın olduğunu da çok net gösteriyordu.

    willoughby, her ne kadar aksini iddia etse de, reklam panoları yüzünden intihar etti bence. mildred'i iyi bir insan olarak gördüğü için polis kimliğiyle bir mektup yazdığını düşünüyorum, olay hakkındaki tüm hislerini bir kenara bırakarak. polis olarak olayın üstüne gidilmesi gerektiğini biliyordu, intihar sonrası mildred'in bile tereddüde düşeceğini de biliyordu, onun için intiharını başka sebeplere bağladı.

    dixon, willoughby'yi babası gibi seviyor demiştim. neden böyle düşünüyorum: intiharı haber aldığı sahne. dixon, karakolda müzik dinliyor. o ana kadar gözümüzde kimseyi umursamayan, şiddete çok sık başvuran bir tip. ben merakla bekledim vereceği tepkiyi ve verdiği tepki tam da beklediğim yönde oldu. en çok o üzüldü, ağladı, sinirlendi. babasını kaybetmiş gibi sinirlendi. welby'yi 2. kattan aşağı boş yere atmadı. babası gibi gördüğü adamın intihar sebebiydi.

    karakolda mektubu okuduğu sahneye gelelim. sıradan bir mektup gözüyle baksa değişmeye çalışır mıydı? hiç sanmıyorum. babasının son sözleri, vasiyeti gibi değerlendirdi o mektubu. kim babasının vasiyetini uygulamak için uğraşmaz ki?

    anladığım kadarıyla film, bu üçlü arasındaki ilişkiyi ana olay olarak anlatıyordu. angela hayes, welby vb. yan olaylar. o yüzden angela hayes davasının çözüme ulaşması ya da ulaşmaması önemli değil, o hikaye için bir bahane. önemli olan mildred-willoughby-dixon üçlüsünün kavgasına nokta koyulmasıydı. o nokta da koyuldu.

    --- spoiler ---
517 entry daha
hesabın var mı? giriş yap