15 entry daha
  • (#75436078) (#75453014) (#75453750)

    aniden göçen bir barajdan boşalan su baskın suyu gibi kudüs’ün içine akan haçlılar, önlerine her kim çıkarsa, asker, sivil, kadın, çocuk demeden hunharca kılıçtan geçirmeye, bir yandan da binaları yakıp yıkmaya giriştiler. akan kanın, yerlere serilen cesetlerin, can çekişenlerin, bedenlerden kopmuş parçaların, enkazların, toz ve dumanın haddi hesabı yoktu.

    şehrin merkezindeki sinagoga sığınıp kapının arkasına yığınak yapmış bir grup musevi'nin sonu daha da acı oldu. haçlılar kapıyı kırmak için uğraşmak yerine binayı ateşe verdi. yahudiler canlı canlı, haykıra haykıra yanarak can verdi.

    şimdi bu noktada desturunuzla tarihsel anlatımlara biraz ara verip, yorum yapmak istiyorum.

    asırlardan beri kudüs’te müslüman, hıristiyan ve musevi halk arasında ehemmiyetli bir mesele yoktu. her biri kendi imanını yapar, kendi töresine uygun yaşardı. diğerleri bunu tolerans ile karşılardı. islâm toplumu, bu bakımdan anlayışlı davranırdı. aynı tutumu diğerleri de benimseyince gül gibi yaşayıp giderlerdi. yalnızca dışarıdan gelen hıristiyan ve yahudiler yabancı sayılırdı.

    patrik simeon, pierre l’ermite’in kışkırtmasıyla ateşe gelmişti. aslında müslümanlardan yakınmasını gerektirebilecek hiçbir şey yoktu. elbette arada sırada birbirine karşı ters davranan, bundan dolayı dövüş edenler olurdu fakat böyle olaylar dar bir etrafta kalırdı.

    antisemitizm başka bir deyişle musevi karşıtlığı, tarih süresince hıristiyan toplumlarında islâm toplumlarından çok daha bariz olarak görülmüştür. nitekim haçlı seferine çıkılmadan önce batı avrupa’nın bir hayli yerinde yahudiler üzerine kitle halinde saldırılar tertip etmiş, bilhassa fransa ve germen ülkelerinde binlerce musevi öldürülmüştü. dolayısıyla kudüs’teki yahudilerin topluca yanarak ölüme ayrılınması, bundan üç sene önce avrupa’da yer yer görülmüş kıyımların yanında hiç kalır.

    peki bu nedendir?... bu işin arkasında hep bir ekonomik gerekçe mi vardır? asıl emel hep zenginleşen yahudilerin paralarına ve mallarına konmak mıdır?

    öyle olsa da bunu halka anlatmak, halkı bu bağlamda kışkırtmak imkansızdır; halka yağma hakkı tanınmadığı sürece… yağma hakkı da öldürme hakkını getirmez; parasını ve malını alırsın, canını bağışlarsın. ancak o tarihte yağma değil, öldürmektir amaç…

    o çağlarda yaygın bir inanışa göre, isa çarmıhta geriliyken kendinden yana olanlara yani hıristiyanlara «benim öcümü alın!» diye seslenmiş. isa’nın öcü kimden alınacak?... elbette onu direk çarmıha geren, bunu romalıların baskısı üzerine yaptıklarını ileri sürerek kendilerini müdafaa eden ve sözüm ona haklı çıkaran yahudilerden... nitekim bundan ötürü haçlı seferi boyunca da pek çok musevi sorgusuz ve yargısız katledilmişti.

    kudüs’teki hıristiyanlar ise, daha haçlı silahlı gücü yaklaşırken «ne olur ne olmaz! bizi arkadan vurmaya kalkışmasınlar.» diye düşünülerek şehir dışına çıkarılmıştı. böylelikle bir bölümü kurtulmuş oldu. yoksa hıristiyanlar kente girdiğinde onlar da kim vurduya giderdi. dolayısıyla, haçlı silahlı gücü askerlerinin özellikle yahudilere karşı ceberrut davrandığını söylemek de doğru olmaz. öylesi eşit düşmüştü.

    bu hızlı ve toplu kıyım boyunca yalnızca haçlı sancağının mescid-ül aksa’nın kubbesine dikilmesine boyun eğerek teslim olan birkaç müslüman askerin canı bağışlandı. kentin her bir yanına yığılı ceset artıklarını temizleyerek toplayıp dışarı çıkarmaları şartıyla kudüs’ten ayrılmalarına göz yumuldu.

    bu olay da bir defa daha godfrey de bouillon ile raymond de st. gilles’i karşı karşıya getirdi. zira müslümanlara bu imkanı tanıyan godfrey’in şövalyeleriydi. kente girmekte gecikmiş olan raymond bunu öğrenince, çılgına dönüp kıyameti kopardı. godfrey’i hıristiyanlığa aldatmakla dahi suçladı. godfrey ise buna aldırmadı. gerekiyorsa kavga ederlerdi bile ama böyle absürt sapan bir nedenden ötürü bunu yapmaya değmezdi. nasıl olsa, eninde nihayetinde olacağı reydi; bunu ikisi de biliyordu.

    şu an için bu evredeki neticeye bakalım:

    birinci haçlı seferi ile kudüs’ün hıristiyanlar tarafından ele geçirilmesi olayı, “godfrey de bouillon’un zaferi” olarak nitelendirildi. şehre ilk giren komutan oluşu ona bu onuru kazandırdı.

    raymond de st. gilles kudüs’e girince, daha toplu kıyım bitmeden dosdoğru şehrin merkezine yürüyüp, ordugâhını “davut’un kulesi” olarak da hatıralan iç kalede kurmuştu. böylelikle, sanki egemenliğini duyuru etmişti.

    godfrey de bouillon ise, kudüs’e ondan çok önceden girmiş olmakla beraber o tarihte üzerinde önceden kalma birtakım enkazlardan başka hemen hiçbir şey görülmeyen “siyon tepesi”ni tutmayı tercih etmişti.

    haçlılara, dolayısıyla hıristiyan dünyasına zafer kazandırmış olarak nitelenen bu komutan, acaba neden böyle kenara çekilmişti?

    sahiden öyle mi yapmıştı; rekabette mağlubiyeti kabullenip, kenara mı çekilmişti?

    bu suali cevaplayabilmek için kudüs’te bundan sonra olup bitenleri bilmek gerek.

    ancak buradaki konu başlığımız “birinci haçlı seferi” ve işte o bitti. bir başka başlık açmalı; sözgelimi “kudüs krallığı” gibi… (#72389943) (#72390410)
15 entry daha
hesabın var mı? giriş yap