• bölgedeki sünnî emirlerin birbirleri ile olan iç çekişmeleri sebebiyle haçlı kuvvetlerinin başarıya ulaştığı, bölgedeki latin egemenliğine zemin hazırlayanın da bu çatışma ortamı olduğu seferdir. amin maalouf tarafından yazılan the crusades through arab eyes kitabında detaylı bir şekilde anlatıldığı gibi, dönemin şam emiri dukak, halep emiri rıdvan ve musul emiri kerboğa arasındaki anlaşmazlıklardan dolayı tek yumruk olamamalarının, dolaylı olarak tüm kutsal toprakların kaybedilmesiyle sonuçlanan bir süreci başlattığı söylenebilir.
  • 1096-1099 tarihleri arasında gerçekleşen tarihteki ilk haçlı seferidir. katılan orduların miktarı ve sonuçları bakımından en önemli haçlı seferidir.

    birinci haçlı seferi diğer haçlı seferleri gibi dalga dalga çoğunluğu dinsel heyecana kapılmış fakat önemli bir kısmı ise şahsı için macera ve avantaj arayan sürüler halindeki avrupalı hıristiyanların o zaman hıristiyan olan avrupa üzerinden ve balkanlardan yürüyerek, müslüman arazilere girmeleri anadolu'da anadolu selçuklu devleti ve hükümdarı kılıç arslan elinde bulunan arazilere geçerek savaşıp antakya'ya varmaları; bir büyük antioch (antakya) kuşatmasından sonra oradan suriye ve lübnan üzerinden sonra filistin'e ve kudüs'e varmaları ve 1099 yılında kudüs kuşatması, ele geçirilmesi ve katliamı şeklinde gerçekleşmiştir.

    birinci haçlı seferi'nin jeopolitik nedenleri
    filistin'de her üç dinin mensupları barış ve huzur içinde yaşarken, avrupa'daki hıristiyanlar bir "haçlı" seferi organize etmeye karar verdiler. papa ıı. urban 25 kasım 1095 günü clermont konsili'nde "kutsal toprakları müslümanlardan kurtarmak" çağrısı yaptı.

    clermont konsili
    birinci haçlı seferi'nin başlatılmasının stratejik ve jeopolitik nedenleri ne olurlarsa olsunlar, seferi başlatan ana faktör bizans imparatoru ı. aleksios komnenos'un avrupa'dan destek yardım istemesi oldu. aleksius selçuklu türklerinin nikea (günümüzde iznik) kadar batıya gelip yerleşmelerinden konstantinopolis'in böylece tehdit altında kalmasından dolayısıyla endişeliydi. mart 1095'de piacenze konsili'ne elçiler göndererek papa ıı. urbanus'tan selçuklu türkleri'ne karşı yardım talep etti. ıı. urbanus bu talebi pozitif tutumla karşıladı. buna neden belki 40 yıl önce ortodoks ve katolik kiliselerinin birbirinden tamamen ayrılıp hıristiyanlık alemini ikiye bölmelerini engellemek ve doğu'da ortodoks kilisesine yardım elini uzatarak papa'ya öncelik tanınması prensibine uygun olarak hristiyan alemini birleştirmekti.

    temmuz 1095'de bir askeri sefere gitmek için asker toplamak nedeniyle papa ıı. urban kendi doğduğu ülke olan fransa'ya döndü. fransa'daki gezileri sonunda kasım ayında bir clermont konsili toplandı. bu konsilin açılış konuşmasında ıı. urbanus fransız soyluları ve kilise rahiplerinden oluşan bir seyirci kalabalığına; doğulu hıristiyanlara, kutsal ülkelere giden hıristiyan hacı adaylarına yapılan inanılmaz zulümler hakkında dehşet verici ayrıntılarla birlikte önemli bir dinsel nutuk (vaaz) verdi. bu konuşmanın birçok değişik ayrı versiyonu bulunmaktadır. bunlardan beşi orada bulunan din adamları tarafından ve diğerleri ise bu vaazı doğrudan doğruya duymayan kişiler tarafından eserlerine konmuştur. ama bunların hepsi birinci haçlı seferi'nden sonra haçlılar tarafından kudüs'ün ele geçirilmesinden sonra yazılmıştır. bu nedenle ıı. urbanus'un eksiksiz ve ekli olan parçalardan arındırılmış olarak bu dinsel vaazda gerçekten ne dediğini bilmek imkânsızdır.

    bütün versiyonlar ayrıntılara göre birbirlerinden değişiktir. fakat genel olarak ıı. urbanus avrupa'daki cemiyetin şiddet hareketleri ile dolu olduğunu ve tanrının barışının korunması gerektiğini; yardım isteyen doğu'da bizanslılara destek sağlanması gerektiğini; doğu'da hıristiyanlara karşı işlenen suçlar bulunduğunu ve yeni bir çeşit savaşın, silahlı olarak yapılan bir haccın, gerekli olduğunu ve böyle bir haccı yerine getirirken ölenlerin günahlarından arınıp cennete gideceklerini ve bu haccı yerine getirip dönenlerin de cennette yerleri bulunduğunu bildirmiştir.

    fakat hiçbiri bu haccın son hedefinin kudüs'e gitmek olduğunun açıkça belirtildiğini ifade etmemektedir. fakat ıı. urbanus'un sonraki vaazlarından son hedefin kudüs'e doğru bir askeri sefer olduğu tekrar tekrar açıklanmıştır.

    haçlı ordusunun kurulması
    urbanus'un verdiği dinsel konuşma çok güzel planlanmıştı. haçlı seferi kavramını ortaya atmak için güney fransa'nın iki önemli lideri olan "toulouse kontu raymond de saint-gilles" ve "puy başpiskoposu adhemar" ile konuşmuştu. adhemar clermont konsilinde şahsen bulunmuş ve bu konsilde "haç takma"ya, yani haçlı seferine gitmeye, başta talip olmuştu. bundan sonra 1095'de ve 1096'nin sonlarına kadar ıı. urbanus bu mesajını ülkeyi gezerek fransa'ya yaymaya uğraştı ve kendinin fransa'da varamadığı yerlerine kendine vekil olan piskoposlara ve papazlar göndererek bu urban'ın fikirlerinin yayılmasını ve herkesçe kabul görmesini sağladı. yine papa vekilleri papazlar bu fikirlerin fransa, almanya ve italya'da yayılmasına neden oldular. bu konuşmaya gelen yanıt bizans imparatoru aleksius'un, hatta ıı. urbanus'un, beklediğinden çok daha pozitif oldu. ıı. urbanus fransa'da yaptığı gezilerde haçlı seferine bazı kişilerin (kadınların, keşişlerin ve hastaların) katılmasını yasaklamak istediğini açıkladı ama bu istekleri hıristiyan ahali tarafından kabul edilmediği hemen aşikar oldu. sonunda bu silahlı haç seferine gitmeye gönüllü olanlar yüksek tabakadan askerlik bilen şövalyeler değil; hiçbir savaş yapma yeteneği olmayan ve çok az serveti olan veya hiç serveti olmayan köylüler oldu. kilise veya sivil bürokrasi tarafından kontrol edilemeyen yeni bir hıristiyan inanç sistemi coşkusu avrupa'nın her yanına yayıldı. bu çoşkuyu ortaya çıkaran tipik bir ayinde önce ıı. urbanus'un ortaya attığı fikirler açıklanmaktaydı; sonra haçlı seferi gönüllüleri ortaya çıkıp kudüs'teki "kutsal kabir kilisesi" (kıyamet kilisesi) ne gidip kutsal hacı olmaya yemin etme töreni yapılmakta ve bu gönüllülere bezden bir kırmızı istavroz (haç) verilmekte ve bunu elbiseleri üstüne dikmeleri istenmekteydi.

    neden bu kişisel dinsel coşkunun avrupa'yı sardığını ve neden beklenenden çok daha büyük sayıda kişinin gönüllü olarak buna iştirak ettiğini açıklamak istenmektedir. buna verilecek en uygun cevabı asbridge şöyle ifade etmiştir:
    haçlı seferine gitmek idealine açıkça katılan binlerce kişinin tam sayısını bulma imkânı elimizde olmadığı gibi, günümüzde elimize geçmiş olan kaynak ve delilleri kullanarak, buna katılanların psikolojik yapılarına, içgüdülerine, maksatlarına, bilinçli veya bilinçsiz kararlarına delillere dayanan bir açıklama göstermek imkânı da çok sınırlıdır.

    `yine de bazı hipotezler ve açıklamalar yapılmıştır:`
    orta çağlarda, dinsel olmayan sektörlerde bile şahsî dinî inanç, hayatın her köşesine girmiş olduğu çağlarda, haçlı idealine katılanların da bu sosyal çalkantıya, şahsî dinsel coşkuyla iştirak etmeleri, derin şahsî inanç yüzünden olabildiği düşünülebilir. fakat elimizde bulunan kaynaklar şahsî kayıtlardan gelmediği için ve okuryazarlığı hiç olmayan köylülerden değil papazlar ve keşişlerin elinden çıktığı için, bu fikri doğrulamak veya yalanlamak için elimizde inanılır birincil kaynak olmadığı açıktır.
    birçok düşünür, özellikle fransa'da ortaya çıkan kırsal açlık ve devamlı savaşlar nedeniyle birçok köylünün bu hedefsiz sonuçsuz hayattan bıkıp daha çekici bilinmedik ama çok hikâyelere konu olan ülkelere gitme ve orada kendini gösterme nedeni ile ortaya çıktığı iddia edilmiştir. ama bunu eldeki belgelerle delillendirmek güçtür.
    diğer taraftan yüksek sınıfın bir çeşit kazanç, parasal veya politik iktidar hırsı ile hareket ettiğini söylemek mümkündür. özellikle norman otranto kontu boemondo'nun hikâyesi belki buna bir delil olarak alınabilir. 20. yüzyıl ingiliz tarihçisi steven runciman'a göre, birinci haçlı seferine katılan soyluların ve şövalyelerin genellikle ailelerinin en küçük çocuklarıdır ve ailelerinden pek fazla miras beklememekte oldukları çok olasıdır. bunların şanslarını doğuda denemeye çalışmaları olası olduğu kabul edilebilir. fakat birinci haçlı seferine katılan soyluların çoğunun kutsal ülkede kalmayıp kendi ülkelerine dönmeleri gerçeği bu hipotezi biraz zayıflatmaktadır. diğer taraftan birinci haçlı seferine iştirak eden soylu ailelerin haçlı seferine katılmalarının aileye çok büyük bir maliyet yarattığı ve doğudan gelen ganimet ve talanın bu masrafları hiç karşılamadığı da bilinmektedir. örneğin haçlı seferine katılmak için "robert normandiyalı " dükü olduğu normandi'yi kardeşine satmıştır; godfrey de bouillon ailesinin büyük arazilerini kiliseye ipotek karşılığı olarak vermiştir.

    toplanan haçlıların hıristiyan ülkelerinden geçişi
    bizans'ın hıristiyanlardan istediği yardım büyük sürüler gibi insan halinde değildi. bu bizanslıların özellikle bizans imparatoru ı. aleksios komnenos'un hiç beklemediği ve hiç istemediği şekildeydi. yardım büyük insan sürüleri olarak gelmesi ı. aleksios'da büyük şaşkınlık hatta korku yarattı. özellikle bu güruhların iaşesi ve barınması eğer bir düzene konulmazsa bizans topraklarının ve şehirlerinin talan edileceğini ve hem kırsal hem de şehirsel ahaliye çok büyük zararların doğacağını anlamıştı. diğer taraftan düzenli haçlı ordularının komutanlarının, çoğu bu sefere bir dinsel görevi yerine getirmek için değil, hükümdarlığını yapabilecekleri topraklar bulup, zapt etmek ve kendileri idaresinde özerk devlet kurmak için katıldıkları gayet açıkça bilinmekteydi.

    bu tehlikeleri karşılamak için ı. aleksios çok uygun bir plan yapmış ve genellikle bizanslılar bu planı genellikle başarı ile uygulayabilmiştir. bu plana göre bizans elinde bulunan balkan topraklarına giren haçlı ordularına bizans ordu birlikleri refakatçi verilecek ve haçlı orduları bu refakatçilerin kılavuzluğu ve idaresi altında balkanlarda iyice belirlenmiş menzil mevkilerinde kalıp geçecekti. bu refakatçi bizans ordusu, haçlı ordusunun yem yiyecek bulma araştırmaları da denetleyecekti. belirli menzil kamplarda iaşe ihtiyacının karşılanması için pazar bulunacak ve haçlı güçleri bu pazarlardan kendi paraları ile iaşe ihtiyaçlarını karşılayacaklardı. birinci haçlı seferinde bazı bizans şehirleri (örneğin niş) böyle bir menzil olmayi ve menzil pazarın kurulmasına karşı çıkmış; şehirleri yakınında böyel bir menzil mevkii ve pazar kurulursa bu pazara ve menzil mevkiine iaşe tedarik etmeme kararı almışlardı. diğer taraftan haçlılar bu pazarlarda istenen iaşe maddesi fiyatların çok yüksek olduğunu ve haçlıların tacirler ve yerliler tarafından devamlı aldatıldıkları şikâyetleri devamlı olarak çıkmıştı. bu nedenle haçlı seferi üyeleri ile balkanlarda yerli halk arasında devamlı potansiyel bir çatışma hali mevcut olmuştu. bu bizans refakat orduları için aleksios büyük sayıda paralı (türkçe konuşan) peçenek askerleri tutmuştu ve belirli menzil-kamp yerleşkelerindeki iaşe tacirlerinin bulunması teşvik etmişti. bu nedenle haçlı orduları komutanları yanlarında altın ve gümüş para hazineleri ile sefere katılmışlardı. fakat bu sefer de avrupa'da basılmış olan altın ve gümüş sikkelerin bizans topraklarında geçen paraya değiştirilmesi ve bu paraların rayici bir problem olmuştur. bazı haçlı komutanları, özellikle hemen sinirlendiği bilinen tancred), haçlı ordularının kendi paraları ile kendi iaşelerini karşılamalarına itiraz etmişti. bu türlü şikâyetleri önlemek için bizans imparatoru belirli haçlı komutanlarına altın ve gümüş para bağışlarını hediye gibi dağıtmıştı.

    bir haçlı ordusu kafilesi konstantinopolis (bugünkü istanbul)'e vardığında, haçlı ordu kafilesi şehir dışında belirlenmiş ve bizans ordusu tarafından savunan bir ordu-kampina geçecekti. buna haçlılar ordugâh yakınında veya uzağında su, yiyecek ve yem araştırması yapmayacaktı. bu ordugâhlardaki haçlı ordusu mensupları küçük gruplar halinde bizanslı kılavuzlar idaresinde, o zamanların en büyük, en zengin ve en şaşaalı şehrinin kiliselerini, yollarını, meydanlarını, anıtlarını, saraylarını gezip görebileceklerdi. her haçlı ordu komutanı ise bizans imparatoru'nun huzuruna çıkacak, ımparatoru el etek öperek selamlayacak; bizans imparatoru'nun vasalı olduğuna dair yemin edecek ve eline geçirdiği eski bizans arazilerini bizans'a devretmeyi kabul edecekti.

    bundan sonra haçlı ordusu bizans gemileri ile boğaz'ı geçip anadolu'ya selçukluların elindeki arazilere gireceklerdi. burada ilerlemek ve yem, yiyecek ve su ihtiyacını karşılamak kendilerine kalmıştı. fakat bizans, kılavuzlar temin etmek ve askerî bilgi ve destek sağlamaya hazır olacaktı.[7] genellikle anadolu'da, suriye ve filistin'de haçlı orduları talan usulü iaşe tedarik şeklini uygulamakla beraber, güzergahların etrafındaki dost geçinen halkı yıldırmamak için yine de para ile satın alma usulleri kullanmaya devam etmişlerdir.

    halk haçlı seferi
    gelmeye başladı. 40.000 kişi kadar ilk dalga resmen keşiş pierre adlı bir amiens'li halktan keşiş emri altında kuzey fransız, alman ve daha küçük sayıda kuzey italyan köylülerinden ve ailelerinden oluşmuştu; içinde çok az sayıda soylular bulunduğu için bu dalgaya halk haçlı seferi denmiştir.

    bu dalga bizans arazisine belgrad'da girmeden bu şehrin sava ırmağı karşısında macaristan'a ait bulunan zemun (semlin)'da bir ayakkabı yüzünden karışıklık çıkartıp iç kaleye hücum edip 4.000 macar'ı öldürdüler ve sonra belgrad'ı da talan edip yaktılar. bu güruhun takip ettiği yolda bizans halkının çeşitli şikâyetlerine (hırsızlık, soygunculuk, kızlara kadınlara tecavüz vb.) maruz kaldı. güruh niş'e geldiği zaman da hemen şehir dışında yeni bir isyan çıkardı, fakat bu sefer imparator ı. aleksios'un bulgaristan eyalet valisi süvari kuvveti gönderip bu haçlı isyanını bastırdı. bu güruh 1 ağustos 1096'da konstantinopolis'e vardığında gücünün 1/4ini kaybetmişti.

    imparator ı. aleksios bu güruhun yolda balkanlarda yaptığı taşkınlıkları ve yağmaları affetti ama konstantinopolis dışında bir ordugahta bulunmasına ve biran evvel asya'ya geçirilmesine emir verdi. haçlıların gayet kontrol altında tutulan küçük gruplar halinde konstantinopolis'i gezip görmelerine izin verildi. ama yine de haçlıların hırsızlıkları şikayet konusu oldu; ordugah yakınında bulunan vilların talan edildiği ve hatta yakındaki kilisenin kurşundan çatısının bile haçlılar tarafından çalındığı şikayet konusu oldu. imparator ı. aleksios'un emri ile bu grup 6 ağustos'da hemen koruma altında anadolu'ya çıkartıldılar. bizanslı kılavuzlarla birlikte nikomedia (modern izmit) üzerine yöneltildiler.

    nikomedia şehri 15 yıl önce selçuklu ordusu tarafından talan edilmişti ve metruk bir halde bulunmaktaydı. haçlılar şehri ele geçirip bizanslılara teslim ettiler. nikomedia'da bir tarafta fransız haçlılar grubu ile diğer tarafta arasında kavga çıktı. alman-italyan grup pierre l'hermite'in komutanlığını reddedip italayan asıllı rainald adlı bir soylu komutasında ana gruptan ayrıldı. geoffrey burel komutanlığı altında franklar ve rainald komutasındaki alman-italyanlar birbirlerinden ayrıldılar. iki ayrı güruh halinde haçlılar izmit körfezi'ni güneyinden dolanıp yalova yakınlarında "cibotos" adlı bir ordugaha ayrı ayrı mevkilerde yerleştiler. cibotos bizans imparatoru ı. aleksios tarafından emri altında bulunan saray muhafızı anglo-sakson ticari askerlerine üs olarak yapılmış olan eski netruk bir kale yanında idi. imparator ı. alaksios, pierre l'hermit ile yaptığı konuşmada bu haçlı ordusunun burada dinlenip onları takip edip balkanlardan gelmekte olan baronlar haçlı seferi ordularını beklemesini tavsiye etmişti.

    fakat frank haçlılar buna yanaşmadılar ordugah etrafını talana başladılar. bu talanlarda etrafta yaşamakta olan ahalinin ortodoks hristiyan olup olmadığına önem vermediler. eylül ortasında birkaç bin kişilik bir frank haçlı selçuklu başkenti iznik yakınına kadar ulaşan bir talan akınına çıktı. bu akında iznik yakınlarında yaşayan rumca konuşan halka kadın-çocuk-erkek ayrımı yapmadan işkence yapıp onların değerli eşyalarını, zahire stoklarını ve hayvan sürülerini ellerine geçirip onlara büyük zararlar verdirdiler. iznik'den çıkan bir selçuklu askseri birliği ile çatışmaya tutuşup bu birliği şehre geri püskürttüler. sonra cibotos'a geri döndüler ve talan ettikleri malları kamptaki diğer haçlılara, hatta bu kampa yakın bulunan rum denizgüçleri tayfalarına, sattılar.

    bu talana gıpta eden 6.000 kişilik rainald komutasındaki alman-italyan haçlılar birliği eylül sonunda kendi ordugahından ayrıldı. iznik yönünde etraftan talan toplayarak yürüyüşe başladılar. ancak bunlar daha insaflı olup rumca konuşan ahaliye saldırmadılar. bu yolda bulunan kserigordon kuşatması adlı bir kaleyi ele geçirdiler. bu kalede bol miktarda iaşe ve tedarik stoku bulunduğu için etrafa yapacakları talan saldırılar için bir üs olarak kullanmak amacı ile bu kaleye yerleştiler. bu kalenin bir dezavantajı kalenin bir tepe üzerinde olması ve suyunu kale dışındaki yokuşun altında bulunan bir kaynaktan ve bir kuyudan sağlanması idi. iznik'de bulunan selçuklu hükümdarı sultan ı. kılıç arslan yüksek rütbeli bir komutanı altında büyükçe bir selçuklu ordu birliğini bu kale üzerine gönderdi. 29 eylül da kale önüdne gelen selçuklu birliği kaleyi kuşatmaya başladı. selçuklu birliği rainald'ın yaptığı bir huruc baskınını geri püskürttü. sonra kalenin dışında bulunan kalenin tek su kaynakları olan kaynak ve kuyuyu ellerine geçirip kalenin suyunu kestiler. sussuz kalan kaledeki haçlılar ordusu ancak 8 gün bu kuşatmaya direnebildiler ve sonunda teslim olmak zorunda kaldılar. teslim muzakeresinde rainald müslümanlığa dönerse hayatı bağışlanacağı ve diğer haçlılara da müslümanlığı kabul ederlerse hayatlarının bağışlanacağı bildirildi. kale teslim olduktan sonra müslümanlığa dönmeyi kabul etmeyen haçlı askerler hemen öldürüldüler. aralarında komutan rainald'ın da bulunan, müslüman olmayı kabul edenler anadolu'ya, antakya'ya ve halep'e sürüldüler.
    yalova'daki kampta bulunan haçlılar rainald komutasındaki alman-italyan birliği hakkında haberleri çok geç almakta idiler. kserigordon adlı kaleyi alıp burada yerleşme haberi ancak ekim sonunda erişti. bundan sonra kampta bu birlik hakkında çok değişik söylentiler dolaşmaktaydı. bunların başında iki türk casusu tarafında yayılan "haber" bu birliğin iznik'i ellerine geçirip büyük ganimete topladığı ve bu ganimeti paylaşmak istemediği için haber göndermediği idi. bu söylenti ordugahta kalan haçlı franklar birliğini harekete geçirdi. keşiş pierre l'hermite konstantinopolis'e gitmişti. kserigordon kalesini düşmesi ve oradaki haçlıların akıbeti hakkında haber cibotos ordugahına erişince, paniğe kapılan önemli haçlı liderleri o yokken bir savaş konseyi topladılar. bunlardan ilerigelenler bu ordugahtan ayrılmak istememekteydiler. fakat geodfrei burel adlı bir frank lider ordugahta bulunan tüm savaşçılarla izmit üzerine yürümeyi teklif etti ve savaşçı haçlılar kendi tarafında olduğu için bu teklif kabul edildi.

    21 ekim günü bu ordugahta bulunan 20,000 üstünde savaşçıdan oluşan haçlılar birliği izmit üzerine yürümek hedefiyle ordugahtan ayrıldı. ordugahta sadece hastalar, kadınlar ve çocuklar kaldı. bu ordu ordugahın 5 km ilerisinde iznik'e giden yolda etrafı ağaçlı bir vadiden geçmekte idi. bu vadide kırkgeçit mevkinde bir büyük selçuklu gücü bir pusu hazırlamıştı. burada yapılan kırkgeçit muharebesi selçukluların pusudan önce haçlı ağır süvari şövalyelerine yaygın ok ateşi ile başladı. bunu hiç beklemeyen haçlı ordusu öncü şövalyeleri paniğe kapılıp arkadaki haçlılar piyadeleri üzerlerine hızla geri çekilmeye başladılar. bu nedenle tüm haçlılar ordusu paniğe kapılıp cibotos'a kaçmaya başladı. onların yakından kovalayan selçuklu hafif süvarileri onları takip ederek haçlı ordugahı içine girebildi. haçlı ordugahı bunu hiç savunmalı değildi ve direnme yapamadı. ancak 3,000 kadar haçlı deniz kıyısındaki metruk kaleye kaçıp oraya sığınıp bizans'a haber gidip ertesi gün bizanslı savaş gemilerinin yardıma gelmesine kadar kendilerini savunduler. gelen savaş gemileri ile kale limanindan konstantinopolis'e getirilen kaçabilenler silahsızlandırıldıktan sonra geri gönderilmek üzere o şehirde yerleştirildiler. kırkgeçit muharebesi meydanından yol güzergahından ta deniz sahiline kadar yol kenarları haçlılar ölüleri ile dolmuş idi, bunlar arasında birçok şövalye olduğu gibi birçok haçlılar olana gelen papaz, kadın ve çocuk da bulunmaktaydı. pusuyu kurup muharebeyi kazanan selçuklu birliği gayet az sayıda esir alabildi.

    selçuklular boylece haçlı ordusu savaşçılarını ve onlarla birlikte gelen sivillerin hemen hepsini elimine edip halk haçlı seferini sona erdirdi. bu halk haçlı seferi'nin önderi olan pierre l'hermite selçuk ordusunun hücumu sırasında konstantinopolis'de bulunduğu için kendi canını kurtardı.

    baronların haçlı seferi
    katılan baronlar
    papa ıı. urbanus'un haçlı seferi çağrısına avrupa'daki hükümdarların hiçbiri karşılık vermemişler ve tek bir hükümdar bile birinci haçlı seferine katılmamıştır. ancak şu önemli feodal baronlar birinci haçlı seferi'ne katılmışlardır:

    toulouse kontu ıv. raymond veya raymond de saint-gilles;
    giyom bau'lu ve oğlu raymond bau'lu ;
    tranta kontu boemondo ve yeğeni tancred güney italya'da norman hükümdarlar ailesinden;
    hugh vermandoislı , fransız kralı ı. filip'in kardeşi
    robert corteheuselı , normandi dükü ve (sonradan ingiltere kralı olan) fatih william'in kardeşi ve onun sancak taşıyıcı şövalyesi landes'li.
    flandra kontu ıı. robert.
    godfrey de bouillon, aşağı loren dükü; kardeşi baudouin boulognelu ve kuzenleri baudouin bourglu
    blois kontu ıı. einne bloisli
    amiens kontu ı. enguerrand ve oğlu thomas marle'li
    saint-pol kontu ıı. hugues de campdavaine ve oğlu enguerrand.
    haçlı ordusu kaynaklandığı ülke ve bölgeye uygun olmak üzere 4 esas orduya ayrıldı ve bu orduların değişik yollardan ve zamanlarda balkanlara ve konstantinopolis'e gitmeleri planlandı. bunlar:

    loren kaynaklı ordu: godfrey de bouillon ve baudouin boulognelu . almanya'yı geçip balkanlara kuzeyden girecek ordu;
    italya normanlar ordusu: tranta kontu boemondo ve yeğeni tancerd de hauteville idaresinde. italya'dan balkanlarda epir'e çıkacak ve balkanları doğu yönünde geçecek ordu;
    güney fransalılar ordusu: raymond saint-gilles idaresinde. kuzey italya'dan balkanlara girip sırbistan ve makedonya üzerinden gidecek ordu;
    fransalı franklar ordusu: hugue le grand, robert courteheuse ve robert flandralı. loren kaynaklı orduyu gecikmeyle takip edecek ordu.

    konstantinopolis'e varma
    daha önceden kabul edilmiş tarih olan ağustos 1096'da 4 esas haçlı ordusu avrupa'dan yola çıktı. bu değişik ordular değişik yollarla avrupa ve balkanları geçerek kasım 1096 ile nisan 1097 arasında konstantinopolis surlarına eriştiler. ilk gelen kafiledeki ilk orduya komutan hugh vermandoisli idi ve sonraki ordular godfrey de bouillon, raymond saint-gilles ve boemondo'nun idaresi altındaydı. ılk halk haçlı seferi'ne kiyasla bu baronlar seferi idi, bizanslılar ve imparator ı. aleksios daha iyi hazırlanmıştı. haçlı orduları da daha disiplinli idi. bu nedenle baronlar seferi haçlı ordularının yollarında çok daha az sayıda olay çıktı.

    bu haçlı ordusunun sayısını tahmin etmek çok zordur ve modern tarihçiler değişik kaynaklar değişik usuller kullanarak değişik sayılara varmışlardır. yetkili bir askerî tarihçiye göre toplam haçlı ordusu 30.000-35.000 askerden oluşmaktaydı ve bunlardan 1.200'u süvari idi. toulouse kontu raymond de saint-gilles 8.500 piyade ve 1.200 süvariden oluşan en büyük haçlı ordu grubuna komuta ediyordu.

    bu prensler ve haçlı orduları konstantinopolis'e hiç iaşeden yoksun olarak gelmişlerdi ve ı. aleksios'dan yiyecek ve hayvan yemi vermesini beklemekteydiler. aleksios bu haçlı ordusundan çok kuşkuluydu. bu kuşkuya bir neden halkın haçlı ordusu ile olan felaketli ilişkiler ve feci sonuçtu.

    bizans imparatoru ı. aleksios komnenos ve godfrey de bouillon ve diğer haçlı orduları komutanlarının hedefleri değişik ve çatışmalı idi. bizans imparatoru bu haçlı ordusunun orta asya ve iran yoluyla anadolu'ya göç eden türkmenleri buralardan temizlemek ve anadolu selçuklu devleti'ni ortadan kaldırmak için kullanılmasını istemekte idi. godfrey de bouillon ve diğer haçlı orduları komutanları ise anadolu'dan biran evvel geçerek filistin'e inip kudüs'ü ellerine geçirmeği baş ve tek hedef yapmışlardı. bizans imparatoru gelen haçlı ordusu komutanlarından onları ve ordularının kendine biat ederek tabi olup vassalları olacağını ve ellerine geçirecekleri eski bizans arazilerini imparatorluk yönetimine geri vereceklerine dair bir sadakat yemini vermelerini istemekteydi.

    aleksios'da büyük bir kuşku yaratan neden ise bu ordu içinde güney italya'dan gelen norman şövalyeleri ile norman taranto dükü boemondo'nun bulunmasıydı. aleksios imparator olmasından sonra hükümdarlığının ilk yıllarında robert guiscard ve oğlu boemondo tarafından komuta edilen norman hücumlarıyla uğraşması gerekmiştir. normanlar balkanlara çıkartma yapmış; dıraç (dyrrghachium) limanı ve bölgesini ve korfu adasını işgal etmişler ve dıraç savaşı'nda aleksios'un idaresindeki bizans ordusunu yenip yunan yarımadasında ilerliyerek teselya'da larisa kalesini kuşatmışlardı. aleksios tarafından büyük bir savaşla zorlukla balkanlardan atılmışlardı. bu nedenle aleksios boemondo'nun şehir dışındaki orduları kullanarak bir komplo ile şehri ele geçirmesinden korkuyordu.

    haçlılar ise ı. aleksios'un bu sefere katılmasını istemekteydiler. fakat imparator bu acayip disiplinsiz orduyu komuta etmeye hiç taraflı olmadı. onların kendi arazilerinden biran önce ayrılmalarını sağlamakla meşgul oldu. bu orduya yiyecek ve hayvan iaşesi vermek için önce ordunun komutanlarının huzuruna çıkıp kendine vasal olduklarına ve asya'da ellerine geçirdikleri toprakları bizans'a vereceklerine dair yemin etmeleri gereğinde ısrar etti. godfrey de bouillon ilk defa bu yemini verdi ve diğerleri biraz isteksiz olmakla sadakat yemini verdiler. ancak raymond de saint-gilles kendinin haç üzerinde yemin ettiği için bu sadakat yemini vermek için zorluk çıkardı ama bizans diplomasisi bir uygun formül buldu ve sadece levazım bulmak için talan yapmayacağına yemin etti. aleksius bu orduları boğaz'dan karşıya geçirmeden önce, onlarla görüşüp onlara selçuklu ordularına karşı nasıl taktikler ve strateji uygulamaları gerektiği hakkında bilgiler verdi.

    nikea kuşatması
    1097'de baronların haçlı ordusu anadolu'ya geçti ve burada keşiş piyer'in "halk haçlı seferi" ufak kalıntıları ile birleştiler. haçlılara kılavuzluk ve destek sağlamak için iki bizans generali, manuel boutoumites ve tatikios, idaresindeki bizans ordusu da onlara refakat ediyordu. bu haçlı ordusunun ilk hedefi bir eski ve ünlü bizans şehri olan fakat sultan kılıç arslan'ın selçuklu başkenti olan (bugünkü iznik) idi.

    keşiş pierre l'ermite'in ordusuna karşı kazanılan başarı, anadolu selçuklu sultani kılıç arslan (1092–1107 arası hükümdar) 'ın haçlılar'ı tehlikesini küçümsemesine neden oldu. haçlıların devlete merkezi iznik'e kadar ilerleyemeyeceğini ve ülkesi için bir tehdit olamayacağını düşünerek önceleri bizans valisi olan daha sonra selcuklulara tabi hukumdar neieteligini koruyan ermeni gabriel'in elindeki malatya üzerine yürüdü ama yapılan kuşatma basarisiz kaldi. sına rağmen sağlam şehir surlarını geçemedi. ı. kılıç arslan devlet hazinesi ve ailesini nikea'da geride birakmıştı.

    haçlı ordusu nikea'yı kuşatma altına aldı. fakat şehir iznik gölü yoluyla kayıkla gelen yiyecek ile iaşe edilebilmekteydi. kılıç arslan alelacele geri dönüp 16 mayıs'ta kuşatan orduya hücum ettiyse de kuşatmayı yarmayı başaramadı. her iki tarafta da büyük telefat olduğu için geri çekilmek zorunda kaldı.

    sonunda haçlılar bizans imparatorunun sağladığı kayıkları kara üzerinden kesilmiş ağaç gövdeleri üzerinden kaydırarak iznik gölü'ne getirdiler ve göl üzerinden yapılan tedariki önlediler. bunun üzerine kalenin selçuklu komutanı 18 haziran'da bizans kuvvetleri komutanına şehri teslim etti. şehri bizanslılar aldığı için o zamanın savaş kurallarına göre haçlı orduları şehri talan edemediler. bu haçlı orduları içinde, bizanslılar aleyhinde büyük bir hoşnutsuzluk yarattı. ama zaten haçlıların verdikleri sadakat yeminine göre nikea'nın bizans idaresine geçmesi gerekmekteydi ve ı. aleksios komnenos haçlılara epeyce hediyeler verip gönüllerini almaya çalıştı. nikea böylece tekrar bizans eline geçti.

    birinci dorileon muharebesi
    haziran ayının sonunda haçlı ordusu anadolu'yu geçip kudüs'e gitmek için yürüyüşe başladı. fransali frank soylu asillerinden biri (stephen blois'lı ) karısına gönderebildiği nadir bir mektupta bu geçişin 5 hafta süreceğini belirtmişti.gerçekte bu geçiş 2 yıl sürdü.

    bizanslılar kılavuzluk yapmak ve destek sağlamak için taticius komutasında bir bizans birliğini haçlı ordusuna bağlamışlardı. haçlı ordusu, ordunun idaresini ve iaşe toplamayı kolaylaştırma nedeniyle, ikiye bölündü; birisi boemondo idaresinde normanlardan oluşmakta ve diğeri godfrey de bouillon da ve papa temsilcisi adhemar idaresinde olup frankları ihtiva etmekteydi. iki ordu grubu eskişehir yakınlarında dorileon ovasında birleşmek kararlıydılar.

    1 temmuz'da önde yürüyen normanlardan oluşan grup anadolu selçuklu sultanı ı. kılıç arslan tarafından karşılandı. kılıç arslan nikea'nın düşmesinden sonra ordusunu büyütmüştü. selçuklu ordusunun çok oynak okçu süvarileri normanlardan oluşan öndeki haçlı ordu grubunu sardı. normanlar hemen askerlerini birbirine sıkıca yaklaştırıp sanki birbirlerine kenetlendiler ve asker olmayanlar ve ağırlıklar çevresinde onları korumak üzere toplandılar. selçukluların hücümunun ve baskınının haberini arkadan gelen franlardan oluşan ikinci gruba bir atlı haberci gönderdiler. i

    kinci grubun başındaki godfrey de bouillon frank zırhlı ağır süvarileri başında birinci grubu çembere almış olan selçuklu güçlerine karşı bir zırhlı süvari hücumuna geçti. selçuklu okları haçlı zırhlarına çok zor geçtiği için, bu haçlı süvari hücumu kılıç arslan'ın çemberini yarmayı başardı ve iki haçlı ordu grubu birleşti.

    ikinci gruptan bir ayrı birlik başında bulunan adhemar ise savaşanların kenarından geçti ve selçukluları arkadan vurdu. ikinci ordu grubunun bu kadar çabuk bir araya gelebileceğini, bu kadar ağır bir darbe indirebileceğini beklemeyen ve birleşen haçlı ordusuna çıkışamayacağını anlayan sultan kılıç arslan selçuk ordusunu epeyce zayiat vererek geri çekmek zorunda kaldı.

    anadolu'dan geçiş
    bundan sonra haçlı ordusunun anadolu'dan geçişinde haçlı ordusunun doğrudan doğruya karşısına çıkan selçuklu ordusu bulunmadı. kılıç arslan dorileon muharebesinden sonra haçlı ordusunu uzaktan gözleme stratejisi uyguladı ve haçlı ordularının en çabuk bir şekilde anadolu'dan geçmesine izin vermeyi ve onlarla doğrudan doğruya çatışmaya girişmeme stratejisini tercih etti.

    dorileon'dan sonra haçlı ordusunun ı. aleksios'un tavsiye ettiği gibi ve bu orduya refakat eden bizans generali tatakios'un kılavuzluğuna uyarak eski hıristiyan hacıların ankara'dan geçen yolları yerine, daha güneyde ve bizans yerleşkeleri yakınlarından geçtiği için daha güvenceli olan bir güney güzergah takip etti.[19] bu inanılır modern kaynağa göre haçlı ordusunun anadolu'da takip ettiği yol şöyledir: uluborlu (polybotus), yalvaç (antioch-pisidia), akşehir (philomelium), ladik (laodicea), konya (ıconium), ereğli(hereclea), kemerhisar (tyana), niğde (augustapolis). burada haçlı ordusu ikiye ayrıldı. genelikle güney italya'da yerleşmiş normanlar ve güney italyanlardan oluşan bir kısmı boemondo ve tancred komutası altında gülek boğazı'na yönelerek çukurova'ya ve tarsus'a girdiler. bu yolun toroslarda ve özellikle gülek boğazı'nda pusuya uygun olduğu görüşü ile haçlı ordusunun büyük ikinci kısmı kayseri (mazacha), kahramanmaraş (marash) yoluyla çukurova'ya indi.

    anadolu sıcağı altında haçlı ordusu yarı aç ve susuz ilerledi. birçok asker ve sivil haçlı ordu mensubu ve hayvanları bu yolda telef oldu. su, iaşe ve hayvan yemi için yoldan uzak alanları talan etmek zorunda kaldılar. anadolu'da bulunan hıristiyanlar bu ordulara yiyecek ve para yardımında bulunmakla beraber bu haçlı ordusunun fecaatine pek katkı yapmadı. diğer taraftan katolik frank haçlılar ortodoks anadolu hıristiyanlarını devamlı olarak küçük görmekte ve eğer imkân varsa hıristiyan, müslüman ayırt etmeden talana devam etmekteydiler.

    anadolu'yu geçmekte iken haçlı ordusu liderleri birbirleriyle başkomutan olmak için devamlı mücadele ettiler. papa'nın temsilcisi adhemar'ın dinsel lider olduğu kabul edilmekle beraber; hiçbir prens/komutan bu başkomutan olma görevini almayı başaramadı.

    antakya önünde de haçlı ordusunun daha küçük bir kısmı da ana ordudan ayrıldı. baudouin boulognelu kendi ordusu ile fırat nehri civarında bulunan edessa arazilerine yürüdü. baudouin, karısının ailesi dolayısıyla avrupa'da araziler ve servet veraseti beklemekteydi; fakat kendine refakat eden karısı anadolu'da öldü. bunun üzerine baudouin boulognelu avrupa'ya dönüp bu arazileri eline geçiremeyeceğini anladı ve kendinin tek başına hüküm süreceği bir ülkeyi anadolu'da bulmak hevesine düştü. 1098 başlarında o zamanki edessa'da, (modern şanlıurfa)'da yönetim bir bizans paralı askeri komutanı olan ermeni asıllı thoros tarafından gasp edilmişti ve thorso kendini bizans'a tabi edessa kralı olarak ilan etmişti. ermeni katolik kilisesi mensubu olan ermeni kralı thoros, çoğunluğu rum olan ve ortodoks hıristiyan olan eddesa halkı tarafından beğenilmemekteydi. iktidar gücünuü pekiştirmek isteyen kral thoros baudouin boulognelu'dan yardım istedi. baudouin boulognelu kendine bağlı atlı şövalyeler birliği ile urfa'ya ulaşınca onu özel bir törenle evlat edinerek kendine varis yaptı. birkaç hafta geçmeden thoros bir suikastla öldürüldü. böylece baudouin boulognelu kendisine edessa kontu unvanı vererek idareyi ele alıp ilk haçlı devleti olarak edessa kontluğu devletini kurdu.

    antakya kuşatması
    haçlı orduları aç perişan ekim 1097de antakya kalesi önüne geldiler. o zaman kale komutanı türk asıllı, 1085'de antakya'yı fetheden büyük selçuklu devleti sultanı melikşah'ın bir gulam emiri olan ve onun tarafından yaklaşık 1090'de antakya emiri olarak tayin edilen emir yağı-sayan'dı. arap tarihçi ali ibn el-esir'in çok ayrıntılı olarak verdiği gibi, haçlı ordularının gelişini önceden haber alan emir yağı-sayan şehirde yaşayan hıristiyanların dindaşlarına yardım etmesinden korktuğu için bütün hıristiyan erkekleri kale dışına çıkarttı.

    kalede emrinde 6.000 veya 7.000 askeri bulunuyordu; buna karşılık haçlı ordusu yaklaşık 30.000 kişi idi. fakat antakya kalesi surları taş ve tuğladan yapılmış yaklaşık 12.000 metre uzunlukta ve 3 kademede 360 kulesi bulunan çok tahkimli bir kale idi ve doğuda "habib-i neccar dağı"nda bir iç kale bulunmaktaydı. şehirde çok yiyecek saklı bulunuyordu ve şehir surları içinde bahçeler, bostanlar hatta tarlalar bulunmaktaydı. buna karşılık haçlı ordusu devamlı yiyecek ve hayvan yemi sıkıntısı çekmekteydi ve iaşe bulma birlikleri çok geniş alanlara, hatta halep civarlarına, yayılmışlardı. haçlılar beklemedikleri durumlarla karşılaşmışlardı: geç mevsim dolayısıyla hava devamlı yağışlıydı; şehrin etrafı çamur deryasına dönmüş; şehir batı duvarı kenarından geçen asi nehri yükselmişti; ve sanki doğanın bu aksilikleri yeterli değilmiş gibi haçlıların hiç alışmadığı bir buna alışmayanları çok korkutan bir doğal olay zaman zaman hissedilmekteydi. antakya bir deprem hattı üzerinde olup hiç beklenmedik anlarda hafif depremler olmaktaydı.

    emir yağı-sayan, resmen suriye selçuklu halep meliği rıdvan'a tabi idi. fakat yağı-sayan haçlılar gelmeden önce şam'daki suriye selçuklu ?am meliği dukak'a gayet yakındı. önce ona oğlu şems-ül devle'yi göndererek ondan askeri yardım istedi. şam meliki dukak ona destek vereceğini bildirdi. atabeyi olan tuğtekin ve hums emiri canah ad-devle de antakya'ya askeri yardıma katılacaklarını açıkladılar.

    haçlılar antakya önlerine geldikleri zaman bu şehir etrafındaki kırsal alanlar her türlu insan ve hayvan iaşesi için gayet verimli idi ve haçlılar ordusu geleceği hiç düşünmeden bu yiyecek ve iaşeyi yeyip bitirmeye koyulmuştu. fakat şehir yakınlarında yiyecek ve iaşe toplamak gittikçe güçleşmişti. toplama gruplari gayet büyük alanlara yayılmaya başladılar. mevsim ilerledikçe, bir kış olmamakla beraber, insan ve hayvan yiyecek ve iaşe maddeleri gayet zorlukla bulunmaya başladı ve çok geçmeden hiç bulunmaz oldu. aralıık 1097 başında haçlılar ordusunun elinde hiçbir yiyecek ve ıase stoku kalmamıştı. haçlılar beomondo'nun normanlar ordusunu ve flandaralı robert'in ordusunu daha uzun menzilli yiyecek toplama görevi vererek asi nehri vadisinden hama yönünde gönderdiler. bu özel yiyecek ve iaşe toplama ordusu 29 aralık'ta haçlılar ordugahından ayrıldı.

    haçlılar ordusunun büyükçe bir kısmının ordugahtan ayrıldığı haberini alan kale komutanı yağı-sayan bir huruç harekeri yaparak asi nehri kuzeyinde bulunan haçlı ordugahına bir gece baskıni yaptı. haçlılara büyük zayiat vermeye başladı. haçlıların papa temsilcisinin sancaktarı da bu zayiata arasında idi. haçlılar komutanı raymond de saint-gilles bu sürpriz baskını karşılamak için alelacele bir şövalyeler birliği topladı ve hemen bir ağır süvari taaruzu düzenledi. bu gece ağır süvari taaruzunu beklemeyen kalenin piyade birliği kaleye düzenli şekilde geri çekilmek zorunda kaldı.

    aralık ortasında şam meliği dukak, şam atabeyi tuğtekin ve yağı-sayan'ın oğlu şems[-ül devle başlarında olmak üzere şam destek birliği şam'dan yürüyüşe başaladı. hama emiri ordusuyla buna katıldı. bu ordu 30 aralık'da şaizar şehri yakınlarına ulaştı. burada ileride haçlı birliklerinin bulunduğu haberi onlara yetişti. dukak ordusu hemen yürüyüşe geçerek "albara" adlı bir köyde özel olarak yiyecek ve iaşe toplamakla görevli robert flandralı'nın haçlı ordusunu bir baskınla yakaladılar ve bu orduyu kıskaca aldı. fakat şam ordusu iyi kesşşif ve gözlem yapmamış bu haçlı ordusunun biraz arkasından beomondo'nun komutasındaki bir diğer norman haçlılar ordusunun gelmekte olduğunu anlamamıştı. beomondo ordusunu biraz geciktirerek şam ordusu muharebeyi kazandığı için dikkatini dağıtmış ve saflarınin çözülmüş olduğu halde iken bir saldırıya geçti. beomondo'nun bu saldırısı hem robert flandralı'nın haçlı ordusunu kurtardı hem de müslüman şam ordusuna büyük zayiat verdirdi. şam ordusundan geri kalanlar düzensiz olarak hama'ya çekildiler. haçlılar ise bu düzensiz çekilen orduyu kovalamak gücünü kendilerinde bulamadılar. bundan sonra şam meliği dukak antakya emiri yağı-sayan'a askeri yardımdan vazgeçti.

    bu sefer ocak 1098'de emir yağı-sayan suriye selçuklu halep meliği rıdvan'dan yardım istedi. rıdvan diyarbakır emiri olan kuzeni artuklu sökmen bey ve kayınpederi olan hama emirinden askeri destek alarak birkaç bin süvariden oluşan büyükçe bir ordu hazırladı. bu ordu şubat'ta yürüyüse çıkarak antakya yakınlarinda harenç mevkine ilerledi. haçlılar askeri kampına taaruza hazırlandı. haçlılar ordusu beomondo'nun tekliflerine uyarak piyade güçlerinin ordugahı korumasını ve 700 kadar şövalyeden oluşan ağır süvari birliğinin bir gece baskını yapmasını planladılar. 8 şubat akşamı şövalyeler ağır süvari birliği asi nehri üzerine kurulan sallardan oluşan köprüden geçerek "demir köprü kavşağı"'na yönelik müslüman destek birliğinin arkasından müslüman okçuların saf tutması önleyecek şekilde gayet süratle bir süvari akşam baskını yaptılar. sonra şövalyeler geri çekilip onları kovalayan halep ordusunu gayet dar ve müslümanların asker sayısı üstünlüğünü kullanıp iki yandan saldırı yapmalarına imkan vermeyen bir dar düzlüğe girmelerine izin verdiler ve sonra haçlılar şsövalyeleri tekrar bir süvari taaruzuna geçtiler. halep meliği'nin hafif süvari ordusu buna karşılık vermeyerek dağıldı ve düzensiz bir şekilde halep'e doğru geri çekilmeye başladı. yağı-sayan ise kaledeki askeri gücünün hemen hepsi ile kaleden huruç hareketi yaptı ve haçlılar piyadelerinin savundukları ordugahlarına saldırıya geçti. bu saldırıya karşı kendilerini güç savunan haçlılar piyadeleri öğleden sonra geri çekilmeye başladıkları sırada ordugaha haçlılar şövalyelerinin rıdvan'ın destek gücünü dağıtığı haberi ulaştı. bu haberin ne olduğu hemen anlayan yağı-sayan ordusunu düzenli olarak tekrar surlar gerisine çekmeyi başardı. böylece komutanlarının yeteneksizliği dolayısıyla rıdvan'ın gönderdiği hafif süvari ordusu haçlılar ordusu ile yaptığı muharebede haçlılar ordusu tarafından mağlup edildi.

    bu sefer emir yağı-sayan iki haftalık yürüyüş yolunda bulunan musul atabeyi gürboğa'dan yardım istedi. gürboğa] nisan 1097 sonunda yaklaşık 30.000 kişilik ordusuyla antakya'ya yardım için yola çıktı. fakat önce urfa'da edessa haçlı kontluğu kuran baudouin boulognelu üzerine yürüdü ve urfa'yı 3 hafta başarısız olarak kuşattı. ondan sonra yine antakya üzerine yürümeye başladı.

    2 haziran akşamı firuz adında ermeni'den dönme bir zırh tamircisi emir yağı-sayan'ın kendisini karaborsa faaliyetlerinden dolayı cezalandırmasının öcünü almak için ve haçlıların kendine vaat ettikleri altın ve toprak bağışlarından gözü kararak şehrin büyük kulelerinden olan "iki kızkardeş kulesi"'nde bir pencereden haçlıların şehre girmesini sağladı.

    şehrinde haçlıların bulunduğunu anlayan yağı-sayan ailesini geride bırakarak 30 kadar kişilik bir muhafiz birliği ile şehirden kaçmayı başardı. ama hızla kaçmakta iken atı tökezledi ve atı ile birlikte yağı-sayan yere kapanıp ölümcül olarak yaralandılar. ona hiç sağlık yardımı sağlayamacaklarını anlayan muhafızlar onu ağır yaralı yatar bir halde geride bırakarak yanından ayrıldıler. ertesi gün bir hıristiyan ermeni köylü tarafından yağı-sayan ölmekte olarak bulundu. ermeni köylü onun kafasını kesdi ve bahşis almak hedefiyle antakya şehrini ele geçirmiş olan haçlılar komutanına götürdu. komutansız kalan şehirdeki müslüman güçler çok geçmeden haçlılar tarafından alt edildiler ve ancak küçük bir kuvvet emir yağı-sayan'ın oğlu şems-ül devle komutasında iç kaleye kapanmayı başardı. 3 haziran günü iç kale hariç şehri ele geçiren haçlı ordusu bir katliam ve talan hareketine girişti; bütün orduya dâhil askerleri ve sivil müslümanları, kadınlar ve çocuklar dahil, kılıçtan geçirip öldürdüler. bütün müslümanlara ait yapıları ve özellikle camileri yıkıp yerle bir ettiler. şehrin her yanını talan ettiler.
    iç kale daha şems-ül devle'nin elinde idi. haçlı orduları bu kaleyi almak için hücumlar yaptılar. ama kale çok korunaklı olduğu için ele geçiremediler. bu hücumların birinde haçlı komutanlarından boemondo yaralandı. şems-ül devle haçlıların iç kaleyi terk etmesi için yaptıkları para tekliflerini de kabul etmedi. haçlı ordusu iç kale etrafına güvenlik karakolları ile bir kordon hattı kurarak şehir içine yerleşti.

    tam bu sırada, antakya kalesinin düşüşünden üç gün sonra, çeşitli diğer ordularla takviye edilmiş musul atabeyi kerboğa'nın ordusu antakya önünde göründü. bu ordu kale içinde bulunan haçlı ordusunu kuşatmaya aldı.

    haçlılar kaleyi ele geçirdikleri zaman yağı-ssyan'ın iaşe stoklarının çok düşük seviyelerde olduğunu görmüşlerdi. haçlılar daha önce de açlık çekmişlerdi ama o zamanlar etrafa bazen çok uzak taraflara iaşe toplama birlikleri gönderip az da olsa yiyecek bulabiliyorlardı. ama gürboğa'nın kuşatması dolayısıyla antakya kalesi içinde kalınca bunu yapmalarına imkân kalmamıştı. arap tarihçisi ali ibn el-esir'e göre antakya'ya zapt ettikten sonra 12 gün frenkler yiyeceksiz kale içinde kapalı kaldılar. soylu şövalyeler kendi atlarını kesip yediler. daha fakir olanlar ise ölü hayvanları, ağaç kabukları ve otları yediler. bazı kaynaklar haçlılar arasında yamyamlık, yani insan ölüsü yeme alışkanlığı başladığını bildirirler.

    bu sırada musul atabey gürboğa'nın kampında da askerler arasında büyük hoşnutsuzluk çıkmıştı. gürboğa'nın hemen hücüma geçmemesi birçok asker, subay ve komutanı tedirgin etmekteydi. birçok emir gürboğa'nın muharebeyi kazanırsa kendini büyük emir ilan edip diğer emirleri hükmü altına almasından korkmaktaydı. bunların başında sonradan gürboğa'ya katılmış olan şam meliği dukak geliyordu. askerinin bu hoşnutsuzluğunu hisseden gürboğa haçlı ordusundan ateşkes için müzakereler istemeye kadar gitmişti. bunu gürboğa'nın korkak davranış ve komutasının son bir emaresi olarak gören emirler başta dukak olmak üzere askerleriyle orduyu terke hazırlanmakta idiler.

    diğer taraftan antakya kalesi içinde beklenmedik bir mucize ortaya çıkmıştı. haçlılar arasında bulunan, marsilya'li pierre barthelemy adlı bir keşiş bir sıra dinsel hayaller görmeye başladı; st andreas ona isa'nın çarmıha gerildikten sonra öldürülmesi için kullanılan kutsal mızrakın antakya'da katedralinin zemininde gömülü olduğunu ve bu mızrağı kullanarak müslümanlara karşı galip geleceğini söylemişti. antakya katedrali'nde berthalamy'nin hayalinde görmüş olduğu yerde zeminde kazı yapıldı ve burada bir mızrak bulunup çıkartıldı. birçok kişi bunun bir mucize olduğundan şüpheliydi, ama haçlı ordusu morali birden yükseldi. arap tarihçisi ali ibn el-esir haçlı ordularında papa'nın temsilcisi olan le puy başpiskoposu adhemar'in bir mızrağı kusyatta saklayıp sonradan bulduğunu söyler. fakat diğer kaynaklar le puy'lu adhemar'ın bu mucizeden şüphesi olan kişiler arasında bulunduğunu belirtirler.

    böylece gayet üstün moral kazanan, başlarında kutsal mızrakla le puy başpiskoposu bulunan haçlı ordusu 18 haziran 1098'de antakya'dan bir büyük huruç hareketi yaparak gürboğa'nın ordusu üzerine büyük bir hücuma geçti. tam bu sırada şam meliği dükak ve eğer muharebeyi kazanırsa gürboğa'nın kendilerine hüküm edeceğinden korkan diğer emirler kerboğa ordusundan ayrıldılar. kalan ordu büyük bir mağlubiyete uğradı. gürboğa kendini zor kurtarıp ordusuz musul'a dönebildi. antakya'da iç kalede sarılmış bulunan şems-i devle de bundan sonra haçlılarla müzakerelerden sonra kendisini ve askerlerine serbest geçiş hakkı kazandı ve iç kale de haçlıların eline geçti. bu galibiyet bir hıristiyan efsanesine dönüştürülmüş ve hıristiyan evliyalarının haçlı ordusunun başına geçerek gürboğa'nın ordusunu kırarak galibiyeti sağladığı söylene gelmiştir.

    bu beklenmedik galibiyetten sonra haçlı ordusu bir müddet daha antakya'da kaldı. ordunun soylu idarecileri arasında büyük bir anlaşmazlığın çözümlenmesi gerekti. haçlı ordu komutanları konstantinopolis'te iken bizans imparatoru'na sadakat yemin etmişler ve ellerine geçirecekleri eski bizans arazilerini tekrar bizans'a terk etmeyi kabul etmişlerdi. antakya önemli eski bir bizans şehri idi ve hala büyük bir rumca konuşan hıristiyan nüfus orada bulunmaktaydı. kuzey fransa'dan gelen frank haçlılar, güney fransa'dan gelen haçlılar ve güney italya'dan gelen norman haçlılar birbirlerine düştüler. güney italyalı norman boemondo bizans imparatoru'nun kendilerine katılmaması dolayısıyla verdikleri yeminin geçersiz olduğu iddiasındaydı ve antakya kalesinin ele geçirilmesinde gösterdiği şahsi üstün başarı dolayısıyla antakya ve civarının şahsi hükümdarlığı olarak kendine verilmesini savunmaktaydı. toulouse'lu raymond de saint-gilles ise buna tamamen karşı idı.

    bu sırada temmuz, ağustos aylarında haçlı ordusu ve şehir nüfusu arasında bir veba salgını (bazılarına göre tifüs salgını) çıktı ve birçok kişi, bunlar arasında 1 ağustos'ta papalık temsilcisi le puy başpiskoposu adhemar, öldü.

    kuşatma sırasında kesilip yendiği için, haçlı şövalyelerin hiç atları kalmamıştı ve devamlı olarak haçlılara ve şehir halkına iaşe bulmak gerekmekteydi. ama önceleri bölgedeki müslümanlar bunları tedarik etmekten kaçınmaktaydılar. bunun için haçlılar antakya yakınlarındaki köy, kasaba ve şehirlere hücumlar düzenleyip zorla at ve iaşe toplamaya başladılar ve bu zorbalığa karşı duran şehirleri kuşatıp talan ettiler. bunlar arasında en ünlüsü "ma'arrat al-numan" adlı kaleye aralık'ta yaptıkları hücumdur. müslüman ve çok inanılır hıristiyan tarihçiler bir haçlı ordusu tarafından kuşatılmış bu şehir kalesinin ele geçirilmesinden sonra haçlıların müslümanları öldürüp kazanlarda ölülerin etlerini kaynatıp yediklerini bildirirler. abd'l-ala şehri ise 13 ocak 1099'da yapılan hücumdan sonra tamamıyla yakılıp yıkıldı; kalesinin taşları bile teker teker sökülüp şehir ortadan kaldırıldı. birçok arap şehri ise elçiler ve hediyeler göndererek haçlıların her isteklerini yerine getireceklerini belirttiler.

    fakat özellikle soylu olmayan haçlılar kendilerini kudüs'e asker hacı olarak gitme hedefleri olduğu için bu gecikmeden gittikçe tedirgin olmaktaydılar. en sonunda 1099'da haçlı ordusu tekrar kudüs üzerine yürümek için antakya'dan ayrıldı. ama şehir bizans'a geri verilmedi ve burada antakya prensliği devletini kurup başına beomondo'yu geçirdiler.

    antakya'dan kudüs'e geçiş
    haçlı ordusunun antakya'dan kudüs'e geçişinin ve yaptığı çarpışmaların kronolojik bir özeti şöyle verilebilir:
    - 13 ocak: toulouse'lu raymond'un haçlı ordusu başında antakya'dan güneye doğru yürüyüşe başlaması.
    - 16 ocak: haçlı ordusu saycar şehrine hücum etmeden şehrin kenarından geçmesi.
    - 28 ocak: toulouse'lu raymond'un hisn-el-akrad kalesini eline geçirmesi.
    - 14 şubat - 13 mayıs: toulouse'lu raymond'un haçlı ordusunun akka kalesini başarısız şekilde kuşatması
    - 17 şubat: haçlı ordusunun tartus şehrini eline geçirip talan etmesi.
    - 2 mart: godefroi de bouillon'un jabala kalesine başarısız hücumu.
    - 16 mayıs: haçlı ordusu hücum etmeden trablusşam şehri etrafından geçmesi.
    - 26-29 mayıs: haçlı ordusunun kasariya önünde yürüyüşüne 3 gün mola verip dinlenmesi.
    - 1 haziran: haçlı ordusunun arsuf şehrini eline geçirmesi. haçlı ordusunun doğuya dönerek ramalah ve kudüs yönüne yönelmesi.
    - 1 haziran: kudüs'e liman olan yafa şehrinin fatimi askerî güçleri tarafından yıkılıp terk edilmesi.
    - 2 haziran: haçlı ordusunun ramallah şehrini ele geçirmesi ve bu şehir önünde kudüs'e varmak için yeniden teşkilatlanması.
    - 6 - 7 haziran: tancred ve bourg'lu baudouin komutasında bir haçlı ordusunun beytüllahim şehrini ele geçirmesi.
    - 7 temmuz: haçlı ordusunun kudüs kalesi önüne gelmesi ve kudüs kuşatmasının başlaması.

    fatimilerin tutumu
    kahire'de iktidar gücünü elinde bulunduran fatimiler başveziri el-afdal şahinşah bir şii olarak ve ermeni asıllı bir dönme olarak sünniler ve selçuklu türklerden hiç hoşlanmamakta idi. selçukluların eski fatimi arazileri olan suriye, filistin ve kudüs'ün ellerine geçirip buraları idareleri altına almaları fatimilerin hoşuna gitmemekteydi. zamanının arap tarihçileri, örneğin ali ibn el-esir, birinci haçlı seferinin başarısını ve sonunda doğu akdeniz'in müslümanlar elinden çıkmasını müslümanlar arasındaki ayrımın baş nedeni olmasına bağlarlar.

    daha nisan 1097de fatimi başveziri el-afdal, kahire'ye gelen bizans elçileri tarafından, kudüs'ü ele geçirmek hedefli büyük zırhlı süvarilerle hristiyan ordularının konstantinopolis'e vardığından haberdar edilmişti. bundan sonra haçlı'ların anadolu'da ilerlemeleri hakkında haberler de mısır'a bizanslılar yoluyla gelmekteydi. haçlılar antakya'yı kuşatmaları sırasında el-afdal haçlılara büyük hediyelerle bir fatimi elçisi gönderip onlara zafer dilemişti. suriye'nin iki taraf arasında bölünmesini beyrut'un hemen kuzeyindeki bulunan "nehr-ül-kelp (köpek nehiri)"'ni fatimi devleti'nin yeni kuzey sınırı olarak tayin edilmesini önermişti. buna antakya kuşatması ile meşgul olan haçlılar pozitif bir yanıt vermemişlerdi. ama el-afdal bu sınırın kabul edileceğini beklemekteydi.

    kahire haziran 1098de antakya'nın düşüşü ve üç hafta sonra kerboğa'nın yenilgi haberini aldı. el-afdal'ın bu haberlere karşı reaksiyonu zamanın arap tarihçisi el-kalasini tarafından bir sürpriz olarak anlatılmıştır. temmuz 1098'de el efdal komutasında bir büyük fatimi ordusu ile filistin üzerine bir sefere çıktı. bu fatimi ordusu mısır'dan hareketle kudüs'e geldi ve kudüs'e ele geçirmek hedefiyle bu kaleyi kuşattı. kudüs'de hükümet süren selçuk emirleri artukoğlu sökmen bey ve ilgazi bey antakya'ya yardım için gitmişler; yenilen kerboğa'nın harekâtına katılmışlar ve yenilgiden sonra kudüs'e yeni geri dönmüşlerdi. kırk gün kadar süren bir direnmeden sonra kudüs kalesi fatimiler eline geçti. el-afdal şehrin idarecisi olan artukoğullarına iyi davranıp onları ve maiyetlerini kuzey suriye'ye gitmek üzere serbest bıraktı. sonra bu ordu ile fatimiler filistin ve lübnan akdeniz kıyı boylarındaki şehir ve kalelerin idarelerini ele aldılar. bu yeni durumdan özellikle bizans imparatorluğu ve mısır'la ticaret eden avrupalı tüccarın yakından haberleri oldu. fatimi baş veziri, haçlı ordularından haberdardı ama daha önce yakın ilişkileri olan bizanslılar gibi bu yeni hristiyan ordularının da diplomatik ve dış siyaset kurallarına uyacağını sanmaktaydı. bu yanlış teşhis dolayısıyla fatimi baş veziri kudüs'te nispeten küçük bir ordu ile iftikar el-devla'yı kale komutanı olarak bırakıp mısır'a geri çekildi.

    el-afdal haçlı ordusunun ocak 1099'da yeniden güney yürüyüşü haberini alınca fatimiler durumunun iyi olmadığını anladı. haçlılara karşı yeni bir ordu toplayamayacaktı. bizans imparatoru'na haçlıları durdurmak için elinden geleni yapması için bir mektup gönderdi, ama aleksius'un haçlılara arka kalesini kuşatırken kudüs'e gitmelerini geciktirme önerisine haçlı liderleri kulak asmadılar. el-afdal'ın haçlılara gönderdiği elçinin nehr-el-kalb kuzeyinde durmalarını ve güneydeki fatimi arazilerine girmemeleri talebi de "harp teşkilinde mızraklarımız dik, kudüs'e hepimiz gideceğiz" yanıtıyla çok sert olarak cevaplandırıldı. 19 mayıs 1099da haçlı orduları nehr-el-kalb'i geçerek fatimi arazilerine girdiler.

    kudüs komutanı iftikar el-devla deneyimli bir askerdi. kale duvarlarının el-eftal kuşatmasından gördüğü zarar hemen giderildi. fatimiler eline geçmeden kudüs kalesi selçuklu komutanlar tarafından çok iyi bir şekilde stoklanmıştı ve el-efdal kuşatmasında kullanılan erzak ve edevat yenilendi ve kale uzun bir kuşatmaya hazır hale getirildi. şehir etrafındaki bölgedeki şu kaynakları ve kuyular zehirlendi. antakya kuşatmasında deneyime uyularak iftikar el-devla hıristiyanları şehir dışına çıkarttı.

    kudüs kuşatması
    kudüs'e yönelen haçlı ordusu toulouse'lu ıv. raymond tarafından sevk ve idare edildi. uzun ve yıpratıcı bir seferden ve müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri pek çok yağma ve katliamdan sonra gerçekten de 7 temmuz 1099 kudüs'e vardılar.

    hıristiyan haçlı ordularının ilk hareketlerinin kudüs'deki müslümanları şaşırttığı bildirilir. haçlı orduları ve takipçileri büyük gruplar halinde başları açık dua eder şekilde önlerinde papazları olarak şehrin etrafında ağlayarak ilahiler söyleyerek gezdikleri ve dini veche gelip kendilerini şehrin duvarlarına attıkları yazılmıştır. fakat çok geçmeden haçlı askerler duruma hakim olup kuşatma ciddi olarak başladı. kudüs'ün kuşatılması sırasında haçlı orduları şehrin surlarına birçok başarısız saldırılarda bulundular ve geri püskürtüldüler.

    şehrin etrafında tahta bulup kuşatma için mancınık ve kuleler yapmak imkânı olmadığı anlaşılmıştı. ama filistin'e gelmiş olan genevizliler yafa yakınlarında karaya oturttukları gemilerini parçalayarak tahtalarını kudüs önlerine getirdiler ve iki tane büyük kuşatma kulesi yaptılar. bunlar 14 temmuz gecesi şehrin duvarları önüne getirildi. gasta adlı birincil kaynağa göre, 15 temmuz günü bu kulelerden şehrin kuzeydoğu kapısı önünde bulunana godefroi komuta etmekteydi; askerlerinden iki flandralı şövalye ilk defa kuleden şehre girmeyi başardı. bundan sonra godefroi, kardeşi boulogne'lu eustace, tancerd ve askerleri de şehre girdiler. raymond komutasındaki ikinci kule bir hendek dolayısıyla ilerleyemedi.

    fakat şehre haçlıların girdiği haberini öğrenen kapı savunma komutanı iftikar el-devle fazla direniş yapamayacağını anlamıştı. raymond bir haberci göndererek iftikar el-devla teslim olursa kendisi ve ordusunun hiç ziyan görmeden serbest kudüs'ten ayrılmasına izin verileceğini bildirdi. iftikar el-devle pek fazla düşünmeden raymond'un tekliflerini kabul edip teslim olup şehir kapılarını haçlılara açtı. raymond bu sözünü tuttu ve iftikar el-devle ve ordusu akşam kudüs'ten ayrılarak eskalon kalesine gittiler. kudüs haçlılar eline geçti.

    kudüs'ün işgali ve şehirdeki müslüman ve yahudilerin katliamı
    15 temmuz 1099 günü öğleden sonra, akşam üstü ve ertesi sabah haçlı ordusu mensupları kudüs'te bulunan bütün müslümanları ve yahudileri öldürmeye başlayıp dünya tarihinde eşine az rastlanır bir vahşet gerçekleştirdiler. haçlı ordusu kudüs'te iki gün içinde şehirdeki 70 binden fazla olmak üzere tüm müslümanları ve yahudileri kılıçtan geçirdiler.

    birçok müslüman kudüslü mescid-i aksa camisine, haremi şerif, süleyman tapınak tepesine, yahudiler ise batı duvarı (ağlama duvarı) kenarında bulunan kendi sinagoglarına sığınmışlardı. haremi şerif, süleyman tapınak tepesi üstünde kendi tapınaklarına sığınanların hepsi (müslüman ve yahudiler) öldürüldü. bu tarihi gerçek hem batı avrupalı haçlılardan tarih yazanlar tarafından hem de zamanın tarihini yazan arap kaynaklarında belgelenmektedir.

    o zamanda yaşamış, ismi bilinmeyen bir latince tarih yazarının "gesta francorum" adlı eserinde bu durum şöyle betimlenmektedir:

    ..bizim askerlerimiz süleyman tapınağına kadar onları katlederek, öldürerek takip ettiler; burada katliamla o kadar çok kişi öldürülmüştü ki ölenlerin akan kanı katliama devam eden askerlerimizin ayak bileklerine kadar yükselmişti.

    yine durumu diğer bir birincil kaynak "chartres'li fulcher" tarihinde

    bu tapınakta 10.000 kişi öldürüldü. gerçekten orada olsaydınız ayaklarımızın ayak bileklerine kadar öldürülenlerin kanı ile kaplı olduğunu görürdünüz. daha başka ne denilebilir? buradaki hiç kimse hayatta bırakılmadı; ne kadınların ne çocukların hayatını bağışladılar.

    diğer haçlı yazarlardan biri olan, aguiles'li raymund ("historia francorum qui ceperunt ıherusalem" eserinde) bu vahşeti "övünerek" şöyle anlatır:

    görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. adamlarımızın bazıları - ki bunlar en merhametlileriydi - düşmanların kafalarını kesiyorlardı. diğerleri onları oklarla vurup yere düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. ama bütün bunlar, süleyman tapınağı'nda yapılanların yanında hafif kalıyordu. orada ne mi oldu? eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. en azından şunu söyleyeyim ki, süleyman tapınağı'nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın ayak bileklerinin boyunu aşıyordu.

    ibn al-kalanisi (1073-1160) şam tarihini işleyen zeyl tarih dimaşk adlı zamanının tarihinde "

    ahaliden çoğu öldürüldü. sinagoglarına sığınan yahudileri franklar kafalarının üstünden yaktılar

    ddemekte ve bu yangından sonra hiçbir yaşayan yahudi kalmadığını yazmaktadır. bazı yazarlar haçlı askerlerin sinagog içinde yahudiler yanmakta devam ederken "isam, sana tapıyoruz." ilahisini iniltiler üzerine duyurmak için bağırarak söylüyerek sinagog etrafında eğlendiklerini yazarlar.
    arap tarihçi ali ibnü'l esir (1160-1233) al-kamil fi'l tarih (mukkemmel tarih)" adlı büyük abide eserinde
    kutsal şehrin nüfusu kılıçtan geçirildi ve frenkler bir hafta süren bir müslüman katilamına giriştiler. mescid-i aksa camiinde yetmiş binden fazla kişiyi öldürdüler.
    demektedir.
    bazı yazarlar birkaç müslümanın bu katliamdan kurtulduklarını söyleyerek bu katliamın önemini azaltmaya yeltenirler. örneğin, haçlı komutanı tancred tapınak dağı etrafının kendine verildiği için oraya sığınmış müslümanlardan bazılarını öldürmekten kurtarmak istediğini; fakat diğer haçlıların onu dinlemeyip katliama devam ettiklerini bildirirler. yine ismi bilinmeyen "gesta francorum" tarih yazarı

    şehir inançsızlardan ele geçirilince, bizim askerlerimiz şehirde bulunan çok sayıda inançsızı, hem erkek hem kadın, ellerine geçirdiler, bunları ya öldürdüler ya da kul olarak aldılar.

    diye yazması, şehirlilerinin bazılarının haçlılar tarafından kul olarak alınmasını haçlıların ne kadar insaflı davrandıklarına yormaktadırlar. yine aynı yazarın

    liderlerimiz bütün şehir ölü arap cesetleri ile dolu olup bunların şehri fena kokuttukları için bütün ölü arap cesetlerinin şehirden dışarı atılmasını emrettiler ve böylece hayatta kalan araplar bütün cesetleri şehrin çıkış kapılarına sürüklediler ve oralarda sanki yüksek evler gibi yığınlar yaptılar. inançsız kişilerin bu kadar büyük katliamını hiç kimse görmüş duymuş değildi. yakılan ölü cesetleri sanki piramitler gibi yığılmıştı. kaç kişinin öldürülmüş olduğunu allahtan başka kimse bilemez.

    diye yazmasından, piramidler gibi ölü yığınları hiç önemsizmiş gibi, ölüleri sürükleyenlerin arap olmasından (ki bunların müslüman olup olmadığı işaret edilmemekte) her müslümanın öldürülmediğine dair bir sonuç çıkarmaktadırlar.

    diğer taraftan bazı yazarlar ortodoks hristiyanların da öldürüldüğünü yazmaktadırlar. buna karşılık ortodoks hristiyanların kudüs fethinden sonra şehirde bulunduğuna dair belgeler bulunmaktadır. haçlılar şehri ellerine geçirince baş hedefleri olan kutsal mezar kilisesi (kıyamet kilisesi) içinde yüzyıllardır kudüs'ün kimin elinde olduğundan hiç etkilenmeden, dinsel görev sağlayan doğulu hristiyan (rum, gürcü, ermeni, kopt, suriyeli vb.) papaz ve keşişleri oradan attılar. bu aşırı fanatik katolik haçlı tutumuna direnmek isteyen doğulu papazlar bu kilisede bulunan "gerçek istavroz"'un sakladığı yeri önce ifşa etmediler. ama bu bütün hristiyanlar için kutsal olan eşyayı korumakla görevli papazlar haçlılar tarafından işkenceye tabi tutuldu. bu işkenceden sonra bu kutsal kalıntı da zorla haçlı hristiyanlar eline geçti.

    sonuç olarak tarafsızlık prensibine güya uyularak, hristiyan katliamından kurtulan müslümanlar bulunduğunu göstererek haçlı katiliamın aksini iddia edilmesine her ne kadar çalışırlarsa çalışılsın, birinci haçlı seferinde kudüs'ün haçlılar tarafından fethinin sonucunun şehir müslüman ve yahudi halkının büyük bir vahşetle öldürüldüğü gerçeğini saklamak olanağı bulunmamaktadır. kaç kişinin nasıl öldürüldüğü hakkında (ve daha basitçe sadece kaç kişinin öldürüldüğünü tahmin etmek için) çok fazla belgesel birincil kaynak bulunmadığı doğrudur; ama zaten 11. yüzyılın hiçbir olayı için de tümüyle inandırıcı belgesel birincil kaynak bulunmadığı da gerçektir.

    haçlılar tarafından kurulan devletler
    haçlılar kudüs'ü zaptettikten sonra, haçlı ordusunun soylu komutanları kutsal kabir kilisesi'nde 22 temmuz'da bir toplantı yapıp ellerine geçirdikleri kutsal kudüs şehrinin nasıl idare edileceği hakkında tartışmalar yaptılar. yeni bir kudüs krallığı kurulmasına karar verdiler. bu krallık hristiyanların kutsal saydıkları topraklarda dinsel olmayan devlet işleri ile uğraşmaya yetkili olacaktı. kudüs krallığı kudüs şehri yanında suriye'in güneyi ve filistin'i de ihtiva edecekti.

    bu devletin başına toulouse kontu raymond'in geçirilmesi bu toplantıya katılanların çoğunluğu tarafından beklenmekteydi. raymond, ya kendi tutumunu mütevazı bir dindar göstermek için yahut ta katılan soyluların ne de olsa kendini seçeceklerini beklediği için önce bu hükümdarlığı kabul etmekte çekingen davrandı fakat ona rakip olan godefroi de bouillon böyle bir çekingenlik göstermedi ve antakya kuşatması ve fethine olan katkısı dolayısıyla haçlı soylu komutanları arasında kazandığı popülerliği kullarak kendinin kutsal kudüs kralı olarak seçilmesini sağladı. godefroi'un bu başarısı raymond tarafından hiç iyi karşılanmadı ve hatta raymond bu gelişmeye çok kızarak kendi komutası altında olan birliklerle kudüs şehrinden çekilip kırsal bir ordugâha yerleşti.

    `kudüs kralı olarak seçilen godefroi du bouillion yine bir mütevazılık örneği` göstermek için "kudüs kralı" unvanını almayı reddettiğini ama unvanının advocatus sancti sepulchri (kutsal kabir'in koruyucusu) olmasını kabul ettiği bildirilir. bu unvanın gerçek olarak kullanılıp kullanılmadığı ve manasının ne olduğu açık değildir ve değişik yorumlar bulunmaktadır. bu seçimden sonra godefroi'in şahsen bu unvanı da kullanmadığı ve sadece "princeps" veya daha basit olarak eski unvanı olan aşağı loren "dux"'u unvanını kullandığı bilinmektedir. 12. yy. çok otoriter haçlı tarihçilerinden "sur'lu giyom" godefroi'in, isa'nın tacının dikenden olması nedeniyle, kudus krallık "altın tacı"'nı giymemekte ısrar ettiğini yazmaktadır. olaylarla hemen güncel olarak yazmış tek kronikçi olan "keşiş robert"'nin eserinde ise godefroi'in "kral" unvanını aldığı bildirmektedir.

    bu krallığın bu haçlı seferi'ne iştirak eden papalık temsilcisi olan "pisa'lı daimbert" tarafından teokratik bir devlet olarak papa idaresinde olmasi istenmekteydi. fakat bu tez kabul edilmedi ve yeni krallık batılı avrupa franklarının yönetim ve kullanım şekillerine uygun olarak kurulup ve geliştirildi. ancak bu krallığı bazi idare organları ve idare tarzları bu kralliga özel orijinal şekilde geliştirilmiştir.

    birinci haçlı seferi'nde ayrıca kudüs fethinden önce urfa kontluğu (1097-1144) ve antakya prensliği (1098-1268) devletlerin'de kudüs krallığı'ndan bağımsız olarak ama bu krallıkla çok yakın olarak bağlantılı bir şekilde kurulmuşlardır. küdüs'ün işgalinden sonra, 1109'da haçlıların trablusşam'ı işgal etmelerinden sonra, bu şehir ve civarında yine bağımsız statülü olarak trablus kontluğu (1109-1289) devleti kurulmuştur.

    fatımiler devleti'ne karşı aşkelon muharebesi
    kudüs'ün haçlılara teslim edilmesinden sonra kudüs'ün fatımiler valisi "iftikar ül devle" aşkelon'a çekilmişti. filistin'in bu güneydoğu kesimdeki sahil şehrinde fatımiler devleti'nin gerçek idarecisi olan vezir afdal şahenşah komutasında bir ordu toplamaya başladı. fatımiler haçlılarla anlaşıp suriye'yi onlara vermeyi kabul etmişlerdi; ama filistin ve kudüs'ü haçlılara teslim etmemeye kararlıydılar.

    aşkelon'da kurulan fatımiler ordusu sadece fatımilerin mısırlı ve mısır'ın güneyinden askerlerle kurulmamıştı. çeşitli müslüman ülkeler askerleri de ihtiva etmekteydi. bu ordunun tam mevcudunun büyük olasılıkla 20.000 olduğu, ama bazı kaynaklara nazaran 50.000 asker olduğu, bildirilmektedir.

    5 ağustos'ta fatımiler vezirinin gönderdiği bir elçi kudüs'e gelerek haçlıların bu şehri ve filistin'i terk etmelerini istedi; ama bu istek haçlılar tarafından kayda alınmadı. yeni kudüs kralı godferey de bouillion bir haçlı ordusu ile kudüs'e bir günlük yolda bulunan aşkelon'daki fatımiler ordusu üzerine yürüyerek onlar karşı çıkmaya karar verdi. bu orduya toulouse'lu raymond de saint-gilles ve robert curthose katılmadı. ama yeni kudüs katolik kardinali seçilen ve haçlıların yeni ellerine geçen "gerçek istavroz"u muharebeye taşımayı görev edinen "arnouf"; antakya'da bulunan "kutsal mızrak" taşıyıcı görevini yüklenen "raymond aguilersli", halk haçlı seferi fiyaskosundan sonra yeniden kudüs'te ortaya çıkan keşiş piyer (pierre l'hermit) gibi katolik dinsel liderler ve kudüs ortodoks dinsel liderleri başta katıldılar. 10 ağustos'ta dinsel ayin ve törenlerden sonra kudüs'ten ayrılan bu haçlı ordusu, "raymond aguilers'li"'den kalan bir belgeye göre, 9.000 piyade ve 1.050 ağır süvari şövalyeden oluşmaktaydı.

    hem arap hem de haçlı kaynaklarına göre fatımiler veziri haçlıların böyle bir orduyla hemen hücuma geçeceğini hiç beklememekteydi. fatımiler ordusu ve veziri muharebeye hazır değildi. 11 ağustos'ta askalon önüne gelen haçlılar ordusu hemen şehir kalesi önündeki "macdal" vadisinde ordugâhda hazırlıksız bulunan fatımiler ordusu üzerine hücuma geçti. fatımiler hazırlıksız oldukları için fazla direniş gösteremediler. fatımiler ordusu sayısının çok yüksek olmasına rağmen bazı birlikler savaşa katılamadı. özellikle fatımiler ağır süvarileri savaşa katılamadılar ve buna karşılık haçlılar şövalyeler ağır süvarileri fatımiler piyade güçlerine karşı gayet yıkıcı hücumlar yaptılar. nispeten kısa süren bir çarpışmadan sonra fatımiler veziri moralini yitirdi ve ordusunu yüksek duvarları ile korunaklı olan aşkelon kalesi içine çekti. haçlı ordusu fatımilerin ağırlıklarını ve vezirin hazinesini ellerine geçirip talan etti. haçlı kaynakları fatimiler ordusunundan 10.000-12.000 kişi zayiat verdiğini bildirilmektedir; ama haçlılar kayıpları hakkında hiçbir belge yoktur.

    ertesi gün fatımiler vezir'inin mısırlı olan ordusunun kısmı ile denizden mısır'a döndüğü haberi ortaya çıktı. böylece fatımiler kudüs ve filistin'i haçlıların yeni kudüs krallığı'na teslim etmiş oldular. ama aşkelon kalesi 1153'e kadar fatımiler elinde kaldı.

    1101 haçlı seferleri
    bu birinci haçlı seferi'nin üçüncü safhasında ise filistin'de yerleşen frank haçlılarına destek sağlamak için 1101'de avrupa'dan ek haçlı seferleri yapıldı. bu sefer istanbul'dan birbiri arkasından yürüyüşe geçen üç değişik sefer ordusu halindeydi.

    baronlar haçlı seferi'nde nispeten uzaktan takip stratejisi uygulayan ı. kılıç arslan bu seferler için stratejisini değiştirdi. haçlı ordusunun yolu üzerinde ve yakınlarında bulunan bütün yerleşkeleri ve yetiştirilen hububat ve yiyecekleri yakıp yıkmaya; haçlı ordusuna iaşe ve hayvan yemi sağlanmasını önlemeye çalıştı. önemli su, kuyu ve kaynaklarını battal etmeye veya zehirlemeye karar vererek haçlıların susuzluktan zayıf düşmelerini sağladı. bu yeni strateji daha başarılı sonuçlar verdi ve 1101 haçlı seferlerine iştirak eden üç haçlı değişik ordusu da, anadolu içinde (merzifon'da ve ereğli'de) imha edildi.

    mayıs 1101de italya'dan lombardlardan oluşan istanbul'a milano piskoposu anselm idaresinde gelen ve kudüs'ten istanbul (konstantinopolis)'e dönmüş olan sefere deneyimli raymond komutası altına geçen 20.000 kişilik haçlı ordusu beklenmedik bir şekilde ankara'ya yöneldi; o şehri eline geçirip oradan niksar'a doğru harekete geçti. ağustos'ta merzifon'da anadolu selçuklu sultanı ı. kılıç arslan ve danişmendoğlu ordusu ile yapılan bir muharebe sonucunda bu haçlı ordusunun 4/5u imha edildi ve kadınlar ve çocuklar esir olarak türklerin eline geçti.

    haziran sonunda nevers kontu giyom'un komutasında bulunan bir fransız haçlı sefer ordusu ankara, konya üzerinden ereğli'ye ilerlemeye başladı. bu haçlı ordusu çok geçmeden bu yolu takip etmenin bir hata olduğunu anladı; çünkü önceki baronlar haçlı seferi yol etrafına sanki kıran getirmişti. bu ordu iaşe ve hayvan yemi bulamamaktan bitik bir hale düştü. anadolu selçuklu sultanı ı. kılıç arslan ve danişmend gazi süvari ordularıyla merzifon'dan ağustos sonunda gelip ereğli'de hemen hücuma geçerek bu orduyu da hemen imha etmek imkanını buldular. bu ordunun komutanı nevers'li giyom bir türk asıllı bir bizans askerinden (türkopol) kılavuz bularak antakya'ya erişmeyi başardı.

    bu orduyu bir hafta zaman gecikmesiyle akitanya'li giyom idaresinde fransızlar ve bavyera dükü wolf komutasında almanlardan oluşan üçüncü bir haçlı sefer ordusu takip etmekte idi. bu haçlı sefer ordusu askerleri ve asker olmayan kamp takipçileri de açlık ve özellikle susuzluktan tam harabe olarak yine ereğli (heraclea)'ya erişebildiler. orada bulunduğunu gördükleri bir çaya kendilerini atıp susuzluklarını giderdiler. ne yazık ki bu su selçuklular tarafından zehirlenmişti ve ı. kılıç arslan ordusuyla pusuda beklemekteydi. böylece bu üçüncü haçlı sefer ordusu da, askerlerinin çoğu ölüp, yaşayanlar da esir alınıp, elimine edildi. bu ordu komutanları akitenya'li giyom ile bavyera dükü wolf şahsen antakya'ya kaçabilmeyi başardılar. bu 1101 ek haçlı seferi öyle korkunç ve büyük bir fiyasko sonuçlu olmuştur ki, bu sonuç bu seferin avrupa dünyası tarafından tümüyle hemen hemen unutulmasına yol açmıştır.

    kaynak

    ashbridge, thomas (2004) the first crusade: a new history . oxford.
    michaud, joseph francois (1817-1822), l'historie de croisade, cilt.1
    demirkent, ışın (2014). türkiye selçuklu hükümdarı sultan ı. kılıç arslan. ankara: türk tarih kurumu yayınları
    riley-smith (1979), "the title of godfrey of bouillon", bulletin of the ınstitute of historical research cilt 52
    tyerman, christopher (2006), god's war: a new history of the crusades (allah'ın savaşı: haçlı seferleri için yeni bir tarih) . cambridge: belknap press of harvard university press.
  • gözümüzü avrupa’ya çevirip, bundan bin sene öncesine dönerek o tarihlerde bu kıtadaki en kuvvetli kişinin kim olduğunu tespit etmeye çalışırsak şöyle bir yargıya varabiliriz:

    o kadar çok hükümdar var ki, rastgele birini “en güçlü” olarak niteleyebilmek zor. üstelik “güç” deyince bunu sağlayanın ne olduğunu da göz önünde tutmak gerekir. savaşlar oluyor, dengeler değişiyor.

    lakin hepsinin ortak yanının ne olduğunu düşünürsek, ortaya hıristiyan dini çıkar. işte o vakit orta çağın göbeğinde avrupa’daki en ehemmiyetli müessesenin katolik kilisesi, dolayısıyla en kuvvetli kişinin de “papa” olduğunu söyleyebiliriz.

    elbette bu “manevi” nitelikli bir güçtür, “dünyevî” değil.

    ancak o sıralarda katolik kilisesi’nin bir hayli meselesi, bir hayli kaygısı vardı. bunlardan biri de manevi gücün kendisine yetmeyişi, bunu kesinlikle dünyevî güç ile de destelemek gerektiğini duyumsamasıydı.

    katolik kilisesinin kaygılarından bir ötekisi, hıristiyanlıkta en ehemmiyetli, en mukaddes yer sayılan kudüs’ün oldukça uzun bir zamandan beri müslümanların elinde oluşuydu. her kim “papa” olarak seçilip avrupa’nın en güçlü kişisi niteliğini edinirse, bu memnunsuz vaziyete nasıl bir çare bulunabileceğini düşünmekten kendini alamıyordu. zati etrafındakiler de bunu körüklüyordu.

    yapılması şart olan şey belliydi: müslümanlar ile büyük bir savaşa girişerek kudüs’ü geri almak.

    ancak batı avrupa’da katolik kilisesi en güçlü müessese, papa en güçlü kişi olsa dahi, onların bunu sağlayabilecek dünyevî imkanı yoktu. bunu rastgele bir kraliyet dahi tek başına yapamazdı. demek oluyor ki, hıristiyanları bu mukaddes emel uğrunda birleştirmek, ayağa kaldırmak gerekliydi. hepsi olmasa dahi en azından büyük bir bölümünün bu işe baş koyması sağlanmalıydı.

    bunu bir hayli papa biliyordu fakat bu amaçla ne yapması gerektiğini bilemediği, düşündüklerini yapmaya girişemediği için daha önceki hamam daha önceki tas olduğu yerde duruyordu. ta ki 1095 seneyin hazanında papa 2. urbanus bir atılım gösterip bu amaçla fransa’ya gidene dek.

    fransa’nın clermont şehrinde evvelce tertip etmiş ve avrupa’nın ileri gelen kralları ile diğer asillerinden birçoğunun çağrılmış olduğu bir toplantıda, papa 2. urbanus heyecanlı bir konuşma yaptı. herkesi kudüs üzerine tertip etmesini önerdiği bir haçlı seferine katılmaya çağırdı. konuşmasının nihayetinde da, yeterince tesir yaratmış olup olmadığını anlayabilmek için, bu kutsal amaç uğruna yola çıkmaya kimin gönüllü olduğunu sordu.

    toulouse kontu raymond de st. gilles herkesten önce atılarak, kendisinin gönüllü olduğunu, istenirse hemen hazırlanmaya başlayacağını izah etti.

    orada bulunan diğer asiller da ondan aşağı kalmak istemedi. yoksa raymond st. gilles parsayı kapıp giderdi. her biri, ya direk şövalyeleriyle beraber katılacağını veyahut destek olacağını bildirdi. birçoğu aslında doğrudan katılmaya pek de hevesli değildi; bu teşebbüsü şüpheyle karşılıyorlardı. ancak papaya şirin görünmek de gerekirdi. kimisi asker, kimisi malzeme, kimisi her ikisini ansızın sağlamayı, kimisi de parasal katkıda bulunmayı üstlendi.

    böylelikle toplanan haçlı silahlı güçleri, sonrası yıl birbiri ardınca avrupa’nın batısından yola çıkıp doğuya doğru ilerlemeye başladı.

    hedef kudüs’tü. yol çok uzundu. haçlıların büyük bölümü atlı olmadığı için, yalnızca tek istikametli gidişin en az iki yıl süreceği biliniyordu. bu göze alınmıştı.

    tarihçiler, bu sefere kaç kişinin katılmış olduğuna ait birbirini tutmayan bilgiler vermiştir. bunun nedeni de değişik kronolojistlerin bu konuda ikilemli şeyler yazmış olmasıdır. ancak şöyle diyecek olursak yanlış sayılmaz: binlerce şövalye, on binlerce piyade.

    sefere sadece düzenli silahlı güçler değil, onların yanı sıra tarihçilerce “başı bozuk takımı” olarak ya da benzer bir nitelikle hatıralan bir sürü insan da katıldı. bunlardan kimileri, silahlı güçlerin hazırlanmasını bile bekleyememiş, sanki kendi başlarına gidip hıristiyanlık yerine kudüs’ü teslim alacakmış gibi eline silah olarak kullanmak üzere her ne geçirdiyse onunla evvelce yola koyulmuştu dahi.

    aynı zamanda ehemmiyetli bir meselenin cevabını araştırmak gerekir: «evvelki papalar asırlar boyu böyle bir işe girişememiş olmasına rağmen, nasıl olmuştu da papa 2. urbanus bunu göze alabilmiş ve haçlı seferi çağrısında bulunmuştu? ne olmuştu ki?»

    bunun tarihçilerce pek üzerinde durulmamış veyahut bariz bir vesikası olmadığı için benimsenmemiş bir nedeni var: pierre l’ermite isimli bir rahip, papayı böyle bir teşebbüste bulunmaya ikna etmişti. bu kadar kolay.

    nitekim “başıbozuk takımı” olarak nitelendirilen ve takriben bin kişiden oluştuğu söylenen bir grup çoğu fransız asıllı çapulcuyu yöneten kişinin de pierre l’ermite olduğu, avrupa’da yol süresince yağmalara giriştiği, bunların bir hayli yerde çatışmalarda bulunduğu, hıristiyanlığın utkusunu sağlamaya giderken yol üzerinde kendi dinlerinden olanları hunharca öldürdükleri anlatılır.

    pierre l’ermite kimdi?

    izleyen bölümde onu anlatacağım.
  • (#75436078)
    pıerre l’ermıte

    bu adamın aslında kim, gelmişinin geçmişinin ne olduğu pek iyi bilinmiyor.

    bir rahip gibi giyinirdi. asıl isiminin, pierre d’amiens olduğu söylenir fakat bu giyim tarzı hasebiyle hemen hemen her yerde “münzevî biri” mananına gelen “ermite” veyahut “hermit” sıfatıyla anılmıştır.

    oysa hiç de inzivaya çekilmiş biri gibi davranmazdı. dur durak bilmeksizin oradan oraya dolaşır, gittiği her yerde halkı etrafına toplar, sanki bir din adamıymış gibi vaaz verirdi. görünümü itibariyle ufak tefekti fakat konuşmaları pek etkileyiciydi.

    bir zamanlar kudüs’e gitmiş, müslümanların diğer dinlerden olanlar için koyduğu ayak bastı fiyatını ödeyip iyice gezmişti.

    oraya hac emeliyle, yalnızca merak ettiğinden, macera aramak için veyahut «geçerken uğradım.» gibisinden gitmiş değildi. belli ki bu yolculuğu emelli olarak, bilhassa yapmıştı.

    kudüs’te bir hıristiyan kilisesi de vardı sinagog da. müslümanlar, şehirde kalan hıristiyan ve yahudilere hoşgörü göstermişti.

    pierre l’ermite, kilisenin patriği simeon ile uzun müzakereler yapmıştı. kendisini, bu mukaddes şehrin hıristiyanlara göre şu dayanılamaz halini görünce çok üzülmüş hem de felakete uğramış ateşli bir dindar olarak göstermişti. bir anda patriğin sempatisini ve güvenini kazanmıştı. ona, bu vaziyete bir çare bulunması için direk papaya dokunaklı bir mektup yazmasını öğütlemiş, üstelik bunu yapmasını sağlamıştı. sonra da bu mektubu kendi eliyle papaya iletmeyi üstlenip, soluğu roma’da almıştı.

    kendisine dikte ettirilmiş olduğu üzere; kudüs patriği simeon mektubunda hıristiyanların burada ne kadar ağır koşullar altında yaşadığını, müslümanların her gün isa’nın hatırasını nasıl biraz daha hırpalayarak mukaddes kabiri kirlettiklerini, hıristiyanlar için bunun ne büyük ve dayanılamaz bir eziyet olduğunu anlatıyordu. papadan, buna kesinlikle ve bir an önce bitirilmesi dileğinde bulunuyordu.

    patriğin mektubunun yanı sıra pierre l’ermite papaya kendi izlenimlerini de anlatmış, bol mübalağa etmeyle onu iyice doldurmuştu.

    papa, bunların hepsini öteden beri zati bildiğini fakat elinden bir şey gelmediğini belirtmiş, açıkça çaresizliğini ifade etmişti.

    zaten pierre l’ermite de papanın böyle demesini bekliyordu. ona tarih süresince her ne vakit kılıç ile haç birleşip birbirine destek olmuşsa hiç kimsenin bu gücün önünde duramadığını anımsatmıştı. avrupa’daki çoğu ülkenin, başta krallar olmak üzere, kontları, şövalyeleri, askerleri ve tüm halkıyla kudüs’ün müslümanların elinden kurtarılması için her türlü özveriyi göstermeye hazır olduğunu ileri sürmüştü.

    pierre l’ermite’in dediğine göre, bu bağlamda başta fransa gelirdi. eğer fransa kralı bu işe girişirse, ondan aşağı kalmak istemeyecek olan ingiltere kralı ve mukaddes roma imparatoru da onu izlerdi. yeter ki papa bu mukaddes teşebbüs için bir çağrıda bulunsun!

    papaya göre böyle bir çağrıdan bu gezgin rahibin ileri sürdüğü gibi bir netice çıkmayabilirdi fakat tecrübe etmekten ne çıkardı? bu işe aklı yatmış gibi göründü fakat aslında kendine göre bambaşka bir gerekçesi vardı.

    bunu yaparsa ne yitirirdi ki!... taş atıp da kolu mu yorulacaktı?

    ama çok şey kazanabilirdi.l

    diyelim ki fransızlar bir haçlı seferine çıkmayı kabul etti... diyelim ki o kabul edince diğerlerinden kimileri de ona katıldı. ne âlâ!... o zaman haçlı seferi yapılırdı. katolik kilisesi de bunu sahiplenir, başlatmış olmanın onurunu taşırdı.

    ancak seferin sonucunda kudüs’ün müslümanların elinden alınmasına garanti gözüyle bakılabilir miydi?

    diyelim ki oldu. diyelim ki böylelikle kudüs ele geçirildi... katolik kilisesi büyük bir muvaffakiyet kazanmış olurdu. sırtını bizans’a yaslamış olan ortodoks kilisesi’ni dahi ezer geçerdi.

    diyelim ki hiçbir şey ele geçirilemedi ve bu dava uğruna binlerce insan boşuna can verdi gitti. bunun kusuru papada ve kilise’de değil, haçlı askerlerinin ve başlarındakilerin yetersiz kalışında olurdu. papa bundan dolayı hiçbir mesuliyet altında kalmazdı.

    diyelim ki krallar ve diğer asiller bu çağrı üzerine pek oralı olmadı... dolayısıyla haçlı seferi de yapılamadı. o vakit katolik kilisesi, dört buçuk asırdan çok müddettir müslümanların egemenliği altında olan kudüs’ün yeniden ele geçirilebilmesi için üzerine düşeni yerine getirmiş olurdu. bundan sonra artık hiç kimse çıkıp da kiliseyi hıristiyanlığın kudüs’teki yüce değerlerini savunup daimiliğini sağlamak için hiçbir şey yapmadığını, elini kolunu bağlamış vaziyette oturup durduğunu ileri sürüp papaları, kardinalleri, diğer din adamlarını suçlayamazdı.

    papanın haçlı seferi çağrısı yeterince pozitif sonuç verdi.

    pierre l’ermite de bu sefer ile irtibatlı olmak üzere kendi özel hazırlığını yapmaya koştu.

    bir sonraki bölümde haçlı silahlı güçlerinin kudüs’e gidişini anlatacağım.
  • (#75436078) (#75453014)
    hıristiyanlıkta bir takım vakit isa’nın “kurtarıcı” manasına gelen bir sıfatla anıldığı görülür. ona inananları kurtarmak için kendini feda ettiği söylenir ve buna inanılır.

    işte şimdi on binlerce hıristiyan, kimisi fiyatlı, kimisi gönüllü, kimisi kandırılmış olarak kurtarıcısının mukaddes kabrini kurtarmak için kudüs’e doğru yürüyordu.

    o dönemde birbiri ardınca kafileler oluşturan bu on binlerce kişinin avrupa’nın ta batı yakasından yola çıkıp, akdeniz’in güneydoğu ucuna kadar gitmesi hiç de kolay değildi. hazırlığı dahi aylar süren bir seferdi bu.

    binlerce kilometrelik bu yolu yıllarca süren bir yolculukla almanın zorluğu bir yana dursun; tabii engelleri ve ara ara hayli sıkıntı yaratan kötü hava şartlarını da bir an için göz ardı edelim; bu sefere katılanların karşılaştığı birtakım başka tehlikeler de vardı.

    geçtikleri ülkelerde herkes bir kenara çekilip resmigeçit izler gibi onları bu kutsal yolculukları için alkışlamakta değildi. avrupa kıtası süresince hemen her yer çapulcu kaynıyordu. rastgele bir nedenle kafileden ayrılan olursa, vay olurdu haline. parasını, varsa elindeki silahı hem de heybesinde taşıdığı bir somun ekmeği bile alabilmek emeliyle canına kıyılan çok oldu. onlar da aynısını geçtikleri yerdeki etraf halkına yaptı. yol boyunca birbiri ardınca sıralanmış ülkelerin kral veyahut prenslerinin haçlıların güvenliğini sağlayacaklarına ait papaya vermiş oldukları sözler, saldırganları bağlamıyordu. isimi üstünde, onlar çapulcu idi. lakin haçlılar bunu bilemezdi; düşünemezdi. kısasa kısas ilkesi her vakit geçerliydi.

    bu sefere çıkılırken, düzenli silahlı güçlere bir “başkomutan” belirlenmemişti. yalnızca papa, bu seferin asıl idaresinin kilise’nin elinde olduğunu söyleyip bir başpiskoposu kendisine vekil olarak atamıştı. askerî bakımdan ise haçlılar, her biri asil ve kuvvetli olan dört ayrı komutanın buyruğundaydı. toulouse kontu raymond de st. gilles, normandiya dükü robert de normandie, flandre ve artois kontu robert de flandre ile aşağı lorraine dükü godfrey de bouillon.

    sanmayın ki bu dört komutan kendi aralarında anlaşabiliyordu. bir araya geldiklerinde hır gür hiç eksik olmuyordu. böyle bir vaziyette papanın vekili başpiskopos adhémar aralarını bulmak için akla karayı seçiyordu.

    haçlılar arasında en hızlı yol tutan ve bizans’a ilk varan godfrey de bouillon’un silahlı gücü oldu. avrupa yakasından asya yakasına olabildiğince az kayıpla geçmeye çalışırken başlarına türlü olaylar geldi. aynı zamanda bizans imparatoru alexius commenos da haçlılardan kendi hesabına bir çıkar sağlayabilmek için çeşitli oyunlar oynadı. durup dururken çatışma dahi çıktı. ancak haçlılar asıl emellerini bir yana bırakıp direk bizans’a zarar vermeye başlayınca, imparator dize gelip godfrey de bouillon ile anlaşmaya vardı.

    daha sonra gelen silahlı güçler için de geçerli sayılan bu anlaşmadan en kârlı çıkan bizans tüccarları oldu. imparator da bu kazancın vergisini topladı. halk ise hayli zarara uğradı zira haçlı askerleri şehre girince orada da bol bol çapulculuk etti, ellerine ne geçerse yağmaladı.

    haçlı silahlı güçleri için anadolu’ya geçmek, avrupa’dan daha zordu. türkler burada onları hem yordu hem oyaladı. çok kayıp vermelerine rağmen öyle kalabalıktıkiler ki, kılıç aslan nihayetinde yana çekilip geçip gitsinler diye onlara yol vermeyi tercih etti.

    kapadokya’yı geçtikten sonra güneydoğuya yönelen haçlılar, bu defa birkaç istikametten ansızın sanki ateş altında kaldı. her hareketlerini dikkatle izleyen, zaman zaman çete saldırılarıyla onlara zor anlar yaşatan türklerin yanı sıra, güneydoğu anadolu’da yerleşik ermeniler, kürtler ve suriyeliler tarafından sarılmışlardı. önlerinde ise araplar vardı.

    bu engeli de bertaraf edip lübnan’a doğru sarkarken, askerî bakımdan ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, kendilerini garantiye almaları gerekliydi. çünkü her an arkadan vurulabilirlerdi. nitekim antakya’yı abluka ettikleri zaman, az kalsın haçlı seferi orada bitiyordu. edessa (urfa) kontu imdada yetişip musul buyruğunun yolunu kesmeseydi, haçlılar ile iş birliği etmeye razı olan ermeniler de suriyelilere mani olmasaydı, belki de oralarda takılıp kalacak, kudüs’e hiç varamayacaklardı.

    akdeniz’in doğu kıyıları, tüm sefer boyunca geçmiş oldukları en tehlikeli yerdi. bir dar boğazdaydılar; sağlarında deniz, sollarında çöl. trablus kralı ile babil buyruğu, kudüs’ün alınması neticeninde ganimete vaadiyle şu an için saf dışı bırakılmıştı fakat onlara da ne denli güvenilebileceği şüpheliydi. ister istemez birliklerinden bazısını geride bıraktılar. nitekim godfrey de bouillon’un kardeşi baudouin de antakya’da kaldı.

    sefere çıkarken aslında tek bir emelleri vardı: kudüs’ü müslümanların elinden koparıp almak. öyle olmalıydı ama anadolu’yu geçerken bu emelden sapan ya da başka şeyler peşine takılıp gidenler olmuştu. bu yüzden kudüs’e yaklaşırken başlangıçtaki güçlerinin hemen hemen yarısına yakınını yitirmişlerdi.

    bizans’ta buluştuklarından bu yana, raymond de st. gilles ile godfrey de bouillon arasında daimi bir uyuşmazlık, sıkı bir çekişme vardı. bir araya geldiklerinde, aralarında hayli sert tartışmalar geçiyordu. bunun asıl nedeni ise, silahlı güçlerin organizasyonu ya da yolda olup bitenler değildi.

    her ikisinin de kudüs ele geçirildikten sonrasına ilişkin birtakım “manevi” değil, “dünyevî” tasarımları vardı. adaş olan diğer iki silahlı gücün komutanı mukaddes görevlerini bitirince ülkelerine dönecekti fakat raymond ile godfrey burada kalmaya niyetliydi.

    hele godfrey... onun için “kalmaya niyetli olmak” sözü biraz hafif kaçar; emelini belirtmeye yetmez.

    godfrey de bouillon hayat boyu kudüs’te yerleşmeye kararlıydı. zati bu yüzden, sefere çıkmadan önce ülkesinde malı ve mülkü olarak her ne varsa elinden çıkarıp nakde çevirmiş, yanında taşıyordu. geride bırakmış olduğu ailesi nasıl olsa birkaç sene başının çaresine bakardı. hele işler bir yoluna girsin; sonra onları da kudüs’e getirtirdi.

    ancak buradaki vaziyete bakılırsa umutlar suya düşmek üzere gibiydi... müslümanlar umulmadık bir direniş gösteriyordu. kudüs’ü alamazlarsa çok yazık olacaktı.

    kudüs’ün hayli kuzeyindeki ormanlık bölgeden kesilip taşınmış ağaç gövdeleri ve deniz yoluyla getirilmiş malzemeyle iki büyük saldırı kulesi yapılmasına giriştiler. bunlardan birinin başına raymond, diğerine godfrey geçecek, şehre birbirine karşıt iki istikametten ansızın aynı anda saldıracaklardı.

    tam hazırlıklar bitmek üzereyken, başpiskopos adhémar can veriverdi. şimdi seferin manevi öncüsü, papanın temsilcisi yoktu. ne olacaktı? ne yapacaklardı?

    bu sefer, isa hesabına tertip etmiş olduğuna göre bir manevi öncüsünün bulunması mecburiydi; olmazsa olmazdı. yerine diğer piskoposlardan biri geçse!... hayır, o da olmazdı. katoluk kilisesi’nin net, değişmez hiyerarşik kaideleri vardı. piskoposlardan hiçbiri, mevkileri itibariyle adhémar’ın yerini alabilecek nitelikte değildi. iyi de, bu evreye kadar gelindikten sonra sırf bu yüzden cayacaklar mıydı? o da olmazdı.

    dört komutan baş başa verdi. bu sefere çıkıldığından beri belki ilk sefer olarak görüş birliğine varıp, anlaştılar. saldırıyı sürdürmeye karar verdiler.

    kudüs'ün alınışı

    kuleler şehrin surlarına yaklaştırıldı. askerler saldırıya hazırlandı.

    raymond’un kulesi surlara diğerinden önce eriştirilip yaslandı fakat bu cephede müslümanlar canhıraş bir şekilde haçlılara karşı koymaya girişti. kuledeki hıristiyanlar ile sur üstündeki müslümanlar boğuşup duruyor, düşenin yerini hemen bir başkası alıyordu. ne ileri ne geri.

    godfrey ise kumandasındaki kuleyi şehrin diğer yanından surlara yaklaştırdı fakat yaslatmayarak biraz açıkta tuttu. üzerine de görünüşte hiç kimseyi çıkarmadı. mancınıkla surların arkasına doğru içten içe yanarak ortalığı dumana boğan pamuk topakları fırlatıyorlardı.

    bu esnada diğer iki komutan, ayrı ayrı kollardan surlara doğru yalancı saldırılar tertip etti. müslümanların dikkatini kendi üstlerine çektiler.

    godfrey’in kulesinin konduğu istikamettekiler de her yanı sarıp, görüş imkanını hemen hemen sıfıra indiren duman ile boğuşmak zorunda kalınca, haçlı askerleri bu fırsattan istifade ederek evvelce hazırlayıp kulenin arkasına gizlemiş oldukları ahşap köprüyü surların üstüne uzandırıverdiler.

    godfrey de bouillon, kudüs surları üzerine çıkan ilk haçlı komutanı oldu. böylelikle “kudüs fatihi” unvanını da kazanmış oldu.

    şehrin bu yanındaki savunma çöküntüye uğrarken, öteki yanda raymond daha hâlâ savunmayı kırabilmek için didiniyordu.

    godfrey’in askerleri hızla surdan aşağı inip şehrin kapılarından ikisini art arda açtı. zati bunu bekleyen haçlı güruhu, aniden göçen bir barajdan boşalan su baskın gibi şehrin içine doluştu.
  • (#75436078) (#75453014) (#75453750)

    aniden göçen bir barajdan boşalan su baskın suyu gibi kudüs’ün içine akan haçlılar, önlerine her kim çıkarsa, asker, sivil, kadın, çocuk demeden hunharca kılıçtan geçirmeye, bir yandan da binaları yakıp yıkmaya giriştiler. akan kanın, yerlere serilen cesetlerin, can çekişenlerin, bedenlerden kopmuş parçaların, enkazların, toz ve dumanın haddi hesabı yoktu.

    şehrin merkezindeki sinagoga sığınıp kapının arkasına yığınak yapmış bir grup musevi'nin sonu daha da acı oldu. haçlılar kapıyı kırmak için uğraşmak yerine binayı ateşe verdi. yahudiler canlı canlı, haykıra haykıra yanarak can verdi.

    şimdi bu noktada desturunuzla tarihsel anlatımlara biraz ara verip, yorum yapmak istiyorum.

    asırlardan beri kudüs’te müslüman, hıristiyan ve musevi halk arasında ehemmiyetli bir mesele yoktu. her biri kendi imanını yapar, kendi töresine uygun yaşardı. diğerleri bunu tolerans ile karşılardı. islâm toplumu, bu bakımdan anlayışlı davranırdı. aynı tutumu diğerleri de benimseyince gül gibi yaşayıp giderlerdi. yalnızca dışarıdan gelen hıristiyan ve yahudiler yabancı sayılırdı.

    patrik simeon, pierre l’ermite’in kışkırtmasıyla ateşe gelmişti. aslında müslümanlardan yakınmasını gerektirebilecek hiçbir şey yoktu. elbette arada sırada birbirine karşı ters davranan, bundan dolayı dövüş edenler olurdu fakat böyle olaylar dar bir etrafta kalırdı.

    antisemitizm başka bir deyişle musevi karşıtlığı, tarih süresince hıristiyan toplumlarında islâm toplumlarından çok daha bariz olarak görülmüştür. nitekim haçlı seferine çıkılmadan önce batı avrupa’nın bir hayli yerinde yahudiler üzerine kitle halinde saldırılar tertip etmiş, bilhassa fransa ve germen ülkelerinde binlerce musevi öldürülmüştü. dolayısıyla kudüs’teki yahudilerin topluca yanarak ölüme ayrılınması, bundan üç sene önce avrupa’da yer yer görülmüş kıyımların yanında hiç kalır.

    peki bu nedendir?... bu işin arkasında hep bir ekonomik gerekçe mi vardır? asıl emel hep zenginleşen yahudilerin paralarına ve mallarına konmak mıdır?

    öyle olsa da bunu halka anlatmak, halkı bu bağlamda kışkırtmak imkansızdır; halka yağma hakkı tanınmadığı sürece… yağma hakkı da öldürme hakkını getirmez; parasını ve malını alırsın, canını bağışlarsın. ancak o tarihte yağma değil, öldürmektir amaç…

    o çağlarda yaygın bir inanışa göre, isa çarmıhta geriliyken kendinden yana olanlara yani hıristiyanlara «benim öcümü alın!» diye seslenmiş. isa’nın öcü kimden alınacak?... elbette onu direk çarmıha geren, bunu romalıların baskısı üzerine yaptıklarını ileri sürerek kendilerini müdafaa eden ve sözüm ona haklı çıkaran yahudilerden... nitekim bundan ötürü haçlı seferi boyunca da pek çok musevi sorgusuz ve yargısız katledilmişti.

    kudüs’teki hıristiyanlar ise, daha haçlı silahlı gücü yaklaşırken «ne olur ne olmaz! bizi arkadan vurmaya kalkışmasınlar.» diye düşünülerek şehir dışına çıkarılmıştı. böylelikle bir bölümü kurtulmuş oldu. yoksa hıristiyanlar kente girdiğinde onlar da kim vurduya giderdi. dolayısıyla, haçlı silahlı gücü askerlerinin özellikle yahudilere karşı ceberrut davrandığını söylemek de doğru olmaz. öylesi eşit düşmüştü.

    bu hızlı ve toplu kıyım boyunca yalnızca haçlı sancağının mescid-ül aksa’nın kubbesine dikilmesine boyun eğerek teslim olan birkaç müslüman askerin canı bağışlandı. kentin her bir yanına yığılı ceset artıklarını temizleyerek toplayıp dışarı çıkarmaları şartıyla kudüs’ten ayrılmalarına göz yumuldu.

    bu olay da bir defa daha godfrey de bouillon ile raymond de st. gilles’i karşı karşıya getirdi. zira müslümanlara bu imkanı tanıyan godfrey’in şövalyeleriydi. kente girmekte gecikmiş olan raymond bunu öğrenince, çılgına dönüp kıyameti kopardı. godfrey’i hıristiyanlığa aldatmakla dahi suçladı. godfrey ise buna aldırmadı. gerekiyorsa kavga ederlerdi bile ama böyle absürt sapan bir nedenden ötürü bunu yapmaya değmezdi. nasıl olsa, eninde nihayetinde olacağı reydi; bunu ikisi de biliyordu.

    şu an için bu evredeki neticeye bakalım:

    birinci haçlı seferi ile kudüs’ün hıristiyanlar tarafından ele geçirilmesi olayı, “godfrey de bouillon’un zaferi” olarak nitelendirildi. şehre ilk giren komutan oluşu ona bu onuru kazandırdı.

    raymond de st. gilles kudüs’e girince, daha toplu kıyım bitmeden dosdoğru şehrin merkezine yürüyüp, ordugâhını “davut’un kulesi” olarak da hatıralan iç kalede kurmuştu. böylelikle, sanki egemenliğini duyuru etmişti.

    godfrey de bouillon ise, kudüs’e ondan çok önceden girmiş olmakla beraber o tarihte üzerinde önceden kalma birtakım enkazlardan başka hemen hiçbir şey görülmeyen “siyon tepesi”ni tutmayı tercih etmişti.

    haçlılara, dolayısıyla hıristiyan dünyasına zafer kazandırmış olarak nitelenen bu komutan, acaba neden böyle kenara çekilmişti?

    sahiden öyle mi yapmıştı; rekabette mağlubiyeti kabullenip, kenara mı çekilmişti?

    bu suali cevaplayabilmek için kudüs’te bundan sonra olup bitenleri bilmek gerek.

    ancak buradaki konu başlığımız “birinci haçlı seferi” ve işte o bitti. bir başka başlık açmalı; sözgelimi “kudüs krallığı” gibi… (#72389943) (#72390410)
  • kudüs’ün kurtarılması yani kutsal toprakların müslümanların hakimiyetinden alınması amacıyla başlatılan haçlı seferinin ilkidir. ilk başta başarısız olunsa da küdüse demir atan cenevizliler gemileri sayesinde başarılı olmuştur.

    soyluların, baronların ve yüksek zümrenin yürüttüğü bu haçlı seferleri modern tarihçiler tarafından gayet başarılı bulunmuştur. çoğu frank asıllı olan haçlı ordusunun kudüs’ü alması birinci haçlı seferinin amacına ulaşması demektir.
  • birinci haçlı seferinde haçlıların mevcudu neydi?

    --- spoiler ---
    thomas asbridge kitabında birinci haçlı seferinde yola çıkan insanların 60.000 ila 100.000 arasında olduğunu, 7.000 ila 10.000 şövalye olduğu muhtemelen 35.000 ila 50.000 arasındada piyade olduğunu söylüyor. geriye kalan on binlerce insanın kadın, çocuk vs. olduğunu yazıyor.
    --- spoiler ---
  • modern tarih içerisinde sıklıkla ve özellikle tarih derslerinde resmedildiği gibi "deus vult sesleriyle kutsal toprakları cani müslümanlar'dan temizlemeye çalışan isa'nın kutsal takipçileri" ve "batılı kafirlere karşı allah allah nidalarıyla kutsal toprakları savunmaya çalışan kahraman ümmetin askerleri" arasında geçtiği iddiaları çok basit ve temelsiz olan, hem haçlı orduları/prensliklerinin hem de müslüman orduları/emirliklerinin kendi aralarındaki çatışmaların nihai sonucuna doğrudan katkıda bulunduğu, kitabi olarak tek başarılı haçlı seferi gibi görünse de tarih üzerindeki etkisi 3. haçlı seferi ya da 4. haçlı seferi kadar büyük olmayan, ama yine de takriben 150-160 yıl boyunca ön asya ve ortadoğu'daki sosyal, politik, ticari ve ahlaki yapıyı doğrudan etkilemiş tarihi olay.

    kısaca ortaya çıkışını özetlemek gerekirse; 1095 senesinde bizans imparatoru aleksios komnenos, selçuklular'ın iznik ve izmit'i almasıyla tutuşmuş ve papa urban ii'ye bir mektup yazıp askeri destek talebinde bulunmuştur. kendi koltuğu sıkıntıda olan ve karşı bir papa ile mücadele etmekte olan urban, bu talep üzerine imparator aleksios'un ortasını gole çevirerek 1095'teki clermont konseyi'nde *"doğu'daki dindaşlarının zor şartlarda yaşadığını ve sürekli müslümanlar tarafından tacize ve yağmaya uğradıklarını" belirttiği vaazıyla katılımcıları gaza getirip gerçekten de deus vult * çığlıkları eşliğinde çok taraflı ve katılımlı bir haçlı ordusu toplama ve kutsal toprakları müslümanlar'ın kontrolünden alma fikrini ortaya çıkarmış oldu.

    ilkin; pierre l'hermite isimli bir din adamının önderliğinde "halkın seferi" adıyla köylülerden oluşan bir güruh toplanıp yola çıktıysa da bu güruh bilhassa günümüzdeki almanya, macaristan ve sırbistan topraklarında açlığın da etkisiyle katliamlar ve yağmalar gerçekleştirince, bizans imparatoru kendilerini derhal gemilerle boğazdan karşıya geçirip anadolu'ya salmıştır. köln'den yola çıktıkları nisan 1096'da 95 bin kişiden oluşurken eylül sonunda anadolu'ya geçtiklerinde sayıları türlü sebeplerden 27 bin civarına inmiştir. selçuklu atlıları için çocuk oyuncağı olan bu güruh, birkaç baskınla neredeyse tamamen yok edilme noktasına gelmiş ve pierre l'hermite canını zor kurtararak konstantinopolis'e sığınıp esas haçlı ordularına beklemeye başlamıştır.

    sütten ağzı yanan aleksios komnenos ise pierre vasıtasıyla yola çıkmak üzere olan haçlı ordularına haber gönderip kudüs dışında fethedecekleri tüm toprakları bizans imparatorluğu'na bırakacakları taahhüdünü tüm müsâfir prenslerdan almak istemiştir.

    soylu prenslerin önderliğindeki esas haçlı seferi ise, yaklaşık bir yıllık asker toplama ve eğitiminden sonra 1096 yılının ağustos ayında farklı noktalardan yola koyularak ve türlü badireler atlattıktan sonra 1096 yılının son günlerinde konstantinopolis'e ulaştı. sayıları net olmasa da 45 bin ile 100 bin arasında değiştiği tahmin edilen ve bir dizi frenk ve germen prens * * * * * * * ile atlı şövalyeler önderliğindeki ordu, ilk iş olarak anadolu'ya geçip anadolu selçuklu başşehri iznik'i kuşattı. "halkın seferi"nde eğitimsiz ve köylülerden oluşan orduları kolaylıkla dağıtan kılıç arslan ise buna güvenerek, karısının ve hazinesinin büyük bir kısmının da içinde bulunduğu iznik'in kuşatılmasını önemsemedi ve burada ilk ciddi hatasını yaptı. büyük selçuklu imparatorluğu'nun tahtına gözünü dikmiş olan kılıç arslan, danişmentliler ile savaşını tamamlamadan haçlılar ile ilgilenmek istemediğinden, iznik kuşatmasına müdahale etmek için çok geç kaldı ve iznik önlerine gelir gelmez devasa haçlı ordusunu görünce dorylaion * sırtlarına çekildi. sayıca kendilerinden bir hayli üstün olan haçlılar ile vur kaç taktiğini benimseyerek savaşabileceğini anlayan sultan, norman haçlı ordusunu dorylaion kasabasının birkaç kilometre dışında bir ovada kıstırdı ve yoğun kayıplar verdirmiş olmasına rağmen sayıca en fazla haçlı askerini barındıran frenk ordusunun imdada yetişmesiyle bir kez daha geri çekilmek zorunda kaldı.

    bu kez geri çekilirken, ikonyum'a * kadar tüm irili ufaklı kasaba ve köyleri yakmanın haçlılar'a kaynak ve erzak bırakmamak için elzem olduğunu düşünen sultan, böylece hem stratejik olarak haçlılar'ı zayıflatmanın hem de ordularını yeniden güçlendirmenin hesabını yapıyordu. gerçekten de toros dağları civarlarına geldiklerinde, haçlılar kendi aralarında bölünmüş ve kah açlık, kah şahsi hırslar sebebiyle neredeyse tüm prensler birbirine düşman bir hale gelmişti. ancak, kılıç arslan'ın planının ikinci ayağı olan ordularını tekrardan güçlendirme kısmı çok da gerçekleşmemişti. zira antakya beyi yağısiyan ile halep emiri rıdvan, kılıç arslan'ın büyük selçuklu tahtına göz koyduğunu bildiklerinden güçlerini birleştirip 1097'nin sonu ile 1098'in başlarında sultan ile bir dizi çatışmaya girmişlerdi. burada; kılıç arslan'ın kutalmışoğlu süleyman şah'ın oğlu olarak yaklaşık yedi yıl kadar melikşah'ın tutsağı olduğunu ve yağısiyan, rıdvan ve danişment emirlerinin de melikşah'a, o vefat ettikten sonra da isfahan'daki payitaht'a ve sultan ebu muzaffer rükneddin berkyaruk'a bağlılıklarını bildirmiş oldukları notunu düşelim ki neden bu kadar türkmen beyi birbirine düşmüş; bir fikir vermiş olalım.

    en son bıraktığımızda, dorylaion'dan sonra güneye doğru devam eden haçlı ordusu'nun komutasındaki prensler, toros eteklerinde birbirilerine düşman hale geldi demiştik. öyle ki; ağır koşullarda devam eden, açlık ve susuzluğun kol gezdiği yolculukta eşinin ölümü sonrası, avrupa'ya dönmesi için asil bir sebebi de kalmayan baldwin*, adeta diğer prenslere ve prensleri kontrol altında tutamayan kardinal adhemar'a "yapacağınız işi sikeyim ben gidiyorum" diyerek tepkisini gösterip fırat nehri'ni de geçip edessa'ya * doğru yola çıkmıştı. birkaç hafta sonra edessa'ya varan ve şehrin ermeni valisi toros ile yakın ilişkiler kuran baldwin, birkaç hafta sonra ise şehirde büyük bir isyan çıkartıp toros'u da öldürerek şehri ele geçirince kendisini edessa kontluğu'nun birinci kontu baldwin olarak deklare etmişti. kendisine daha sonra yeniden döneceğiz.

    aralarından bir kafa eksilen prensler, iç çatışmalarını bir kenara bırakıp antakya kapılarına dayanmışlardı. şehrin kuşatılmaya tamamen namüsait bir yerleşimde kurulmuş olması ve toros dağları'nı aşarken ellerindeki ağır yüklerden kurtulmak için tonlarca kılıç, kalkan ve kuşatma aletini geride bırakmak zorunda kalan haçlılar'ın böyle dev bir kenti kuşatmaya hazır olmaması sebebiyle tam sekiz ay boyunca yarım yamalak bir kuşatma durumu söz konusu oldu. bu sırada halep ve musul'dan gelen türk kuvvetlerini de son bir güçle savuşturdularsa da durumları her anlamda çok sıkıntıdaydı. yaklaşık 60 bin kişiyle antakya önlerinde gelen haçlı ordusu'nda kaçaklar, firar edenler, savaşamaz duruma gelenler derken hepi topu 32-33 bin kişi son bir umutla prenslerin yanında kalmıştı.

    bu esnada, yaşı ilerlemiş yağısiyan'ın huzurunda daha önemli görevler almak isteyen antakyalı ermeni bir muhtedi olan demir ve zırh ustası firuz, bu beklentilerine karşılık alamayınca haçlılar'ın komuta kademesinde ön plana çıkmaya başlayan bohemond ile bir anlaşma yaparak bir gözcü kulesini 3 haziran 1098 gecesi ele geçirip şehrin kapılarını haçlılar'a açtı. şehrin içerisindeki ermeni nüfusla birlikte yoğun ve sistemli bir katliama girişen haçlılar'ın öforik sevinci ise sadece üç gün sürdü. musul atabeyi kürboğa, 20 bin kişiye yakın bir orduyla ve yaklaşık 8 bin kişilik danişment desteğiyle antakya'ya doğru yürüyordu.

    28 haziran'a kadar dayanan haçlı ordusu, son bir umutla şehrin kapılarından dışarı çıkarak kürboğa'nın ordularına saldırıp kuşatmayı bitirmek istedi. hem sayıca üstün olan kürboğa'nın bitkin haçlı ordusunu küçümsemesi, hem de başta danişment beyleri olmak üzere kürboğa'nın antakya'dan zaferle ayrılırsa isfahan'a yürüyebileceğine inanan pek çok komutanın savaşmadan alanı terk etmesi gibi sebeplerle haçlılar, belki de kendilerinin bile beklemediği ve devamında kutsal mızrak efsanesinin doğacağı mucizevi bir şekilde, savaşı kazandı ve kendileri için kudüs'e giden yol tamamen açılmış oldu.

    öte yandan, haçlı ordusu'na destek sözü vermiş olan aleksios komnenos'un, türkler'in şehri fethetmiş olabileceği inancıyla ankara'ya kadar geldikten sonra konstantinopolis'e geri döndüğü haberinin kendisine ulaşmasıyla birlikte bohemond, imparator'a vermiş olduğu sözden cayarak antakya prensliği'ni kurdu ve godfrey de bouillon ile raymond'ı kudüs yolunda yalnız bırakarak edessa kontluğu'ndan sonra ikinci haçlı prensliğini tesis etmiş oldu.

    hikayenin gerisi malum. kudüs'e gidilir, fatımiler'in elinden şehir alınır. katliamlar yapılır ve sefer başarıyla sona erer. kudüs, kafirlerin elinden (!) alınmıştır.

    (bkz: yersen)

    şu çok açıktır ki; haçlı seferlerinin ne ortaya çıkış amacı ne de "halkın seferi" haricindeki içeriği ve gelişimi dini temellidir.

    - bizans imparatoru, türkler'e son yıllarda yitirdiği topraklarını asgari emekle geri almayı istemiştir.
    - papa urban, hem kendi koltuğunu sağlama almak hem de yaklaşık kırk yıl önce büyük skizma ile ayrılan katolik ve ortodoks kiliselerini tek çatı altında toplayarak politik bir üstünlük kurmak istemiştir.
    - avrupa'da prensçilik oynamaktan bıkmış ve başka bir katolik toprağa saldırdığı anda aforoz edilme riski olan soylular, bereketli doğu topraklarında nüfuz, para ve iktidar sahibi olmayı istemişlerdir.

    seferin sonuçları da dini açıdan ziyade siyasi ve sosyal manada öneme haizdir.

    - seferler başladığında musul'dan marmara denizi'ne kadar devasa bir alana küçük emirlikler, atabeylikler ve sultanlıklar kümesi şeklinde hakim olan türkler ise, iktidar hesapları, iç çatışma ve çekişmeler ve de kritik noktalarda yapılan stratejik hatalar sebebiyle yaklaşık son 40 yılda kazandığı pek çok toprağı, kısa süreliğine de olsa, yitirmek durumunda kalmıştır.
    - para, itibar ve nüfuz için kendi prensliklerini kurmaya başlayan prensler, yarım yüz yıl kadar hüküm sürdükten sonra bölgedeki türk ve müslüman devletlere boyun eğerek "attığın taş ürküttüğün kuşa değsin" şiarını yerine getiremeden tarih sahnesinden silinmiş oldular.
    - doğu roma, yani bizans ise belki de 4. haçlı seferi'nde başına geleceklere kendi elleriyle yol açacak bir hamle yaparak kısa vadede günü kurtarsa da uzun vadede parçalanma sürecine girmiş oldu.

    kısacası bu sefer, kelimenin tam anlamıyla isa'ya da musa'ya da yaramayan, yüzbinlerce insanın telef olduğu bir süreç olmuştur.
  • 2 yıl gibi bir sürede haçlılar tarafından, doğu akdeniz, suriye, güneydoğu anadolu ve aşağı levant bölgelerinde 3 tane haçlı krallığı kurulmasıyla sonuçlanmış tartışmasız bir şekilde başarıya ulaşmış ilk ve tek haçlı seferidir.

    bu başarının sebebi tabi ki de türkmen beylerinin aralarında çatışmada olması, yok efendim mızrak efsanesi, yok haçlıları küçümsedi yoksa tükürüğüyle boğardı, vay efendim bazı komutanların isfahan elden gitmesin diye savaşmaması(en çok buna güldüm) falan değildir.

    şu milliyetçi tarih anlayışını bir bırakamadınız gitti. haçlılar 2 yıl gibi bir sürede iznikten girdi kudüsten çıktı kardeşim, doğru mu? doğru. neden doğru, nasıl doğru onu inceleyelim bilimsel olarak. ne de olsa tarih bir bilimdir öyle değil mi? millet ya da din propagandası aracı değildir.

    bir ordunun tanımadığı bir coğrafyada, alışık olmadığı bir iklimde, en yakın ikmal noktasının kilometrelerce uzakta olduğu bir rotada ilerleyerek önüne gelen orduları tek tek devirmesi için kutsal mızrak efsanesinden fazlası gerekir.

    haçlıların kazanmasındaki en büyük etken o dönemde altın çağını yaşayan avrupalı şövalyelerdir. bir şövalye 7 yaşında talim yapmaya başlardı ve çocukluğundan beri zırh içinde hareket etme, dövüşme ve ata binme eğitimi alırdı. öyle filmlerde gördüğünüz gibi boş beleş hantal göbekli tipler değillerdi şövalyeler. dönemin elit savaşçılarıydı.

    100 adet tepeden tırnağa zırhlı, 7 yaşından beridir savaş talimi yapan şövalyenin yanaşık düzende yaptığı taarruzun etkisi hem psikolojik hem de fiziki açıdan günümüz tank taburunun yaratacağı etki ile aynıdır. o dönemki kaynakları incelediğimizde avrupalı şövalyelerin taarruzu, ok işlemeyen, yeri titreten ve önünde hiçbir şeyin duramadığı bir kuvvet olarak tasvir ediliyor.

    bir de o dönemki anadolu beyliklerinin ordu düzenine bakalım, yüksek oranda atlı okçulara dayalı, ağır piyade ve atlı konseptinin henüz gelişmediği, ağır atlı taarruzuna karşı koyacak hiçbir taktiksel çözümü olmayan bir ordu.

    tabii ki işin psikolojik bir yönü de var. o döneme haçlılara karşı savaşan bir anadolu selçuklu piyadesi olduğunu düşün, cahilsin zaten okuma yazma yok, karşında daha önce hiç rastlamadığın, baştan sona metal ile kaplı biri kaptırmış geliyor, ok atıyorsun sekiyor, kılıç vuruyorsun işlemiyor, zırhın içinde insan mı var bilmiyorsun bile. ister istemez korkuyorsun "lan iblis mi var cin mi var belli değil" diye haçlılar bu psikolojik üstünlüğü fark ettiklerinde sırf şövalyelerin taarruzu ile piyadelerini kullanmadan karşılarındaki sayıca üstün müslüman ordularını dağıtmaya başlamışlar.

    selahaddin gibi önemli bir komutanın ordusu bile sayıca haçlılardan üstün olmasına rağmen 3. haçlı seferi sırasında arsuf muharebesinde frenk ve ingiliz şövalyeleri karşısında çil yavrusu gibi dağılmıştır. selahaddin arsuf savaşından sonra richard ile meydan savaşına girmemiştir kudüste savunmaya geçmiştir.

    zaten selahaddin'in kudüsü alması da guy de lusignan isimli sığır kralın kudüsten çıkıp bilmem kaç kilometre çölde ordusunu telef etmesi ile şehrin savunmasız kalması sonucu mümkün olmuştur.

    yani haçlılar o dönem askeri olarak üstün oldukları için ilk haçlı seferinde bu başarıyı kazandılar. üzgünüm ama tarihi gerçeklik budur.
hesabın var mı? giriş yap