13 entry daha
  • (#75436078) (#75453014)
    hıristiyanlıkta bir takım vakit isa’nın “kurtarıcı” manasına gelen bir sıfatla anıldığı görülür. ona inananları kurtarmak için kendini feda ettiği söylenir ve buna inanılır.

    işte şimdi on binlerce hıristiyan, kimisi fiyatlı, kimisi gönüllü, kimisi kandırılmış olarak kurtarıcısının mukaddes kabrini kurtarmak için kudüs’e doğru yürüyordu.

    o dönemde birbiri ardınca kafileler oluşturan bu on binlerce kişinin avrupa’nın ta batı yakasından yola çıkıp, akdeniz’in güneydoğu ucuna kadar gitmesi hiç de kolay değildi. hazırlığı dahi aylar süren bir seferdi bu.

    binlerce kilometrelik bu yolu yıllarca süren bir yolculukla almanın zorluğu bir yana dursun; tabii engelleri ve ara ara hayli sıkıntı yaratan kötü hava şartlarını da bir an için göz ardı edelim; bu sefere katılanların karşılaştığı birtakım başka tehlikeler de vardı.

    geçtikleri ülkelerde herkes bir kenara çekilip resmigeçit izler gibi onları bu kutsal yolculukları için alkışlamakta değildi. avrupa kıtası süresince hemen her yer çapulcu kaynıyordu. rastgele bir nedenle kafileden ayrılan olursa, vay olurdu haline. parasını, varsa elindeki silahı hem de heybesinde taşıdığı bir somun ekmeği bile alabilmek emeliyle canına kıyılan çok oldu. onlar da aynısını geçtikleri yerdeki etraf halkına yaptı. yol boyunca birbiri ardınca sıralanmış ülkelerin kral veyahut prenslerinin haçlıların güvenliğini sağlayacaklarına ait papaya vermiş oldukları sözler, saldırganları bağlamıyordu. isimi üstünde, onlar çapulcu idi. lakin haçlılar bunu bilemezdi; düşünemezdi. kısasa kısas ilkesi her vakit geçerliydi.

    bu sefere çıkılırken, düzenli silahlı güçlere bir “başkomutan” belirlenmemişti. yalnızca papa, bu seferin asıl idaresinin kilise’nin elinde olduğunu söyleyip bir başpiskoposu kendisine vekil olarak atamıştı. askerî bakımdan ise haçlılar, her biri asil ve kuvvetli olan dört ayrı komutanın buyruğundaydı. toulouse kontu raymond de st. gilles, normandiya dükü robert de normandie, flandre ve artois kontu robert de flandre ile aşağı lorraine dükü godfrey de bouillon.

    sanmayın ki bu dört komutan kendi aralarında anlaşabiliyordu. bir araya geldiklerinde hır gür hiç eksik olmuyordu. böyle bir vaziyette papanın vekili başpiskopos adhémar aralarını bulmak için akla karayı seçiyordu.

    haçlılar arasında en hızlı yol tutan ve bizans’a ilk varan godfrey de bouillon’un silahlı gücü oldu. avrupa yakasından asya yakasına olabildiğince az kayıpla geçmeye çalışırken başlarına türlü olaylar geldi. aynı zamanda bizans imparatoru alexius commenos da haçlılardan kendi hesabına bir çıkar sağlayabilmek için çeşitli oyunlar oynadı. durup dururken çatışma dahi çıktı. ancak haçlılar asıl emellerini bir yana bırakıp direk bizans’a zarar vermeye başlayınca, imparator dize gelip godfrey de bouillon ile anlaşmaya vardı.

    daha sonra gelen silahlı güçler için de geçerli sayılan bu anlaşmadan en kârlı çıkan bizans tüccarları oldu. imparator da bu kazancın vergisini topladı. halk ise hayli zarara uğradı zira haçlı askerleri şehre girince orada da bol bol çapulculuk etti, ellerine ne geçerse yağmaladı.

    haçlı silahlı güçleri için anadolu’ya geçmek, avrupa’dan daha zordu. türkler burada onları hem yordu hem oyaladı. çok kayıp vermelerine rağmen öyle kalabalıktıkiler ki, kılıç aslan nihayetinde yana çekilip geçip gitsinler diye onlara yol vermeyi tercih etti.

    kapadokya’yı geçtikten sonra güneydoğuya yönelen haçlılar, bu defa birkaç istikametten ansızın sanki ateş altında kaldı. her hareketlerini dikkatle izleyen, zaman zaman çete saldırılarıyla onlara zor anlar yaşatan türklerin yanı sıra, güneydoğu anadolu’da yerleşik ermeniler, kürtler ve suriyeliler tarafından sarılmışlardı. önlerinde ise araplar vardı.

    bu engeli de bertaraf edip lübnan’a doğru sarkarken, askerî bakımdan ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, kendilerini garantiye almaları gerekliydi. çünkü her an arkadan vurulabilirlerdi. nitekim antakya’yı abluka ettikleri zaman, az kalsın haçlı seferi orada bitiyordu. edessa (urfa) kontu imdada yetişip musul buyruğunun yolunu kesmeseydi, haçlılar ile iş birliği etmeye razı olan ermeniler de suriyelilere mani olmasaydı, belki de oralarda takılıp kalacak, kudüs’e hiç varamayacaklardı.

    akdeniz’in doğu kıyıları, tüm sefer boyunca geçmiş oldukları en tehlikeli yerdi. bir dar boğazdaydılar; sağlarında deniz, sollarında çöl. trablus kralı ile babil buyruğu, kudüs’ün alınması neticeninde ganimete vaadiyle şu an için saf dışı bırakılmıştı fakat onlara da ne denli güvenilebileceği şüpheliydi. ister istemez birliklerinden bazısını geride bıraktılar. nitekim godfrey de bouillon’un kardeşi baudouin de antakya’da kaldı.

    sefere çıkarken aslında tek bir emelleri vardı: kudüs’ü müslümanların elinden koparıp almak. öyle olmalıydı ama anadolu’yu geçerken bu emelden sapan ya da başka şeyler peşine takılıp gidenler olmuştu. bu yüzden kudüs’e yaklaşırken başlangıçtaki güçlerinin hemen hemen yarısına yakınını yitirmişlerdi.

    bizans’ta buluştuklarından bu yana, raymond de st. gilles ile godfrey de bouillon arasında daimi bir uyuşmazlık, sıkı bir çekişme vardı. bir araya geldiklerinde, aralarında hayli sert tartışmalar geçiyordu. bunun asıl nedeni ise, silahlı güçlerin organizasyonu ya da yolda olup bitenler değildi.

    her ikisinin de kudüs ele geçirildikten sonrasına ilişkin birtakım “manevi” değil, “dünyevî” tasarımları vardı. adaş olan diğer iki silahlı gücün komutanı mukaddes görevlerini bitirince ülkelerine dönecekti fakat raymond ile godfrey burada kalmaya niyetliydi.

    hele godfrey... onun için “kalmaya niyetli olmak” sözü biraz hafif kaçar; emelini belirtmeye yetmez.

    godfrey de bouillon hayat boyu kudüs’te yerleşmeye kararlıydı. zati bu yüzden, sefere çıkmadan önce ülkesinde malı ve mülkü olarak her ne varsa elinden çıkarıp nakde çevirmiş, yanında taşıyordu. geride bırakmış olduğu ailesi nasıl olsa birkaç sene başının çaresine bakardı. hele işler bir yoluna girsin; sonra onları da kudüs’e getirtirdi.

    ancak buradaki vaziyete bakılırsa umutlar suya düşmek üzere gibiydi... müslümanlar umulmadık bir direniş gösteriyordu. kudüs’ü alamazlarsa çok yazık olacaktı.

    kudüs’ün hayli kuzeyindeki ormanlık bölgeden kesilip taşınmış ağaç gövdeleri ve deniz yoluyla getirilmiş malzemeyle iki büyük saldırı kulesi yapılmasına giriştiler. bunlardan birinin başına raymond, diğerine godfrey geçecek, şehre birbirine karşıt iki istikametten ansızın aynı anda saldıracaklardı.

    tam hazırlıklar bitmek üzereyken, başpiskopos adhémar can veriverdi. şimdi seferin manevi öncüsü, papanın temsilcisi yoktu. ne olacaktı? ne yapacaklardı?

    bu sefer, isa hesabına tertip etmiş olduğuna göre bir manevi öncüsünün bulunması mecburiydi; olmazsa olmazdı. yerine diğer piskoposlardan biri geçse!... hayır, o da olmazdı. katoluk kilisesi’nin net, değişmez hiyerarşik kaideleri vardı. piskoposlardan hiçbiri, mevkileri itibariyle adhémar’ın yerini alabilecek nitelikte değildi. iyi de, bu evreye kadar gelindikten sonra sırf bu yüzden cayacaklar mıydı? o da olmazdı.

    dört komutan baş başa verdi. bu sefere çıkıldığından beri belki ilk sefer olarak görüş birliğine varıp, anlaştılar. saldırıyı sürdürmeye karar verdiler.

    kudüs'ün alınışı

    kuleler şehrin surlarına yaklaştırıldı. askerler saldırıya hazırlandı.

    raymond’un kulesi surlara diğerinden önce eriştirilip yaslandı fakat bu cephede müslümanlar canhıraş bir şekilde haçlılara karşı koymaya girişti. kuledeki hıristiyanlar ile sur üstündeki müslümanlar boğuşup duruyor, düşenin yerini hemen bir başkası alıyordu. ne ileri ne geri.

    godfrey ise kumandasındaki kuleyi şehrin diğer yanından surlara yaklaştırdı fakat yaslatmayarak biraz açıkta tuttu. üzerine de görünüşte hiç kimseyi çıkarmadı. mancınıkla surların arkasına doğru içten içe yanarak ortalığı dumana boğan pamuk topakları fırlatıyorlardı.

    bu esnada diğer iki komutan, ayrı ayrı kollardan surlara doğru yalancı saldırılar tertip etti. müslümanların dikkatini kendi üstlerine çektiler.

    godfrey’in kulesinin konduğu istikamettekiler de her yanı sarıp, görüş imkanını hemen hemen sıfıra indiren duman ile boğuşmak zorunda kalınca, haçlı askerleri bu fırsattan istifade ederek evvelce hazırlayıp kulenin arkasına gizlemiş oldukları ahşap köprüyü surların üstüne uzandırıverdiler.

    godfrey de bouillon, kudüs surları üzerine çıkan ilk haçlı komutanı oldu. böylelikle “kudüs fatihi” unvanını da kazanmış oldu.

    şehrin bu yanındaki savunma çöküntüye uğrarken, öteki yanda raymond daha hâlâ savunmayı kırabilmek için didiniyordu.

    godfrey’in askerleri hızla surdan aşağı inip şehrin kapılarından ikisini art arda açtı. zati bunu bekleyen haçlı güruhu, aniden göçen bir barajdan boşalan su baskın gibi şehrin içine doluştu.
16 entry daha
hesabın var mı? giriş yap