431 entry daha
  • üzerine gereğinden fazla kafa yorulan olay.

    neredeyse tüm başlığı okudum. komedyenleri, trolleri ve yanlış bilgi verenleri saymazsak konuya dış politika kabiliyeti ve/veya ekonomi temelli cevapları verenler çok olmuş. ama işin yazılmayan tarafları da var. ben de biraz onları anlatayım.

    almanya'nın daha doğrusu hitler'in 2. dünya savaşı'nda yaptığı çoğu şeyin bir plan dahilinde olduğunu düşünebilirsiniz. ama gerçek böyle değil. neden böyle olmadığını anlatmaya başlamadan önce alman siyasi ve askeri liderliğinin nasıl işlediğini bilmeniz gerekiyor.

    hitler almanya'nın fiili kontrolünü 30 ocak 1933'de aldıktan sonra devlet ile partiyi giderek artan bir hızda bütünleştirdi. ancak ordu doğrudan parti kontrolüne girmedi. hitler ile ordu generalleri arasında adı konulmayan bir mutabakat sağlandı ve hitler ülke içinde gücünü rahatça arttırıp karşılığında ordu generallerine istediklerini vermeyi sürdürdü. çoğu kişinin görmediği veya ufak bir detay diyerek atladığı bir nokta vardır hitler'in karakteriyle ilgili. hitler çok zorda kalmadıkça birisiyle veya bir kurumlar doğrudan kavgaya girişmeyen birisi ve işine yaradığı sürece hemen hemen herkesi ve her kurumu kendi yanında tutmasını bilen ve bunları kullanan bir adam. örneğin kavgam'da ve diğer birçok yazısında, konuşmasında eşcinselliğe ve cinsel konulara yönelik çok katı muhafazakar görüşleri olmasına rağmen ernst röhm (bkz: sturmabteilung), julius streicher (bkz: der stürmer) gibi tipleri sürekli yakınında tuttu ve/veya kendi adamları arasında nazi öğretisine göre rant paylaşımı, eşcinsellik vb. konularda gayrı ahlaki olarak sayılabilecek yüzkızartıcı kavgaların özellikle çıkmasına seyirci kaldı. bu bir yönetim taktiği aslında ve işine yarayan herkesi bir noktaya dek kullanma amacı güdüyor ve hitler'in karar verici tek adam olarak kalmasını sağlıyordu. ordu ile ilişkilerinde de aynısı yaşandı ve ordunun istediklerini yapıp bir noktaya kadar kendi yaptıklarına ses çıkarmamalarını sağladı ama o nokta geçilince de hem kendi isteği hem de yanındaki adamların baskısı (bkz: heinrich himmler), (bkz: rudolf hess) ile ordu üzerinde kalıcı hakimiyetini kurmaya başladı. ipleri koparak ve sonun başlangıcı olan olay da ordu içinde sözü geçen, saygı duyulan ve nazileri kontrol altında tutabileceklerini düşünen iki tutucu general üzerinden patlak verdi. hem de polonya seferinden hemen öncesine.

    blomberg–fritsch olayı olarak bilinen süreçte önce ordu başkomutanı ve savaş bakanı werner von blomberg'in yeni evlendiği karısının eski bir fahişe ve pornocu olduğulafları ortaya atıldı. hitler nikah şahidi olduğu için anında küplere bindi ve blomberg görevlerinden ayrılmak zorunda kaldı. kara kuvvetleri komutanı werner von fritsch ise reinhard heydrich tarafından hazırlanan bir dosya ile serserinin biri ile eşcinsel ilişki kurmakla suçlandı. von fritsch bunu şiddetle reddetti ama tüm aklanma çabalarına rağmen hem pozisyonunu hem de rütbesini kaybetti (buna dayanamayan von fritsch polonya seferine albay rütbesi ile katıldı ve orada resmen ölüme gitti.).

    hitler bu iki etkin ismi yolundan çektikten sonra ordunun kumandalarını tamamen eline aldı ve yerlerine kendisine sadık isimleri atadı. kukla olan bu tiplerin ardında duran aslında hitler idi ve polonya seferinden itibaren tüm askeri karar mekanizmalarına hitler girmeye başladı. bunu giderek artan bir yoğunlukta yaptığını görebiliriz, örneğin alman genelkurmayı polonya seferinden sonra yaldır yaldır fransa taarruzuna hazırlanırken bir anda hitler'in kuzey avrupa'yı yani norveç ve danimarka'yı işgal etmek için kendilerinden tamamen alakasız bir şekilde başka bir generali görevlendirmesi (lantirn161/blücher), dunkirk rezaleti, az sonra aşağıda anlatacağım barbarossa planı değişiklikleri, bırakın stratejik olanını neredeyse alay/tabur seviyesi taktik geri çekilmeleri bile yasaklayıp "son adamına ve son mermiye kadar savaşma" emri vermesi vb. olayları giderek artan bu etkinin işaretleri. ancak ne yaparsa yapsın ordu içinden hitler'e yönelik eleştirilerin gelmeye devam ettiğini ancak bunun da 20 temmuz 1944 suikastine kadar olduğunu biliyoruz. bu tarihten sonra ordu tamamen nazi partisi güdümüne girmiş, klasik asker selamı bile kaldırılıp sağ kolun kaldırılmasıyla yapılan nazi selamı resmi alman ordusu selamı olarak kabul edilmiş, bırakın subayları generallerin bile hitler'in yanına girerken kişisel tabancaları toplanmaya başlanmıştı (bu çok büyük bir hakarettir. subayın tabancası ancak subay teslim olursa elinden alınabilir).

    işte burada anlattığım gibi hitler'in alman ordusunun karar alma mekanizmasındaki etkisi çok fazlaydı. siyasi alanda da hitler'in son sözü söyleyen bir adam olma gibi bir misyonu vardı ama özellikle savaş ilerledikçe ve hitler askeri alanla daha fazla meşgul oldukça yanındaki diğer adamlar kendi çaplarında küçük birer führer olup siyasi manevraları koordine etmeye başladılar. gelgelelim son karar daima ve asla değişmez bir şekilde hitler'e aitti. dolayısıyla savaş sürecindeki siyasi olayların da bir numaralı sorumlusunun hitler olduğunu kabul edebiliriz.

    polonya seferi öncesi hem hitler'in hem de diğer alman yetkililerin en büyük korkusu işin büyüyüp fransa ve ingiltere'nin de almanya'ya karşı savaşa katılması ve almanya'nın iki cepheli bir savaşa girmesi idi. gelgelelim burada hitler hem doğru hem de yanlış yaptı. hitler fransa ve ingiltere'nin polonya'nın ortadan kaldırılmasına ses etmeyeceklerini çünkü iki savaş arasında ekonomik olarak son derece kötü bir durumda olduklarını ve bunun sonucunda bu iki ülke silahlı kuvvetlerinin almanya'nın yeni kurulan, son derce modern silah ve taktiklere sahip, iyi eğitilmiş ordusu karşısına çıkmaya cesarete edemeyeceklerini değerlendirdi. evet şurada haklıydı, hem fransa hem de ingiltere iki savaş arası periyodu ekonomik zorluklar ve siyasi çekişmelerle geçirmiş ve silahlı kuvvetlerini neredeyse ihmal seviyesinde kendi başlarına bırakmışlardı ancak avrupa üzerinde hala etkiliydiler ve kendi çıkarları konusunda emperyalist refleksleri ortadan kalkmamıştı. zaten sovyet-alman saldırmazlık paktı şok edici bir gelişme olsa da yine de almanya'ya savaş ilan ettiler.

    savaşı yalnızca ekonomik veya sadece politik olarak yorumlamak hatalı bir yaklaşımdır. savaş, siyaseten konuşacak daha fazla birşey görmeyen iki milletin sopayla haklılıklarını ispat etme yoludur.

    polonya halkı yıllardan beri (taaa prusya devleti zamanlarında ortaya çıkan bir durum bu) doğu almanya'da yerleşik olan almanlar tarafından ırksal anlamda değersiz görülen ama zengin junker'leri ucuz işgücü kaynağı olarak kullanmakta da vazgeçmediği bir insan grubudur. 1. dünya savaşı sonunda burada bağımsız bir polonya devleti kurulması ve su katılmamış bir alman şehri olduğuna inanılan danzig'in polonya içinde kalan bir şehir devleti olması almanları resmen delirtti ve yalnız hitler değil neredeyse tüm alman siyasileri ve askerleri bir gün polonya'nın yeryüzünden silineceğine inanmaya başladı.

    şunu kabul etmelisiniz ki hitler ideolojik bir liderdir. yani ekonomi, profesyonel yönetim, sanat, spor vs vs konular hitler'in iktidarı ele geçirme ve onu kullanma yönündeki emellerinde bir ideolojik faktör kadar etkili değildir. hitler ırksal ideolojisini kurmuş, bunu gerçekleştirmek için ekonomik, askeri, sanatsal vb faktörleri ateşleyici güç olarak görmüştür. burada almanya'nın lokomotifi ırksal ideolojidir. diğer herşey bu lokomotifin ilerlemesi için olması veya yanması gereken bir odundur, kömürdür.

    hitler savaş planlarını yaparken en azından görünüşte kesinlikle ekonomik faktörlere göre hareket etmedi. bunu şöyle anlatayım; aklında olayın bir avrupa ve daha sonra dünya çatışmasına gitmeyeceği düşüncesi olmadığından polonya seferi öncesi batı, kuzey avrupa, balkanlar ve afrika için bir planı olmadı. doğal müttefikleri olan italya, japonya ile asla koordineli hareket etmedi. şurasını alayım orada tarla tapan var, petrol var demedi. bunu diyenler oldu elbette ama asli karar verici olan hitler'in motivasyonu ırksaldı. neden dunkirk oldu, neden ingiltere işgal edilmedi soruları aslında hitler'in kafasındaki mantığın tezahürüdür. bunları iyi incelemek lazım. siz zannediyor musunuz ki salt bir hava savaşı (bkz: ingiltere savaşı) kaybedildi diye ya da elde gerekli teçhizat yok diye almanlar ingilteye çıkmaktan vazgeçti... almanların hiçbir zaman ingiltere'yi işgal planı olmadı çünkü hitler ingiltere'nin avrupa yönetiminde bir figür olarak olması gerektiğine inanan biriydi ve o nedenle çok da fazla ingilizlere bulaşmadı.

    gelelim barbarossa harekatına. barbarossa harekatının ilk dönemlerini ve hedeflerini incelediğinizde askeri hedeflerin ağırlıkta olduğu bir plan görürsünüz. aslında harekatın planlama sürecinde nazi partisinin ekonomik yetklilileri ile alman ordusunun planlamacıları arasında ciddi tartışmaların döndüğü, hedefler konusunda birbirlerini yedikleri biliniyor. nazi partisinin üst düzey yetkilileri ırksal politikalarının tamamlayıcısı olarak ekonomik hedefler üzerinde yoğunlaşırken (tarımsal arazilerin ele geçirilmesi, buraların alman ailelerine tahsis edilip yerleşik halkın köle statüsüne indirilmesi ve kendi kendine yetme anlamında ancak %90'lara çıkabilen anavatının %100 kendi üretimiyle beslenmesi misyonunun gerçekleştirilmesi) alman genelkurmayı sovyet ordusunun ana gövdesinin kırılması, devletin merkezi olan moskova'nın ele geçirilip ülkenin yönetimsel açıdan felç edilmesi ve bir başıbozukluğun oluşmasını sağlamaya odaklanmıştı. bu konuda ırksal kökenli ekonomik hedefler açısından himmler'in ciddi baskılar yaptığı da biliniyor çünkü ekonomi yönetiminde ss'in parti devleti içinde büyük bir etkisi vardı ve özellikle köle işçi programları için ss çok fazla adama ihtiyaç duymaktaydı. işte barbarossa tüm bu karmaşa ve mücadele içinde planlandı ve en azından başlangıçta askeri hedeflerin yokedilmesi ön plana alındı.

    gelgelelim operasyonun devamında ordu gruplarının hitler'in farklı faktörlerce etkilenmesi sonucu ekonomik hedeflere doğru çevrilmesi, karargahta bizzat hitler'in önünde cereyan eden çok sert tartışmalara neden oldu. sovyet askeri gücünün beklenenden daha fazla ve dirençli çıkması çok geçmeden barbarossa'nın askeri hedeflerine dönülmesine yolaçtı ama iş işten geçmiş ve çok değerli zaman kaybedildiğinden mockova'yı alıp rusları psikolojik olarak yıkma planı başarısızlığa mahkum olmuştu.

    işte bu noktadan sonra alman planı ekonomik hedeflere dönmeye başladı. 1942 yazında bir ordu grubunun ukrayna yönüne dönerek sonu stalingrad'da bitecek bir yola girmesi bunun bir işaretidir.

    afrikakorps'a gelelim. afrikakorps aslen bir kolordu gücünde olan bir grup. askeri terminolojiyi bilmeyenler için anlatırsak kolordu dediğimiz yapı 2 veya 3 tümenin birleşiminden oluşan bir gruptur. ordu veya alman tabiriyle ordu grubu ise birkaç kolordudan müteşekkil çok daha devasa bir yapıdır. işte italyanları afrika'da tokatlayan ingilizlere karşı almanların kuzey afrika'ya göndrmek zorunda kaldığı tümenlerdn oluşan afrikakorps aslında budur ve asıl görevi akdenizin tamamen bir ingiliz gölü haline gelmesini, müttefiklerce sicilya'ya ordan da italya'ya bir çıkarma yapılıp almanya aleyhine üçüncü bir cephe açılmasını engellemektir. rommel fransa seferinde kendini kanıtlayan bir asker olarak buraya atandı ve türlü yokluklar içinde, sırtını mısır gibi çok güçlü bir garnizona dayayan ingilizlere karşı çok iyi bir mücadele verdi. gelgelelim ne hitler'in kafasında bir kolordu ile mısır'ı alıp ordan suriye-ırak-iran üzerinden kafkasya'ya ulaşma planı vardı ne de bu kolordunun bunu yapacak gücü. rommel'in amacı ingilizleri mümkün olduğunca mısır'a doğru sürmek, akdeniz'deki italyan bölgesini rahatlatmak ve ingilizleri burada oyalayarak (süveyş üzerine bir sefer yapma riskini sürekli olarak canlı tutarak) müttefik kuvvetlerini bölmekti. hitler asla afrika cephesine çok ilgi duymadı çünkü burasının almanya'nın savaşında belirleyici bir cephe olmadığını biliyordu. onu gözünde yalnızca yanda kalan bir çatışma bölgesiydi.

    balkanlar da italya sayesinde almanların ayağına dolandı ama müttefik bulgaristan, romanya, ilhak edilen avusturya sayesinde türkiye'den almanya'ya gönderilen hammadde transferinde zaten neredeyse 1944 sonuna dek bir sorun olmadı.

    şimdi asıl soruya yavaştan gelelim.

    türkiye almanlar için 2. dünya savaşında adı konulmamış bir müttefik sayılabilir çünkü savaş süresince hammadde kaynağı olarak almanları beslemiştir. ancak almanya için türkiye neyse ingiltere için de odur. ingilizler için de müttefik sayılabilir türkiye çünkü ülkeyi almanlara açmamış, akdenizdeki ciddi bir ingiliz üssü olan kıbrıs ve süveyş kanalını strateji olarak riske sokmamıştır. denge siyaseti zaten budur. o dönemin karmaşasında savaştan uzak kalmak için uygulanabilecek en akıllıca yol da budur.

    bununla birlikte alman askerlerinin türkiye'yi işgal etmesi için pratikte geçerli bir avantaj da yoktur. diyelim ki türkiye işgal edildi ve bir şekilde boğazlar da aşıldı. bunun ne gibi bir faydası olacak? düşündüğünüz yanıtı biliyorum; kafkaslara kolayca ilerlemek, azerbaycan petrollerini ele geçirmek. ama bu hatalı bir yanıt. alman ordusunun yakıt ihtiyacı zaten romanya bölgesindeki petrol alanlarından ve alman endüstrisinin harika imkanları (kömürden ve patatesten üretilen yakıt) ile sağlanıyordu. ayrıca alman ordusu her ne kadar modern ve motorize bir ordu olsa da lojistik ikmali hala 1. dünya savaşı'ndaki gibi büyük oranda demiryolu ve at ile sağlanmaktaydı. dolayısıyla stalingrad yönüne taarruz eden ordunun bir yan görevi olan azerbaycan petrollerinin ele geçirilmesi isteğinin asıl hedefi sovyetlerin petrol ihtiyacına darbe vurmaktı.

    bununla birlikte savaşı türkiye üzerine taşıyıp türkiye'yi işgal etmek zaten aşırı uzun olan alman doğu cephesini yüzlerce kilometre daha uzatmak anlamına gelir. almanların doğu cephesinde kaybetmesinin bir nedeni de haddinden fazla uzun olan ve ince katmanlı birliklerce, doğru düzgün bir tahkimat yapılmadan savunulmaya çalışılan aşırı uzun bir cephede mücadele etmeleridir. rusya'nın sert iklimi, yetersiz ulaşım altyapısı d işin içine girince bir yerinden delinen cepheyi toparlamak kolay olmadı ve alman birlikleri sürekli yollarda oradan oraya savruldu. işin içine bir de ordularınaa geri çekilmeyi yasaklayan, neredeyse tabur ve alaylara bile bizzat "yerinizde kalın ve savaşın!" emri veren bir hitler figürü de girince çoğu durumda basit taktik geri çekilmelerle kurtarılabilecek birlikler ve bölgeler de kaybedildi. işte tüm bu tantana ışığında almanların doğu cephesine yüzlerce kilometre daha ilave etmesi, buralara birlik ayırması ve stratejik açıdan yararsız yeni çatışma bölgeleri açmasının pratikte kazançlı hiçbir tarafı yoktu.

    bunun yanında zaten istediği hemen her ürünü kendisine satan ve iyi kötü geçinilen bir ülkenin işgal edilip bir de yönetimsel zorluklara girişmenin mantığı çok tartışılır. almanlar aptal değillerdi. nazi kademelerinde osmanlı devleti zamanında türkiye'de savaşan çok insan mevcuttur ve bunlar ilk elden türk milliyetçiliğinin şahididir. bundan başka ortada ingiltere ve fransa'ya karşı verilen bir kurtuluş savaşı vardır ve işgale uzanan bir hareketin ülke içinde ne gibi bir tepkiyle karşılanacağını almanlar idrak etmişlerdir. dolayısıyla coğrafi zorlukların, kayıp-kazanç anlamında pratikte faydasız olacak bir işgal hareketine girişmenin kendilerine bir yarar sağlamayacağı almanlar tarafından görülmüştür.

    hafif destan gibi yazdım ama genele bakmak lazımdı ve durum kısaca bundan ibaret. aslında çok da fazla karmaşık bir olay değil elbette bu. sonuçta askeri her harekatın fayda-kazanç analizi yapılıyor ve neticede türkiye'nin işgal edilmesi yararsız görülmüş, hepsi bu...
809 entry daha
hesabın var mı? giriş yap