70 entry daha
  • ne kafa karıştıracak kadar tasvire gömülür, ne sıkacak kadar evirip çevirip uzatır hikayeleri.. anlatmak istediğini mümkün olduğunca saflaştırır, fazla şatafata girmez ama aralara çok güzel ufacık ama değeri büyük betimlemeler, tanımlamalar koymak gibi hayran olunası bir özelliği de vardır.. anlattığı öykü ne kadar geçrek üstü, ne kadar inanılmaz olursa olsun, daha başında sarıp sarmalar sizi.. öyle diğerleri gibi algınızın yarısı dünyada, yarısı okuduğunuzda kalmazsınız.. bütünüyle hikayeye dalar, masalı yaşarsınız..

    hele ara verdiyseniz hikayelerine, son hikayesini okuduğunuzun üzerinden aylar, yıllar geçmişse ve başlamışsanız yeni bir hikayeye, leguin'in hikayelerini nasıl da özlemiş olduğunuzu daha net bir şekilde anlarsınız.. bir kitabı okuduktan sonra tekrar tekrar okumak istemek nasıl bir şeydir derseniz, tavsiyem kısa yada uzun bir leguin hikayesi okumanızdır..

    rocannon'un dünyası ile başlamıştır bende sevgisi.. o küçücük hikayede o kadar çok duygu, düşünce, ideoloji, vs. barınır ki, afallatır insanı..

    ancak mülksüzler, başlı başına hayran bırakır okuyanı kendisine... öyle bir anlatır ki, öyle bir kurgular ki, öyle bir yaratır ki anarres'i; bir dönem o dünyaya kaçmayı çılgınca arzu etmekten başka bişi yapamaz, dünyaya aynı gözle bakamaz, hayatınızdan zevk alamazsınız... hele insanlığınızı sorgulamanıza bile neden olabilmektedir. o kadar dokunulabilir ve aynı zamanda o kadar uzak bir hayaldir sunduğu, tarif edilmesi çok zordur aslında.. (tabii bunların ardında "bana böyle oldu" demek lazım)

    işin en garip yanı, kitaplığımda olduğu halde yerdeniz üçlemesi'ni bir türlü okumamış olan bendenizin, bu kadına bu kadar hayran olmamdır herhalde.. yemekten sonra içilecek kahve ile tüttürülmek üzere sona saklanmış bir adet sigara gibi sanki.. elim gittikçe, zamanı olmadığını hissedip geri çekilmekteyim..

    sanırım bütün hikayeleri, aynı soru etrafında dönmektedir..ya da bana öyle gelmektedir.. aynı soru etrafında dönerken sizi kendisiyle birlikte o gezegenden bu gezegene, o ırktan bu ırka, hikayden hikayeye sürükler durur... öyle bir sorudur ki, içinizdeki cevabı bulabilmek için, bir yandan da o cevabı bulmaktan korkarak , leguin'in peşisıra gidersiniz:

    omelas i terk edip gidenler den biri mi olacaksınız, yoksa bir fark mı yaratacaksınız? yaşadığınız hayatın sonunda hangisi olacaksınız? kendimize sormamızı istediği budur kanımca leguin'in.. her hikayenin sonunda içimize yerleşen burukluğun nedeni belki budur.. dünyanın cevaplanması en zor sorusudur belki..

    şahsen ben, bu soruyu yıllardır yanımda taşıdığım için kendisine minnettarım.. hayatımın sonunda bir cevap bulabilmiş olmayı diliyorum, şansım varsa, daha da önce.. ama inanıyorum.. ursula leguin'in anlattıklarının daha çok insan tarafından anlaşılmaya devam edeceğine inanıyorum.. ve umuyorum.. omelas'ta kalıp mücadele edecekleirn de çıkacağını..

    ya da bunların hepsini bu ufacık hikayenin bende yarattığı derin etki nedeniyle düşünüyorum, ama olsun, neyse ki düşünüyorum..

    edit: dünyanın doğum günü adlı eserinin önsözünde şöyle der le guin ;

    "önce farklılığı kurmak -yabancılığı oturtmak- sonra da ateşli bir insani duygu kıvılcımının sıçrayıp bu farkı kapatmasını sağlamak: hayal gücünün bu akrobasisi beni herşeyden çok büyüleyip tatmin ediyor"

    her hikayesinde insanlık adına bir şeyler bulmamızın nedeni budur işte.. farklılığın içinde benzerlik kurabilmemizi sağlayan bir anlatımı başka kim le guin kadar iyi becerebiliyordur, merak ederim..
843 entry daha
hesabın var mı? giriş yap