3 entry daha
  • uykusuz sayılırım, gece 4'te uyudum, 10'da kalktım, gözümü bile açamıyordum, tekrar uyudum. işte rüyam da o an başladı. 18. yy'dan kalma bir ingiliz sarayında 'lunch' düzenleniyor. kadınlı erkekli, tıka basa dolu masalar. cam kenarı bir masaya geçiyorum. bina içi dekorasyonu gerçekten dönemi yansıtıyor. dış cephedeki tasarımı da görebiliyorum orada otururken. aynı anda başka bir perspektiften bakıyorum binaya. binanın mimarisi kesinlikle normal değil, bunu kendime geldiğim bir ara çizerim. giriş kısmında binaya paralel bir merdiven var. bu merdivenin altında ayrıca bir giriş kapısı var. sadece giriş kısmındaki duvarları bile 6-7 metre yüksekliğe ulaşıyor yerden. dış cephesi kesinlikle fantastik bir yapı. her neyse rüyanın asıl konusu bu değil. güzel bir detayı sadece. kabus gibiydi diyebilirim, şu sarayın yapısını inceleme fırsatım da olmasaydı gerçekten bir kabustu. yemek yerken üç deprem meydana geldi. ilk depremde kumdan yapılmışçasına yerle bir oldu. ilk depremde öldüm. bina tekrar eski haline geldi, bu sefer en üst katta camdan yapılmış tavanın içeriye geçirdiği gün ışığının eşliğinde yemeye başladım, tekrar. ikinci deprem meydana geldi. bu sefer yarı ölü yarı bilinçli gibiydim. acıyı, korkuyu, kaçma isteğini hissediyordum. çok geçmeden bina yine eski halini aldı, tüm karakterler rastgele yerlerde... bu kez binanın orta katında olmalıyım. herkes bir olaydan bahsediyor. -bu sırada adamın birine ıngilizce espri yapıyorum, öyle kahkaha atıyorum ki ikizim uyandığımda diğer odadan duyup geldiğini ve uykumda güldüğümü söyledi- devasa genişlikteki odanın sağ ve sol köşelerinde birer şömine var. sağ taraftaki şömineye yaklaşıyorum. pencereye yönelip dışarı bakıyorum. birileri var. dışarda. olmasına imkan vermesem de birileri, buralarda dolaşıyor. bebek arabalı bir anne ve çocuğu. derken yeni deprem meydana geliyor. cam tarafa yakın olduğumdan tek endişem, camların hayati organlarımı ya da boğazımı kesip geçmesi. bu sefer depremin yarattığı şoka hazırdım. en azından öyle olduğumu düşünüyordum. değilmişim, birbiri ardına yıkılmaya başlayan kolonlar, duvarlar, çöken zemin. blokların eşyaların üzerine düşerken çıkardıkları o rahatsız edici tahta gıcırtısı, metal ve cam sesleri. kimseyi düşünecek halde değilim. başlarına, tam da masanın ortasına, üst katın zemini düşmüş sir george ve ailesi umrumda bile değil. ya da korkudan kendini camdan dışarı atmış bayan coleman'ın çekeceği fiziksel acı... hiçbiri, benim için kendi perspektifimden duyumsadığım acı kadar gerçek değil. olamayacaklar da. empatinin imkansız olduğu bir andı...

    bu son depremde de acıyı fazlasıyla duyumsadıktan sonra uyanıverdim, uyumama rağmen sanki bu kez daha da çok yorulmuştum...

    dipnot: büyük istanbul depreminde görüşmek dileğiyle.
26 entry daha
hesabın var mı? giriş yap