• histoires extraordinaires başlığı altındaki filmlerin en ilgi çekicisi sanırım. roger vadim 'in abartı denemesi beni hep diken üstünde bıraktı. şimdi şunu da söylemeli bu 22 yaşındaki dişi caligula 'nın kaprislerini anlatırken, "gece gündüz, gündüz geceydi." lafını da esirgememişler, şatosunda sürdürdüğü bu dengesiz, delice, coşa-hırpalaya yaşamında kontes "eğlenmeye hakkım yok mu, gülmek yasak mı?" diye sorarken, tinto brass 'ın sinema dünyamızın eşsiz pornografik dönem filmini hatırladım hep."yüz kızartıcı ahlaksızlıklar, alenen yapılan hainlikler, açıklanamayacak kötülükler, hizmetkarlarına, bu dişi caligula 'nın pençelerinden asla kurtulamayacaklarını hatırlatıyordu." cümlesinden de anlaşılacağı üzre; durum sunumunda, o dönemin tüm soylularının elde edemeyeceği zenginlik ve lüksün elde edilmesinin kontes'in delirmesiyle olan bağlantısıyla doğru orantılı bir köprü kurarak, roma 'nın -kimilerine göre karısının büyüsüyle, kimilerine göreyse doğu kökenli bir hastalıktan ötürü- genç yaşta delirmiş, 3 numaralı imparatoru, atını seven lideri gaius 'un (caligula) dengesizliklerini anlamalı.

    zira bir ortak yön daha var; ikisinin de çevresinde ahlaksız insanlar vardır. [ahlak üzerine böyle kesin yargıya varmak istemiyorum, filmdeki anlatıcı 'nın yorumu budur, benim değil.] bu ahlaksız insanların kontesi tetikleyip durmalarıyla, roma'daki sarayında sonunda atıyla aynı yatağa girebilecek kadar hastalanan gaius'un çevresindekilerinin davranışları birdir. seks partileri, ihtiraslar, oyunlar, ölümle sonuçlanabilen kaprisler..

    "dişi tilki tuzağa düştüğü vakit ses çıkarmaz, ve ölü taklidi yapar." derken esas oğlanımız [ki bu üçlemenin saga collection, a.e. film tarafından türkiye 'de basılan vcd 'sinin kapağında kontesin sevgilisi olarak nitelenmiştir, ki böyle bir şey yoktur, sevgili durumundan öte, şımarık kontesi reddeden bir adamdan bahsediyorum. kapaktaki aynen şudur: "ölümüne neden olduğu sevgilisinin.."] atına çok düşkündür. kontese bir şekilde yardımı dokunan bu adamı hiç unutamayan kontesimizin durumu bana gülşen bubikoğlu ve bülent ersoy 'un [henüz çükünü kestirmemişken] oynadıkları, zengin ve şımarık kız ve ona aşık olup yüreği dağlanan fakir salak erkek çocuğunun aşkını anlatan filmi ve hadiseleri hatırlattı. genelde bu olgunun çok kullanıldığını düşünüyorum, sinema dünyasında sadece ülkemizde değil, holivud'da da "ulan ben neden böyle şımarığım?" diye kendisine sorması için şahsiyetin, mutlaka doğru insanla karşılaşması lazım galiba. bu kural işte bu filmde de geçerli. anlatıcı bu durumu şöyle sözcüklere döküyor: "kendinde bir değişiklik hissediyordu. hüzünlü ve alaycı bakışlar peşini bırakmıyordu.[adamın hüzünlü ve alaycı bakışını yukarıda alıntıladığım 'tilki'li cümlesinde söz konusu olmuştur. aman ne alaycı .. filmi izleyen bilir o bakışları..] bir tek arzusu vardı o da willhelm 'i yeniden görebilmek.."

    esas oğlanın baykuşla bir taş yapının penceresindeki sahnesi de aklımdan çıkmıyor nedense. deli kontesin atının adını "sultan", adamınkini ise "prens" diye çevirmişler. ve bu da aklımdan gitmiyor, bu aklımı bulandıran sahne mühim çünkü, bu ikili filmde son kez yanyana geliyorlar. hem de şu diyalogla:

    -hayvanlarla konuşuyorsunuz.akşam bize gelin.hayal kırıklığına uğramazsınız; misafirlerimin çoğu yaban domuzu, ayı ve akbabadır.eğlenirsiniz sanırım.
    +koleksiyonunuzun bir parçası olamam.
    -reddedilmeye alışık değilim.
    +bu kötü huylarınızdan kurtulmalısınız.
    -kendinizi ne sanıyorsunuz?
    +mutlu bir adam.

    tam bu diyalog sonrası, esas adam uzaklaşır ve kontes tam atına binerken, birinin adını söylediğini işitir. ben dahil kimse bunu anlamaz; "frederick"

    anlatıcı yine saçmalar: "(kontes) yaşamı boyunca ilk defa bu kadar içten davrandığında reddedilmiş ve hafife alınmıştır." [aman ne içten davranış.]

    böyle bir durumda şımarık kız ne yapar?

    az biraz kurgu görgümüz, bilgimiz varsa devamını getiririz hikayenin; kontes öç alır, bu içten(!) davranışının karşılıksız kalışını da deliliğiyle örter.

    caligula'da da benzer bir doruk noktası vardır. deli imparatorun çıplak şekilde sarayın avlusunda, yağmurda romalı dansı yapmasıyla, esas oğlanın çiftliğinin ve kendisinin yanması da benzer "summa" noktasıdır.

    daha fazla birşey yazmak istemiyorum bu filmcikle ilgili, son bir not düşeyim sonra diğer entrylere bırakacağım konuyu:

    haftalık dergisi'nin 146. sayısında (20-26 ocak 2006), sf:70 'de "at en çok hangisine yakışıyor?" başlıklı dosyada, "..filmlerdeki kadın atlılardan hangisi daha seksi?" diye sorulmuş ve şu filmler ve kadın atlıları mevzubahis edilmiş;

    * organize işler / berrak tüzünataç
    * karagöz ve hacivat niçün katledildü? / şebnem dönmez
    * yüzüklerin efendisi üçlemesi / liv tyler
    * 10 / bo derek

    bence bu filmde jane fonda 'nın at üstündeki görüntüsü de hiç fena değil, en azından kategori yapacaksanız, değerlendirmeye alacaksanız, sinema dünyasını bir araştırın da şebnem dönmez ve berrak tüzünataç 'ın popüler dünyamızdaki ata binişlerine verdiğiniz değeri, gösterdiğiniz alakayı jane bacıma da gösteriverin.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap