• "- evlendikten sonra her şey çok değişti. onun yanındayken bir türlü kendim olamıyordum, buna asla izin vermiyordu. onun olmamı istediği kişiyi de, ben sevemedim. yaşadığımız tartışmalar bir süre sonra yerini sessizliğe bıraktı. gün geçtikçe birbirimize daha fazla yabancılaştık ve bitti."

    geçtiğimiz yazın sonlarına doğru, aşık olduğu insanla nikah masasına oturan ve bu haziran ayında ortaklaşa aldıkları boşanma kararı ile ayrı eve çıkan bir arkadaşıma ait sözler bunlar. ilginçtir ki arkadaşım yaptığımız bu kısa sohbet esnasında, karşı tarafın da kendisi hakkında buna benzer yakınmaları olduğunu söyledi. onun yorumuyla, tutkulu bir aşkla başladıkları evlilikleri; birlikte çıktıkları bu yolda, bir süre sonra isim değiştirerek karşılıklı "anlaşmazlık" adını almış. daha önce boşanmış ya da boşanma sürecinde olan birçok insandan buna yakın, bu civarda dönen sözcükler duyduğum için açıkçası pek şaşırmadım.
    elbette bir birlikteliğin bitmesi için birden fazla etken vardır. ancak gördüğüm kadarıyla bu ilk sıralarda yer alıyor gibi. sorun şu ki; (kadın-erkek fark etmeksizin)hiç kimse karşısında duran insanı öylece, olduğu gibi kabul etmek istemiyor, ya hemen ya da bir müddet sonra revizyon talep ediyor. sebebi ise yeni bir düzenleme yaparak, kendi ölçülerince oluşturduğu bir çerçevenin içine şokuşturmak. kısaca şekil ve içeriğe müdahale etmek çabası içerisinde çoğunluk. bu çaba taraflar arasında önünde sonunda telafi edilemez bir hoşnutsuzluk yaratıyor tabii olarak. istenilen, hedeflenen gerçekleşmediğinde ise arka planda "sen çok değiştin" şarkısı çalmaya başlıyor. kısık ama acıklı..

    bu hazin resmin zihinlerde yarattığı kalıcı etkiyse: her iki taraf için de ne yazık ki somut bir hayal kırıklığı..
    ve böyle davranarak; hayallerini süsleyen kahramandan, hayatının en büyük kabusunu yaratıyor insan..
  • evliliğin peri masalını yaşatacağı yanılgısıyla ortaya çıkar. evlilik denilince insanlar için bir masal yaklaşımı oluşuyor. neredeyse hayatı boyunca salaş kıyafetler giyerek dolaşmış çoğu genç için, masal dünyasının birer ifadesi olan gelinlikler ve erkekler için de smokin benzeri şık takım elbiseler kadınları prenses, erkekleri de prens havasına çok kısa bir sürede sokuyor. çok yanlış bir biçimde evlenecek çiftin elleri, sıcak sudan soğuk suya girmiyor. ailelerinden uzakta olanlar ya da aile etkisinden kurtulmuş olup evlenme zorluğunu yaşayan çiftler hariç çoğu genç hâlâ, anne-baba- aile ve büyüklerin kanatları altında, aslında zor bir yolculuğa yelken açıyor. bilmiyorlar ve bu yüzden yelkenler fırtınada yırtılıyor, evlilik teknesi su almaya başlıyor, hayat denizi üzerinde sağa-sola yata yata ilerliyor ve son olarak alabora oluyor. bunun sonunda kadın tarafı toplumda içinde dul kadın olmakla, erkek tarafı da yüklü tazminat davaları ve nafakalarla yüzleşiyor. teknenin alabora olmasının maddi faturası erkek tarafına, manevi faturası da kadın tarafına kesiliyor. sonra da bütün faturalar evlilik kurumuna kesiliyor. o zaman da evlilik, genç insanlar için çok korkunç ve uzak durulması gereken bir pislik oluyor.

    çevremde çok uzun ve mutlu süren, çiftlerin ölümle ayrıldığı evlilikler de oldu. bir-iki sene içinde çabucak sona eren, sona ermese bile iki tarafın da kendi keyfine baktığı(aldatmalar, devam eden gece hayatları ve başkalarıyla flörtleşmeler, evi yalnızca yatmak için kullanacak hale gelmeler vb.) evlilikler de oldu. konuya uygun birkaç örnek verebilirim, dedikodu olarak almayın.

    mutlu evliliklerde ne vardı? mutsuz evliliklerde ne vardı? karmaşık olsa da aynı başlık altında yazmaya çalışacağım:

    * mutlu evliliklerde roller belliydi. kadın tarafı sağlam kadındı, erkek tarafı da sağlam erkek. kimse rollerinin dışına çıkmıyordu. kadın çalışsa bile yine kadındı. buradan, şu son günlerde çok moda olan alfa erkeklik sonucu çıkmasın ya da yanlış çıkmasın. gördüğüm, bu adamlar ciddi alfa erkekler; ama aileye değer veren adamlar. akşam yemeği saatini geçirmezler örneğin ve ailenin her ferdi masada olmalı. bunu the godfather filminden de hatırlıyorum: "ailesine zaman ayırmayan bir erkek, gerçekten erkek olamaz." gibi bir replik vardı. filmi açmakla uğraşmayayım. yaklaşık böyle bir sözdü. yani şimdi, "biz alfayız astığımız astık, kesitiğimiz kestik, kafamıza göre davranırız. kadın buna uyacak." diyorsunuz ya, bu bakış açısı yanlışlara neden olabilir. gerçek bir alfa erkek, ailesinin başında oluyor. karısından da ciddi oranda çekiniyor.

    mutsuz evliliklerde ise ne yemek saati belliydi ne de ev, bir aile evi havası vardı. masada bekârlık günlerinden kalma ciddiyetsizlik. evli kadın yemek yapmayı, masa hazırlamayı bilmez. ev için, kendisi ve kocası için bir yemek yapmak, tıpkı seks gibi ödül halini alır. adam da masada olmaz. sonra bir telefon: "arkadaşlarımla takılıyorum, yemeğe bekleme." yemek masasını iki kişilik hazırlamışken tek başına kalan kadın. işte bu, erkeğin, karısının yemeği de tıpkı seks gibi ödül haline getirmesine neden olduğu andır. kadın hayal kırıklığını, yemeği-seksi vermemekle veya kafasına göre vermekle tamir etmeye kalkabilir. bir tanıdığım, kocasını masadan atmıştı. adam eve geç gelmeyi alışkanlık haline getirmiş ve kadın da evcil hayvan besler gibi yemeği mutfak masasına atıveriyordu. kadının anlattığına göre seks, hayatlarından silinmişti. sonra kadın aldatmaya başladı. alfa erkek olmak deniliyor ya, kocası da "bana karışamaz, edemez." diyen biriydi. aldatılan ve evcil hayvan muamelesi gören alfa erkek oldu. kadın baskın bir kadındı ama; belirtmeden geçemeyeceğim. ikisi de baskın karakterdi. baskın karakterleri aralarında inatlaşmaya neden olmuştu; ancak anladığım kadarıyla ikisi de farkında değildi.

    bu durumda evlilikte en önemli element kadının kadın, erkeğin erkek olması -yani- sağlam rollerdir. mutlu evliliklerde kadın kadın ve erkek de erkekti.

    * rollerin yerine oturması evliliğe sağlam bir temel atıyor. cinsellik bir evlilikte çok önemli. mutlu evliliklerde cinsellik yoğun ve çok yoğun yaşanıyordu. mutsuz evliliklerde ise ilk yara alan seks hayatı oluyordu. bu çok özel bir konu olduğu için anlatılmadıkça soramam veya gözlemleme olanağı yok; ama bir çifti gördüğünüzde sevişip sevişmediklerini anlıyorsunuz. kadın ve erkek şişmansa yüksek olasılıkla çok sevişmiyorlar. sinirli iseler, başkalarıyla ve birbirleriyle çok çabuk kavgalar çıkarıyorlarsa veya kavgaya yatkınlarsa, bir işe(örneğin kadın için temizlik işleri, erkek için de bahçe işleri vb. gibi) normalden fazla sarmışlarsa yine sevişmediklerini ele veriyor. sevişmeyen çiftler seksi olmuyor mesela; ama sevişen bir çiftse o seksapel kadından da erkekten de yayılıyor. bir önceki örnekteki yemeği mutfağa atılan adam örneğin. bu adamın karısı, onu önce yatak odasındaki chesterfield'a sonra da çamaşır odasına atmıştı.

    mutlu evliliklerde ise kadın kim bilir kaç yaşına gelmiş evin içinde hâlâ cilveli halde dolaşıyor, yüzünü kızartan bir gülümsemenin eşlik ettiği hınzır sözler söylüyor ve kendisinden daha da yaşlı olan kocasının, yaşına göre çok bakımlı ve çok daha genç göründüğü bir gerçeğe dönüşüyor. o yaşta oynaşan-cilveleşen yaşlılar görmüştüm.

    bir evlilikte seks olmuşsa o evlilik %80 gibi bir oranda olmuştur ve olasılıkla uzun süren bir evlilik olacaktır. seks yoksa da bu çoğu sorunu tetikleyebilir.

    * kişisel alanı fazla abartmamak gerekiyor. mutsuz evliliklerde bitmeyen kişisel alanlar vardı. bizim milletin bir huyu var: bir düşünceyi derinlemesine düşünmeden almak. "falanca yazar böyle demiş, tamam ben de öyle düşünüyorum.", "falanca kitapta böyle yazılmış. tamam.", "falanca öğreti böyle diyor. hemen uygulayacağım." öyle değil işte! bu insanlar çoğunlukla batılıdır. batılı ile senin terbiyen, tarihsel sürecin ve genlerinde birikmiş hatıralar aynı değil. bu nedenle bizimki gibi toplumlarda bu tür bilgilerin eğreti durması, üzerine iki-beş beden büyük gelmesi, uygulamaya çalışırken eline yüzüne bulaştırması kaçınılmaz. kişisel alan: evet, önemli; ama kişisel alan fikrini uygulamada yetersiz olunacağını evlenince anlar insanlar. kişisel alan: mesela bir yabancı dil öğrenmek, değerli bir hobi veya araştırmaya zaman ayırmak ile akıllı telefonundaki oyunlara veya internete gömülmek arasında fark var. biri saygı uyandırır; ama sanırım kişisel alan diyerek aldığı hakla telefonunda oyun oynayan ya da televizyonda beşinci sınıf dizi izleyen bir eş saygısızlığa neden olabilirdi ya da eşlerden biri veya ikisi için gücendirici bir davranış olabilirdi. yine de evliliğin ve eşlerin seyriyle ilgilidir. kişisel alanı abartmak? işte ilk örnekte önce masadan, sonra yataktan atılan adam. karısına, "ben yemeğe gelemeyeceğim, arkadaşlarla takılıyorum." diye telefon ederdi ve tek kişisel alanı da arkadaşlarıyla takılmak değildi. sonunda kadın da telefondaki veya bilgisayardaki oyunlara, internete kapılmıştı. yani o da böyle bir kişisel alan bulmuş ki bu da bu çifti birbirinden daha da uzaklaştırdı. kocası çay istiyor ve kadın, "şu an meşgulüm, kendi çayını yap." diyor. meşguliyet: akıllı telefonda oyun oynamak. meşguliyet: haftanın en az üç günü arkadaşlarıyla takılıp akşam yemeğinde olmamak. kadın çok iyi bir eğitim almıştı, çok da güzel bir kadındı; ama düşünün ki kocasını aldatmaya başladığı yer de internetti. dediğim gibi aralarında inatlaşma da vardı.

    * mutlu evliliklerde aileler belli bir sınırı aşmıyordu. bu nasıl oluyor bilmiyorum; çünkü toplumumuzdaki anne-babalar çocuklarının hayatına karışmayı çok sever. kötü niyetli değillerdir; ama kaç yaşına gelmiş çocuklarının birey olmasını bilmeden de olsa engellerler. mutsuz evliliklerde, en ufak bir sorunda, kadın kendi annesi başta olmak üzere kendi ailesine; erkek de yine kendi annesine koşuyordu. oysa ki bir sorun varsa bu, o çiftin birlikte çözmesi gereken sorundur. üçüncü-dördüncü, hatta dıdısının dıdısı elli bininci kişiler soruna, sorun ne kadar anlatılırsa anlatılsın çiftin kendisi kadar hâkim olamazlar. bu da sorunu dallandırıp budaklandırır. küçücük bir sorun sırf pembe popolu, şımarık ve kaprisli çiftimiz yüzünden kocaman olur. benim anne ve babamın evliliği de bu yüzden bitmiş mesela. sorunlar, en samimi-can arkadaşlarla bile paylaşılmamalı. bunun sebebi, bir sorunu hiç kimse o sorunu yaşayanlar kadar iyi bilemez. sen düşünüyorsun... kocan ne düşünüyor, kocanın içini bilebilir misin? karının içini de bilemezsin ve bunu diğer kişilere doğru aktarabilmek olanaksız. ikinci-üçüncü kişiler insanı karısına-kocasına karşı doldurabilir; o an çiftin ilişkisi ve duyguları çok zayıf çünkü. mutlu evliliklerde sorunlarını yardım almaksızın birlikte çözen insanlar vardı. bu mutlu evliliklerin, bir sorununu dışa yansıttığını görmedim. sorunları olmuştur muhakkak; ama birlikte çözmüşlerdir, böylece daha da gelişip temelleri daha da sağlamlaşmıştır. mutsuz evliliklerde ise sevilmeyen-seksi bulunmayan puantiyeli boxer donlardan, yok efendim bayağı gösteren kırmızı-dantelli iç çamaşırlarından veya yatak odasına kaplanması istendiği için kavga sebebi olan aynalardan bile haberiniz oluyordu.

    * sadakat ve sadakatsizlik: mutlu evliliklerde bir aldatma skandalı olduğunu görmedim. kadın belki aldatılmıştır; ama bunu dışa yansıtmamıştır, bilemem. kadının aldatılmamış olma ihtimali ise daha yüksek; çünkü bu en zor gizlenen şeydir. en ketum kadın bile burada açık verebilir. demek ki mutlu evliliklerde aldatılma da olmuyor olabilir. mutsuz evliliklerde ise ilk problem sorunlu seks hayatı, ikinci problem ise çiftlerin birbirini aldatmasıydı. karının ve kocanın ilk başta gizli gizli aldatmaya başladığı, sonra artan diğer sorunlarla iyice yüz-göz olup da -artık- birbirlerini aldattıklarını birbirlerinden gizleme gereği de duymadıkları iyice uçmuş bir evlilik de görmüştüm. sevgilileriyle buluşmak için süslenip püslenen, şık kıyafetler giyen ve birbirlerine nasıl göründüklerini soran tuhaf bir çift. açık evlilik denilen şey de değildi sanırım. bu bende bir travmaya neden olmadı. evlenmeden önce iyi arkadaşlarmış zaten. sonra da sanırım, evli insanlardan ziyade ev arkadaşı olmuşlar. yine de yanlış gelmişti bana, neyse.

    * idare etmek. mutlu evliliklerde kocasından-karısından hoşnut olmadığı halde durumu idare eden, sabırlı olan taraflar vardı. surat etmek-kapris yapmak-kavga çıkarmak gibi ilişkiyi daha da kötüleştirecek davranışlardan kaçınıyorlardı. mutsuz evlilikler ise söylememe gerek yok, çok kavga-çekememezlik-kendi hayatını yaşamak veya bununla tehdit etmek-başka çeşitli tehditler-yalanlar-para ve hatta eşya, evdeki bölümleri(salon senin-mutfak benim gibi) sahiplenme gibi davranışlarla daha da sarsılıyordu.

    * mutfak. mutlu evliliklerdeki kadınların kesin bir mutfak hakimiyeti vardı. yanlış anlaşılmasın da çok güzel yemek yapan kadınlar. mutsuz evliliklerde ise akşam yemeği diye sık sık altılı kahvaltılık setini, hazır market köftelerini masaya koyan ya da dışarıdan sipariş eden kadınlar vardı. hemcinslerime öneri: önce kendiniz için, sonra âşık olacağınız erkek için yemek yapmayı öğrenin ve bu sizin için zevk olsun. evlilikte mutfak çok önemli. "e, o zaman şişmanlarız." demeyin. spor yapacaksınız, sağlıklı besleneceksiniz. belli bir düzeyden fazla yemek değil de 'yemekleri yapmak' zevk olsun sizin için.

    * mutlu evliliklerde geçen yıllarla birlikte çiftin artık bir bütün olduğunu görebiliyordunuz. mutsuz evliliklerde ise yabancılaşma görüyordunuz. sonra da boşanma haberleri geliyordu zaten.

    evlenilen insan muhakkak âşık olunan insan olmalı. insanlar zamanın, toplumun, ailelerin dayatmasıyla veya herhangi başka bir kaygıdan evlenmemeli. bir oyun değil bu. evliliği gerçek bir masal haline getiren o evliliğin içinde olan insanlardır.

    evlilik, evlenen çiftin fethettiği bir kale gibi olmalı; çünkü mutlu bir evlilik bir kaleyi fethetmeye benzer. kimsenin içine sızamadığı, çiftin de kimseyi içeri sızdırmadığı bir kale olmalı evlilik.
  • 25-34 yaş aralığında evlenen arkadaşlarımın boşanma oranı %70

    kendi gözlemlerimden yola çıkarak:

    1) evlenmiş olmak için evlenme: gerek aile ve toplum baskısı, gerek kişisel kaygılar sebebiyle yapılan yapay birlikteliklerin sonucu böyle oluyor malesef. sosyal medya üzerinde ''barbie ve ken'nin rüya evindeki peri boku hayatı.'' piyesleri bir noktada patlayıp, ayrılık evresine girince ''allah_belanı_versin_ismail_yk_mp3''tadında paylaşımlara evriliyor :/

    2) evlilik hayatına adapte olamama: ortak paydada buluşamama, her iki insanın da bekarken olduğu gibi madden ve manen kendi hayatlarını yaşamaya devam ettirmesi bu süreçte tarafların birbirinden kopması sorunsalı.

    3) açık ilişkinin açık evliliğe dönüşünce boka sarması: bu konu zaten malumunuz üzerinde durmuyorum.

    3) evlenilen insanın bambaşka bir insana dönüşmesi:en korkuncu bak bu. evlendiğiniz insanın içine pazuzu kaçmış gibi tanıdığınız-sevdiğinizin tam tersi bir canavara evrildiğini hayal edin. imza bazı bünyelerin maskelerini hemen düşürüyor. sonrası zaten malumunuz.

    4)aile faktörü: evlenince o bir nevi insanın ailesiyle de evlendiğinizden eğer taraflar özellerine ailelerin karışmasına izin veriyorsa yürümüyor o iş. özellikle kaynana terörü yüzünden yuvası yıkılan çok arkadaşım oldu son yıllarda. rahat bırakın lan şu gelinleri kaynanalar :/

    sonra ''niye evlenmiyorsun? .s'' oluyor. işte bu yüzden amk :/
  • uzun süre sevgili olmak ( sabır katsayısını düşürür)
    iki kişilik düşünememek
    bencil davranmak
    aileleri evliliğe gereğinden fazla dahil etmek
    düğünden kalan borçlar
    senin paran benim param muhabbetleri
  • çoğu insanın kendi kendine bile mutlu olmaması,
    bu iki mutsuz, doyumsuz, kendiyle-hayatla kavgalı insan bir araya gelip bir mutluluk yaratabilir mi?
  • kadın veya erkekten birinin, veya her ikisinin, geçinmeye niyetinin olmaması. niyeti olanlar gayet de geçiniyor çünkü. niyeti bozmayın gerisi gelir.
  • birkac mesajlastigi adami sevgilisi zanneden ve pazar kahvaltisinda adam masasindaymis gibi kahvalti hazirladigini yazip sonra silen saykedelik tiplerin, filmlerden veya hayali arkadas cevresinden ornek vererek, bilimsel gercek gibi yazdigi atmasyonlarla aciklanamayacak nedenlerdir.

    hic evlenmemis kisilerin ahkam kesmesi de bi ilginc.

    sismansa mutlu evliligi olamaz diyen biri ruh hastasindan baska bi sey degildir ayrica.
  • evlenilmeyecek iki tarafın inatla birbirlerini bulması ve acele edilmesi.
    etrafıma bakıyorum insanlar iki saatte kanki, bir hafta da sevgili, bir ayda evlilik aşamasına geliyor.
    (bkz: sakin ol şampiyon)
  • kimse de demiyor ki, aga devir değişti.
    (evlilikten biraz daha geniş ele alicam konuyu ben)

    olacak bunlar hep. toplumca bi ergenlik dönemi yaşıyoruz bence. ozellikle 2000 sonrasi iletişim araçlarının birden bolarmasi, son 10 yilda cilgin atan sosyal medya, globalizasyon filan hep ortulu bi patlamaya sebep oldu.

    biz avrupadan farklı olarak cinsel devrimini (en azından batılı medeniyetlerle aynı donemde) gerçekleştirememiş toplumuz.
    bu olacaktı. oldu.
    fakat bolca bastırılmış, biraz geç kalmış bir açılma yaşadığımız icin biraz kitsch geçiriyoruz bu dönemi.
    kısa süren evlilikler, evlenmeyen ıssız adam ve kadınlar, çokça boynuz mevzuları; genel çerçevede geniş bir ahlaki-kulturel erozyon çatısına alınabilecek bi durum olduğunu düşünüyorum tüm bu tablonun...

    bizim anne babalarımız (195x-196x doğumlu kusak) eski devrin son silahşörleri olarak kaldılar.
    onların devrinde boşanma biraz daha marjinal bi olaydı. bunda o dönem yapısının sosyo-ekonomik koşulları belirleyicidir.
    bu yüzden belki de hepimiz o kusagi; hatta bi önceki dedelerin kuşağının evliliklerini filan bi naif algılıyor, ozeniyoruz o devre... çocukluğa özlem gibi. hatta çocukluğun idealizasyonu gibi.
    hani büyüyüp para kazanırsın ama hala çocukluğunun bayram öncesi alınan bi çift yeni ayakkabının sana hissettirdiği saf sevinci hissettirecek bisey bulamazsın ya. onun gibi işte.

    şimdiki sosyal tablo, tam da bir çirkin ördek yavrusu dönemi... ergenlik...

    eski kuşağın (annelerin babaların dedelerin) değer sistemi artık bu topluma neredeyse mitolojik geliyor. güncel bir işlerliği yok. onu kullanamayız.
    eskinin sosyal çevresi mahalle ahbapligindan ibaret olan aileleri nere? yeni sosyal medya ve globalize "yeni" aileler nere?
    eskiden en fazla mahalleden ya da işyerinden birileri çıkıp aklını/libidonu karistirabilirdi. şu an tüm öğrenim hayatındaki tanıdıklarına, arkadaşlarının tüm çevresine, dahası hiç tanımadığın binlerce insanın her anına ulasabilecegin ve anında iletişime geçebileceğin bir devasa bir sosyal medya evrenindeyiz.

    dünya bu tekno-devrimle çok çabuk genişledi. ve biz buna uyum sağlamakta zorlanıyoruz.
    çünkü cinsel devrimimizi gerçekleştirip "yetiskin" bir toplum olamadan elimize geldi bu güç.
    biraz köy yerinde yetişip 17 yaşına kadar mutaassıp bir çevrede, "gormeden" buyumus ve üniversiteyi kazanıp bi anda kendini büyük sehirde/ortamlarda bulmus ergenler gibiyiz.

    kendi "yeni" değer sistemimizi oluşturma çabaları iste bu yapbozlar. yetiskinligimizi keşfetmeye çalışıyoruz.
    bu yolda kısacık evlilikler de yapıyoruz, bazen aslında yapsak şahane sürebilecek evlilik ihtimallerini de kaçırıyoruz.

    aslinda buyumeye calisiyoruz. ve her ergen gibi sik sik siciyor, siviyor, bokun icinde buluyoruz kendimizi...

    olay bundan ibaret bence
  • hep kişisel sebeplerde sorun aranmış, oysaki istatistiksel olarak artan bir boşanma ve kısa süreli ilişki dinamiği mevcut. bunun temeli sosyolojiktir. toplumu ilgilendirir. neden böyledir?

    sebebi cinsiyetsizleşme politikası adına; feminenleşen toplumdur. sosyal mühendislerin son 50-70 senede dayattığı sonuçlardır bunlar.

    bence evliliklerin bitmesi mesele değil, ilişki kalitesinin ciddi anlamda bozulması daha büyük bir sorun.

    erkekler ilişkide eşitlik arar oldu. oysaki kadın "ne derse desin" eşitliğe arzu duymaz. erkek kendinden düşük seviyede ya da zamanla aynı seviyeye geldiği erkeği "itici" bulur. bu bütün doğada böyledir. tavus kuşu dişileri daha gösterişli tüyleri olan erkeği seçer, dişi balıklar daha parlak ve güzel kuyruklu olan erkeklere yönelir. maymunlar yüksek statülü erkeklerle çiftleşir. doğada dişiler "eşit" olduğu erkeğe yönelmez! bunu sorgulamaz. güçlü, statüsü yüksek, lider özellikte erkeği seçer. çünkü dişi evrimi temsil eder. daha iyi genetiği seçemezse evrim ilerlemez. işte feminenleşen son 50 yılda bunu kaybettik. çünkü erkeklerin zihin setleri değişti.
    (bkz: doğada erkeklerin dişilerden çok daha güzel olması/@karanlikruya)

    şimdi femininaziler "eşitlik, hak" diye başlayacak. olm ben de biliyorum bunları, hak da veriyorum ama sizin bilmediğiniz şeyleri de biliyorum. mesela insan haklarındaki, eğitimdeki, yargıdaki olması gereken "kişisel" eşitlikle, "ilişkide" yani "çift" durumunda arzuyu yaratan eşitliğin arasındaki farkı biliyorum. bunlar elmayla armut kadar ilgisiz kavramlar.

    feminizmin esas probleminin eşitlik değil, bir cinsiyetsileştirme politikası olduğunu biliyorum. bunu 3. dalga, açık açık belirtiyor zaten. çünkü cinsiyetler arasındaki farkların kişisel farklar yaratmasına aynı sosyalist düşünceler gibi feministler de dayanamıyor. çünkü herkes eşit olmalı! madem öyle neden insel nüfusu patlıyor? herkesin eşit miktarda eş bulması gerekirken, son 10 yılda neden erkek-kadın eşleşmeleri arasında büyük bir fark var? şu istatistiği inceleyebilirsiniz.
    erkeklerin ve kadınların sekse ulaşım oranları

    bunu bekleyen feminenleşen yeni erkek nesli eşitliği de kendi hakkı sandı ve tepki olarak kadınlardan nefret eden inselleri doğurdu ve düşünceleri çok basit: "benim de kadınlarla ilişki kurmak hakkım, hani eşittik?" özetle bir eşitlik yoktur ya da "eşitlik benim yararıma olduğu sürece iyidir" mottosu vardır diyebiliriz.

    feminizmin daha çıkış yıllarındaki yakınmaların meseleleri hiçbir zaman ilişkilerle ilgili değildi. akademik hayatla veya yargıyla sorunları vardı. ilişki içinde "arzu duymayan kadınların" zorunluluktan yaptıkları ev işleriyle ilgili sorunları vardı hatta kadının biri 1950lerde bunun üstüne kitap yazdı yahu (simone de beauvoir – the second sex). bunu hangi erkek yapar? hatta bir röportajında sosyalist rejimde bile kadınların ev işleri yaptığından yakınıyor.

    esas mesele nasıl olduysa sekse dayandı ve baskılanan cinsellik olarak konunun odağı değişti. sonradan bu cinsellik farklı boyutlara taşındı.

    özetle eşitlik: yargı, eğitim, sağlık alanında olur. "ilişkilerde olmaz." kadında arzu en iyiye ulaşmak üstüne evrilmiştir. 10bin senelik bırak insanı, "doğa" bunun üstüne evrilmiştir. erkek spermlerini yayma politikasındayken, kadın en iyiyi seçmek üstünedir.

    tabii ki biliyorum: sizin çok seviyeli müthiş ilişkileriniz filan var. artık olgun insanlar olarak olgun ilişkiler "felan" yaşıyorsunuz.

    birbirinizi saygıyla sevip, işleri bölüşüyorsunuz değil mi? heh o ilişkiniz 3 vakitte bitecek, boşanacaksınız. en kötü 50nize gelmeden dulsunuz. az kaldı. başta siz üstün olduğunuz için size aşık olan kadınla eşitlendikçe sizden soğuyacak. 2020 istatistiklerine göre evliliklerin %80'ne yakın olarak kadınlar tarafından bitirildiğini de muhtemelen bilmiyordunuz. (ref)
    (bkz: hatunların efendi adam yerine piç tercihi/@karanlikruya)

    nasıl seviyeli bir ilişkiniz varsa seviyeli bir ayrılığınız olacak. çünkü ilişkiniz arzu değil, minnet üstüne kurulu. o kadın gidip kendi doğasını her ne kadar zihnen reddetse de bilinçaltı "güçlü", "statülü", "zengin", "maskülen", "zeki" erkeği bulacak ama size eşitlik satacak. çünkü son 50-70 yıldır "cinsiyetsizlik" öğretiliyor, "cinsler arasında farkı olmadığı" satılıyor. "cinsiyetle" ilgili konuştuğunuzda "cinsiyetçi" olmanın kötü olduğu dayatılıyor.

    özetle kadın kendinden üstün erkeğe arzu duyar. psikolog buss, zahavi, kenrick, fletcher, pinker, miller seneler boyu süren araştırmalarında da istatistiksel olarak kanıtladı. defalarca yazdık. aslında bilineni; bilimsel hale, anlamlı ve kavranabilir hale getirdiler. şurada bahsetmiştik:
    (bkz: eş seçim teorileri/@karanlikruya)

    ilişkiniz, evlilikleriniz bitiyor, çünkü erkek olamıyorsunuz. eşitliği yanlış anlıyorsunuz. toplum da bunu dayatıyor, artan insel nüfusu da bunu doğruluyor. 2+2=4.
hesabın var mı? giriş yap