• hollywood'un altın çağında oyunculara hep aynı konulu senaryolar mı yazılıyor / gönderiliyordu diye düşündürten film. misal gary cooper sürekli adil insanları oynardı, kötü bir adamı oynadı mı hiç hatırlamıyorum. keza henry fonda da yıllarca iyi karakterleri oynadıktan sonra leone'nin filminde çocuk katilini oynayınca seyirci sırt çevirmişti adama. bu yüzden olsa gerek oyuncular o dönemlerde fazla risk alamıyorlardı. belki de o dönemin en şanslısı humphrey bogart'tır. tipten midir nedir, her türlü karakteri oynadı. ama misal father goose'un başrolü cary grant çok iyi bir oyuncu olmasına rağmen komedinin dışına çıkamadı. tabii ki pek çok klasik filmde rol aldı, döktürdü, komedinin en iyi oyuncularından olduğunu defalarca kanıtladı. adamı en kötü filmde bile izlemek pek keyifliydi ama keşke komedi / rom-kom / alfred hitchcok filmleri dışında da filmlerde oynayabilseydi. ama hollywood işte, oyuncuları belli bir türe hapsedip o oyuncuyu sağabildiği kadar sağmak istiyor.

    father goose son derece eğlenceli bir film. 2 saatten uzun sürse de tempo fazla düşmüyor, her anıyla eğlendirmeyi başarıyor, ki bu denli eğlenceli bir film çıkacağını sanmamıştım. 2. dünya savaşı sürerken savaştan elini eteğini çekip adalarda yalnız başına içki içip durarak yaşayan bir adamın bu monotonluğunun bir kadın ve yanındaki bir grup kız çocuğu yüzünden bozulmasını konu alıyor film. klasik cary grant temaları bu filmde de mevcut. misal gene grant'le esas hanfendinin didişmeyle başlayan ilişkileri romantik bir yöne kayıyor, ki grant'in pek çok filminde bu konu işlenir. aslında rom-komun da klişelerinden bir tanesidir. halen de işlenir bu konu. burada iyi işlenmiş. film beklendiği şekilde ilerleyip sürpriz yapamıyor, klişelere saplanıyor ama en azından karakterler ve replikler eğlenceli. bu yüzden sıkılmadan izleniyor. zaten 1965'te uyarlama senaryo oscarını kapmış. trivialara göreyse grant'in favori filmlerindenmiş. hatta bu film için my fair lady müzikalini reddetmiş, ki iki film de aynı yıl vizyona girip my fair lady yönetmen ve film oscarlarını kapmıştı.

    diğer triviaya göre grant, charade'ten kısa bir süre sonra audrey hepburn'le bu filmde de çalışmak istemiş ama my fair lady yüzünden bu istek gerçekleşememiş. bu arada grant bu filmden sonra sadece bir film yapıp sinemaya veda etmiş. işin ilginç tarafı henüz ook yaşlı olmasa da sinemayı bırakmış ve 20 yıl boyunca emekli kalabilmiş olması. 66'da bırakıp 86'da ölmüş.
    velhasıl bir şans tanınabilir filme...
  • ikinci emperyalist paylaşım savaşı sırasında, pasifikte island coast watcher olarak çalışan bir amerikalının yaşantısını aktaran film. bütün gün tek yaptığı ıssız bir adada çevreyi izleyip telsizle ilgili birimlere rapor vermek. yaşadığı kulübenin içine bol miktarda içki ve konserve stoklayıp, bütün gün güneşlenmek ve kafayı çekmek dışında birşey yapmıyormuş bu tip insanlar ve milyonların kırıldığı bir savaşta ne kadar da rahatlarmış dedirtmektedir. bu filmi izledikten sonra bir de, grigoriy chukhray'ın askerin türküsü adlı filmini izlemeli... ki böylece dünyayı faşizm belasından aslında amerikalıların değil, sosyalizmin kurtarmış olduğunu bir kez daha anlamış olur insan...

    (bkz: ballada o soldate)
  • 1964 yapımı çok hoş film. acayip mutluluk verdi bana bu film yaa :) acayip kaliteli bir filmmiş bu meğer. sen tut fonda savaşın olduğu bir durumda böyle güzel, mutluluk veren bir film yap. kaç aydır bende bu film, içimden gelip de izleyemedim bir türlü. sonunda dedim ki dur şuna bir şans vereyim. iyi ki de vermişim. sonlara doğru bitmesin istedim o derece. kendisi en sevdiğim filmler arasına girdi bile.
  • ikinci dünya savaşı esnasında güney pasifik'te yalnız bir adamın sürekli örselendiği, barış şartlarında sıradışı denilebilecek olayları konu alan film. 1964 yapımı, ralph nelson mahsulü. müzik(ler) ve aşk, leziz ve sade. olmuş!

    --- spoiler ---

    mr. heckland'ı kendi ülkesizliğinin karasularında özgürce dolaşırken ve umursamazken gördüm, son derece mutlu oldum. tutsaklığımı hırçınlaştıran, cezbeden bir zincirsizlik bu. tabii, referans noktanız çok önemli. öyle ya, monotonluk ve bayağılık bizim kanımıza işlemiş. derken freneau'nun heckland ile alelade bir mesele üzerinden gülüşmelerini gördüm, ulaşılmaz göklere uçtum. the golden age of broad smacking filmleri izlemenin leziz yanı, tokatlaşmaları içimde coşkun yeller estirdi: "işte hayatın minimalist anlamı, işte tüm çilelerin müsebbibi, meyvesi: hoyrat iki tokat".

    şehirlere bombalar düşerken kadınımı köhnede bulup, sarmayacaksam belini; denizleri fersah fersah katetmenin, ayyaşlığın ve meczupluğun fevkalade üzücü olduğu sindi içime. bu yalnızlık sadece gömer bizi.

    --- spoiler ---

    bir tek dramada bulamıyorum bu duygu selini, trajik komedya tetikleyen ruhumuzda. bir tutsaklığıma, bir de leslie caron'ın artık tanrı katında dahi esamesi okunmayan nefes kesiciliğine ağladım.

    (bkz: french accent)
  • üç günlük yorgunluğun ardından tüm yorgunluğumu almayı başarmış oldukça keyifli ve eğlenceli bir film.

    ikinci dünya savaşı yılları, avustralya kıyıları. walter ileri yaşlarında, alkolik, avantacı, huysuz, kendisinden başkasını düşünmeyen ve insanlardan nefret eden amerikalı bir adam. çevreyi çok iyi bildiği için ortalama boyda teknesi ile müttefik devletlere bazı yardımlar yapmakta. derken birgün japon yoğunluğu artıp müttefikler geri çekilince geriye gözcülük yapması için 32 kişi bırakılır. buna yanaşmayan walter'ın teknesi ise bir dalavere ile yaralanıp gözlem adalarından birine terk edilir. onu burada hiç de istemediği sürprizler beklemektedir...

    başrolde alışmadığımız bir karakterle cary grant ve tüm sempatikliği ile leslie caron bulunuyor. süresi boyunca yüzümüzde gülücükler eksik olmuyor.
hesabın var mı? giriş yap