• "bir sıkıntıyı anlatmak istedim. ama bir şeyi başka bir şeye benzetmekten başka bir şey gelmedi elimden. kaybettiği savaştan sonra yakıp yıkarak geri çekilen ordular gibi. mağlup olduğu oranda zalim. trajik hatamız: kendimizle ilgilenmeye alıştık, başka bir şeyle ilgilenemiyoruz artık. sen çocuk yap kurtul istersen bu dertten bana da bir bira söyle giderken."

    emrah serbes
  • bilerek mi yanına
    almadın giderken
    başının yastıkta
    bıraktığı
    çukuru

    güveniyordum
    oysa ben sevgimize
    vapur iskelesi
    ya da tren istasyonundaki
    saatin doğruluğu kadar

    beni senin gibi
    bir de annem terketmişti
    ki göbeğimde durur
    onun yokluğundan
    bana kalan
    çukur

    - sunay akın -
  • birlikte içtiğimiz şarabın şişesine bir mum yerleştirip yaktım. mum damladıkça güzel bir görüntü çıktı ortaya. üniversite zamanlarında her kız öğrencinin evinde olurdu bundan. onları gördüğüm günden beri çok efemine gelen bu sanat eseriyle, şu an zevkle uğraşıyorum. bitmek üzere olan mumun üzerine bir tane daha ekliyorum. şişe görünmez halde.

    dum taka dum tak, dum taka dum tak! sadece bu ritimde yazabiliyorum. bir atın sırtında sisler içinde dörtnala, önümde hangi boşluğun, hangi hendeğin olduğunu bilmeden gitmeyi hissettirdiği için seviyorum bu ritmi. mumun ağır aksak damlamasını sabırsızlıkla beklerken, bu ritim her şeyi hızlandırıyor.

    giderken bir mektup bırakıp üzerine bu şişeyi koymuşsun. anlam yüklemeye çalıştığımdan değil, ama içinden beraber içilen şişeye saygısızlık bu bence. sence?

    “seninle yaşadıklarımız inan benim için unutulmayacak şeyler. hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım”

    siktir lan! madem o kadar mutlu oldun, ne bok yemeye çekip gidiyorsun?

    “seni tanıdığımda gözlerimin içine içine bakışın beni çok etkiledi. belki inanmayacaksın ama seni ilk gördüğüm anda aşık olmuştum bile”

    keşke seni tanıdığımda gözlerinin içine içine sıçsaydım. yavşak kadın!

    “seninle gittiğimiz her filmin, gezdiğimiz her yerin anısı beynimde yer etti”

    benim de cebimde iz etti kodumun pisliği. boş cebe elimi sokmaktan delindi hatta. ne izi.

    “ama sende biliyorsun. ilişkimiz bir yerde tıkandı artık. uzaklaştık birbirimizden. bu geldiğimiz aşama senin için olduğu kadar benim içinde üzücü”

    ne zaman uzaklaştık piç! haldır haldır geziyoruz lan! evden uzaktayız sadece. nereye uzaktayız?

    “sadece şunu bilmeni istiyorum. aramızda yaşanan kavgaları ben unuttum bile. ama seni hiç unutmayacağım. belki bir gün bir yerlerde yine karşılaşırız. dost olarak kalmak benim için çok önemli. seni gerçekten sevdim. sen de hep benim dostum olarak kal. olur mu? ve beni iyi hatırla”

    puşta bak. bak puşta bak ya! lan beni kendine dost mu tuttun. kaşara bak. dost mu? bak ya! orospuya bak!

    mumun ateşinde yaktım mektubunu. hissizleştim birden. son mum da bitti.

    ben de sana hemen yakmak isteyeceğin bir mektup yazmak istiyorum.

    “mektubunu aldım. öncelikle senin gramerini sikeyim. dahi anlamındaki de’ler ayrı yazılır. ayrıca yazdıkların da çok... seni çok seviyorum. lütfen bir şans daha. yalvarırım. neredeysen gelip hemen alayım seni. başkası mı var? var dimi? benden daha mı yakışıklı? olsun ben seni her şeyinle kabul ederim. nerdesin? lütfen bana bunu yapma bitanecik aşkım. gitme. gitsende gelmesende ben seni hep sevicem. nolursun ya”

    nolursun lan!

    it!
  • cahit sıtkı tarancı'ya ait olan şiirin tamamı şöyledir:

    mektup alırsın her taraf gül gülistan!
    derken cenaze geçer her taraf zindan!
    mümkün olsa da insan her zaman gülse;
    olmasa her sevincin sonunda hüzün!
    acısı da tatlısı da ömrümüzün,
    çok pahalıya oturur üstümüze.

    sanki ne diye yola çıktık? çocukluk!
    hayra alamet değil hiçbir yolculuk.
    farkında mısın nereye gidiyoruz;
    ne söyler arkamızdan sallanan mendil?
    yalnız aşkta, kumarda, hayalde değil,
    her adımda bir şeyler kaybediyoruz.

    (bkz: copy paste değil alın teri)
  • "giderken dalgaların ardından
    baktım sana yıllardan sonra
    hiçbir şey eskimemiş
    her şey yepyeni
    olabilir mi?"*
  • eve girmesine en az bir saat var. her şeyi yanıma aldığımdan emin olmalıyım. düzenli bırakmalıyım odamızı. yatağımız zaten düzgün. her sabah olduğu gibi işe giderken beni uyandırdı, mahrum gözlerle kahvaltı masasına oturttu, çayımı koydu, yatağımızı toplayıp yanağıma bir öpücük kondurup gitti. iş yerinde neler olduğunu, tesadüfen aynı şirkette işe başlayan bir tanıdığım anlattı. şirketin sahibi olacak adam, sağlam bir tokat atmış, kapının önüne çıkarıp kovulduğunu herkesin duyacağı şekilde bağırarak bildirmiş. o, ağlayarak dizine kapanmış, herifin fermuarını açıp oral seks yapmaya başlamış. adamın işi bitince ve tabi sakinleştikten sonra kovulma işini tekrar düşüneceğini söyleyerek odasına girip kapıyı sertçe kapatmış.

    son on yıldır ekonomik kriz denilen ve benim terimlerini hiç anlamadığım şey yüzünden insanlar bu şekilde çalışıyor. normal işlerinin haricinde, bulundukları pozisyona göre kendilerinden kıdemli olanlara çeşitli şekillerde cinsel haz vermekle yükümlüler. eskisinden çok da farklı değil aslında.

    sistemin bazı sorunları ortaya çıktı başlangıçta. kapitalistin asıl amacı olan paranın hazzı cinsel hazdan her zaman daha fazla olduğundan olsa gerek, bu şekilde bir insan kaynakları politikasının işçi seçiminde hatalı yönlendirmelere ve kapitalisti yanıltacağına dair saptamaların ardından komisyonlar kuruldu, bilimsel çalışmalar yapıldı ve her tür tarife(!) belirlendi.

    çalışan kesim her ne kadar ilk başlarda bu çok yadırgadıkları duruma tepki gösterse de, açlık yüzünden baş gösteren toplu ölümler bu politikanın normalleşmesini, herkes tarafından kanıksanmasını sağladı.

    başbakanın bir seçim konuşması esnasında bakanlardan birinin arkasına geçip seçim otobüsünün tepesinde doruğa ulaştıktan sonra alnındaki ter damlalarını silerek, partisinin önümüzdeki dönem icraatlarını anlatması olayın kırılma noktasıydı.

    öncelikle seks yapamayacak kadar yaşlılar ölmeye başladı. ardından yaşı küçükler boş arazilerde ölüme terk edildi. sakatlar toplanıp topluca zehirlendi. vücudu en güzel olanlar büyük şirketlerin tepesinde yeni çalışma hayatına başladı, yavaş yavaş seçtikleri insanları işe alarak kendi zevk kumpanyalarının organizasyon şemasını ve iş akışlarını belirlediler.

    maaşlar gününde ödeniyor, kredi kartı borçlularına iki senede bir uzatılmış faizlerle ödeme kolaylığı sağlanıyor, toplu konutlardan ev alımları hala revaçta. bilgisayar teknolojisindeki olağanüstü gelişmeler haricinde fazla bilimsel çalışma yok. uzayın keşfi unutuldu mesela. artık bilmemne teleskobuyla incelemeler yapılmıyor.

    sistemin devamını sağlayan tek şey çalışan kesimin işini kaybetme korkusu. eskisinden daha fazla gayret göstermeniz gereken işinizde çalışırken aynı zamanda patronun gözüne girmek için bilinen seks aktivitelerinde arada bir kendisine yardımcı olmanız gerekli. hele bir gün şansınız yaver gider de tuvalette şirketin sahibiyle karşılaşırsanız, işte o zaman harika olanaklar sizi bekliyor olabilir.

    insanlar evlerinde sekse vakit harcamıyor artık. bütün gün iş yorgunluğunun üzerine, diğer yorgunluklarla birlikte zaten çalışan insanların uykudan başka istekleri olmuyor.

    aile kavramı tamamen önemini yitirdi diyordu geçenlerde televizyonda konuşan bir profesör. seks karşıtı olduğu için gözaltına alındı programdan sonra. kanal da kapatıldı zaten. aslında doğru söylüyordu. sanırım. ben bu işlerden pek anlamam. sadece seyirciyim. son başvurduğum yerde işe alınmak üzereyken bir üstüm olan kişinin hemcinsim olduğunu öğrendim. daha önce yaptığım şeyler ama ne bileyim. babam kredi kartlarımı ödüyor. rahat bir hayatım var. çok güzel bir sevgilim. birazdan hayatımdan çıkaracağım sevgilim. son girdiğim işte bir altımda çalışan temizlikçiyle tüm gün haşır neşir oluyordum ve bir üstümdeki departman müdürü fazla hevesli bir insan değildi. rahattım orada. temizlikçi kızın getirdiği marihuanayı içerken yakalanınca aynı gün ikimiz de kovulduk. en büyük suç ne de olsa.

    yarım saat sonra evde olur, yorulmuştur tüm gün. o gelmeden çıkmalıyım. yazdığım mektubu mutfak tezgahına bıraktım. tek kelime. hoşçakal yazıyor. son günlerde aramız pek iyi değildi zaten. benimle ilgilenmeyi iyice bırakmıştı. genel müdürün yerine gelen genç herifin çok yorucu olduğunu ve isteklerinin hiç bitmediğini söylüyordu dün gece. anlatırken uyuyakaldı zaten. gitmeme de üzülmeyecek. eski kitaplarda okuduğum, sevgilisine kavuşamayan insanların çektiği acılara rastlanmıyor artık. giden kişinin mutlaka bir nedeni vardır düşüncesinde herkes. ben de öyle.

    aslında yeterli sebebim yok gitmek için. ama ne bileyim. ikibinli yılların başında yaşasam daha iyi gibi geliyor. babamın anlattığına göre insanlar o zamanlar iş kaybetme korkusuyla uğraşmaz sadece bir üstlerinden aldıkları işle ilgili emirleri yerine getirirler ve hayatlarına devam ederlermiş. sıcak yuvalarında, aileleriyle birlikte.

    çıkmam lazım. o gelmeden. nedenini sormayacak olsa da belki gözlerinde gitme diyen bir bakış görürüm. eski kitaplarda buna benzer tanımlamalar var. hiç görmediğim gitme diyen bakış. görmek de istemediğim.

    babam iyi bir iş bulduğunu söyledi telefonda. belki bir görüşüp gelirim. belki müdür iyi biridir. beni düşünen.

    hoşçakal.
  • bir vebalıdan kaçar gibi idi. yüzlerce yıl öncesinden kaçıyordu. vahim!
    uzağa gitmek gerekiyordu o zaman, daha uzağa. üzerinden akan mikrobun bulaşamayacağı kadar uzağa. bir daha arkana bakmamacasına...
  • gitme zamanı geldiğinde güzeli çirkini, mutluluğu acıyı, sevabı günahı beraberinde götürmeli insan. ama giderken sadece kendini götürmeli, kendinden götürtmeli insan.
  • "gitmeyi bilirim..sevgi emektir ama el ele tuttuktan sonra..uzatılan el havada bırakılmışsa o noktada emek gösterilmesi gerektiğine kesinlikle inanmıyorum...beni anlamayıp, ateş böceği gibi etrafında dönmemden etkilenecek kadın beni mutlu edemez..çünkü bir gün güneş doğar ve kıçımdaki ateşin de bir anlamı kalmaz..."
  • celil nalçakan'ın kafa'da yazdığı, sonra da hakan altun'la birlikte yorumladığı şiirimsi metin:

    https://www.youtube.com/watch?v=iqhmzafdseq

    "sana yüzme bilmeyen kuşlarımı
    ellerinden yeryüzüne düşmekten yorgun düştüğüm düşlerimi
    sensiz hiçbir şeye yaramayan gülüşlerimi bırakıyorum.

    sana belki uğrarsın diye açılmış bir gönül kafesi
    bir yangının külünü yeniden yakacak hevesi
    başka birine 'sensiz yaşamam' demek için benden aldığın nefesi bırakıyorum

    sana affetmekten asla vazgeçemediğim suçlarımı
    seninle buluşmak için gidemediğim beşiktaş maçlarını
    ve intiharımın ipuçlarını bırakıyorum

    ben sana ezberlediğim şiirin ardından kalan son iki cümle
    sana istikbalim kadar uykusuz karanlık ve biçare bir gece
    isminden bile güzel gözlerine kurduğum iki hece
    yakışıklı prensin seni öpmesine kıyamadığım 6 cüce bırakıyorum

    ben sana düşen her yaprağa sela okuyan aşkların ve şarkıların sözlerini
    belki ağlayasın gelirse diye hülya avşar'ın mavi gözlerini
    ben sana baharı bekleyen kumruların güzlerini bırakıyorum

    yani ben sana her şeyimi bırakıyorum."

    edit: imla
hesabın var mı? giriş yap