• işsizlik öyle bir yara haline gelmiştir ki, insanlar değil 12 saat 24 saat çalıştırılsa gık bile çıkaramazlar. herkes bunu bulduğuna şükrederek yerinde duruyor. bu duruma getirenler utansın.
  • ak partiyi çok sever
  • "git mahkemeye iki de şahit göster" diyen gerizekalılara önerim, sadece iş hayatında birazcık bulunsunlar, değil 2 şahit 200-300 kişilik büyük işyerlerinde bile insanlar gerçek ücreti üzerinden değil asgari ücretten sigortalanıyor, yani böyle bir mevzuda şahit istesen dilemediğin kadar şahit de bulursun, ama ülkemizde şu anda hükümet etmekte olan zihniyete göre, o tip büyük şirketler hem istihdamı sağladıkları için, hem de biraz "mega patron" oldukları için normalde 1 korunacaklarsa bunlar 10 korunuyor. seni alır istediği kadar deneme süresine de tabi tutar, deneme sürende pestilini çıkartır, baştan bir göz korkusu verir, çeker gidersen de napalım 3-4 gün beleşe getirdik emeğini der, sikine bile takmaz. diyelim ki işe alındın seni alır, 900 liraya istihdam eder, gelgelelim asgari ücretten sigortalandırır. sen yemekhanede, eşinin dostunun yanında her yerde şirketinin bu rezilliğini anlatırsın, ama ülkende kimse bu işi dedikodu boyutundan daha yukarıya taşımaz, bundan gocunmaz.

    yarın bi gün emekli olduğunda ise, kuş kadar para alırsın devletinden, sonra da gelecekte çıkar dallamanın biri karşına; "ah be iki şahit tutaydın ya :(" der. bizim ülke insanı zaten böyledir, anca bilmediği konuda ahkam keser. anca, suçu ispatlanmadan darağacına götürür insanları. kabak gibi gerçeklerin ise yanına uğramaz. hiçbir şirketin insan kaynakları görüşme sırasında, ne kadar çalışacağım sorusuna, "haftalık 50 saat filan dinlemeyiz biz, amirin ne kadar isterse o kadar çalışırsın" demez, diyemez. "8 bilemedin 9" der en fazla gevrek ağızlarıyla.

    hepsini geçtim yeni moda "birikmiş izin günü". artık arsızlık öyle ciddi boyutlarda kök saldı ki iş hayatında, gidiyorsun görüşmeye, insan kaynakları direktörü geliyor, "biz de mesai ücreti yok, ama olur da çok çalışırsanız(hep çok çalışacaksınız aslında demenin türkçesi) birikmiş izin günü var, muhasebe müdürlerimiz puantörlerden giriş çıkışlarınızı alıyor, ve size alacak izinlerinizi departman amirlerinize ileterek kullanma hakkı tanıyoruz" şeklinde sanki gerçekliği tartışılmayacak olan bir çalıştırma uygulamasından bahsediyor. daha ikinci gün, çalışan tecrübeli personellerden duyduğunuzda da bunun, "seni daha iyi sömürme formülü buldum huahaha" demekten ötesi olmadığını anlıyorsunuz.

    kısacası sadece bazı gerizekalılara iş hayatına girmelerini salık veriyorum. forumların hukuk bölümünden bi kaç satır yazı okumakla, gerçek iş hayatı arasında çok fark var keza. eğer ülkende sendikalar güçlü değilse, sen patronuna yaptırım uygulatamazsın. ha şunu yaparsın, kendi iş arkadaşlarını örgütlersin, ve orayı iş yapamaz hale getirirsin. ama asla, "lan sen kendini ne sanıyon al sana şu kadar kapatma cezası, al sana şu kadar para cezası" türünden bir yaptırım uygulatamazsın, bunun için ya devlet yanında olacak, ya sendikalar ülkende güçlü olacak ve çok sağlam zeminlere oturmuş toplu sözleşmeler imzalanacak. başka çare yok. o yüzden hayal dünyasında yaşamayın.
  • bu tip şirketler yüzünden kendi işimin patronu olmaya karar verdim ve o gün bugündür verdiğim karardan hep gurur duyuyorum.
    keza iş hayatında öyle ibibikler var ki, o saçma egolarını şu 12 saat çalıştırma yanlışlığında bile konunun içine sokarlar kişiselleştirirler, kişiselleştirmekle de kalmaz, bir de "ben sizin patronunuz olsam sabaha kadar köklerim ehuu" yavşaklığında triplere bürünürler.

    kendi işimi kurmamdaki en büyük neden de zaten böyle ibibiklere prim vermeden, patronluğun işçilikten temelinde hiçbir farkı olmadığını ispatlamaktı. çok fazla amelelik yaptım, zamanında iki üç eleman daha istihdam etmemek uğruna her akşam kısıtlı kadrosuna ikişer-üçer saat zorla mesai takılan yerlerde de ter döktüm. ama orada işte bu tipten ibibikler böyle gerçek yüzlerini göstermezlerdi. sen derdin ki içinden "ulan iş yetişsin işte yapalım bir fedakarlık".. ama karşındaki şirket/patron senin fedakarlığını bir kere bile takdir etmediği gibi; "ses etmiyor, etmediğine göre bi güzel kökleyim... ne gerek var iki personel daha istihdam edip dünyanın kesintisini ödemeye? " diye düşünür, ve her hareketiyle bunu belli ederdi. keza mesai olayının bir süre sonra iyice boku çıkardı.

    bak kardeşim bir tanımı adam gibi oturtmak zorundasın...
    eğer personelin istemiyorsa ona mesai yaptıramazsın.. bunu anlamak için ancak ve ancak mesai teklifini rica ekseninde yaparak öğrenebilirsin...
    bana kalkıp da kendisi mesai yapıp daha çok para kazanmak isteyenler var örneğini verme, keza kendi işimde geçtim mesai istenmesini bana "sigortamı yatırma kaçak göster 200 küsür liralık kesintiyi de direk bana ver" diye teklif edenler de oldu, bunlar uç örnekler...
    uç örnekler olduğu gibi, temelinde devletin insanları geçinemeyecek derecede kandırması ve hakkını yemesi faktörüyle alakalı...
    yoksa vatandaş da buna başvurmaz... sigortasız çalışıp kesintilerin kendisine verilmesini isteyen işçi de, kendi işinde illa mesai isteyerek patronunun işler yetişmediği halde işyerine ilave istihdam yapmasını engelleyen işçi de, etik davranmadığı gibi, züppe patron takımının ileri safhalarda bundan hareketle genelleme yaparak kurunun yanında yaşı yakmasına da neden olmaktadır...

    ben kendi işimde güne başlarken, o gün ne kadarlık bir imalat yapılacağını çalışanlarıma söyler çekilirim kenara.. bu aramızdaki bir gizli sözleşme gibidir... herkes kendi çalışma stilini ve timingini ona göre ayarlar. zaten günün başında eğer çalışanlarını iyi tanıyan bir yönetici isen onların yetiştirip yetiştiremeyeceğini de bilirsin... yetiştirilemeyeceği durumlar olmuyor mu? illaki oluyor... işte burada devreye buyurgan tutumlarla girmiyorum, asla da girmedim.. keza burda varsa bile benim hatam var diye düşünmek zorundayım.. demekki istihdamım hala tam mesai saatleri içinde her iş yükünün altından kalkacak düzeyde değil özeleştirisini yapmak durumundayım... burda tabiki devletin küçük halli işletmelerin sırtına bindirdiği acımasız vergiler de etkili... ama ben kalkıp da bunu bahane olarak sunmam... bahane sunması gereken yerde değil, çözüm üretmesi gereken yerdeyim.. o çözüm nasıl üretilir? gönüllülüğü ile daha önceden pek çok kez yaklaşım geliştirmiş işçine gidersin adres olarak... "diğer çocuklar çıktıktan sonra senle biraz daha işimiz var onları halledelim seni de ben bırakırım eve ne dersin?" yaklaşımı, yaklaşımların en makulüdür böyle bir durum için...

    eğer bunu yapmıyorsan orospu çocuğu diye anılırsın abi... her boka atlayıp, konuyu kişiselleştirip cevap vermek yerine, kapitalizmin boyalı vecizesi olan, "beğenmiyorsan istifanı ver" mantığıyla yaklaşmak yerine, artık insanların ve özellikle yeni nesilin hayatında paradan ziyade sosyal hayatın daha önemli bir yer olduğunu kavramak ve ona saygı duymak daha insancadır.
    o değil bunu bazı kapitalist mantıkta çalışan firmaların insan kaynakları bile anladı, artık büyük artı değer katan işçilerini elinde tutabilmek adına "ik" yaklaşımları konusunda kendini aştı... bizim bazı ibibikler hala, "yok o zaman istifa et" "yok ses etmiyorsan ben daha fazla köklerdim patronun olsam" bilmem ne diye bir garip kendini ispatlama girişimleri içerisinde...
    sıradan bi insansın be kardeşim sanma kendini bi bok, beğenmediğin işçinin elinden o sömürülmeye dayanamadığı anda iki saniyelik uzaklıktasın ölüme... bu kadar tribe girmeye gerek yok...
  • patron yarağı üzerinde zıplaya zıplaya kendini geliştirmiş folloşların da bu orospu çocukluğunu savunması pek manidar oluyor.
    yani özür dilerim ama olaya 14 yıllık üst düzey yöneticisi perspektifinden bakmaya çalışıyorum, yine aynı sonuca ulaşıyorum, ortada tartışılamayacak bir orospu çocukluğu var. duruma getirebildiğim tek açıklama bu yarrak teorisi oldu.

    ehm neyse; iş hayatı pek uzmanlık alanım sayılmaz aslında. geçen hafta zorunlu stajıma başladım; ömrümde ilk kez biraz ucundan tattım sabahın köründe kalkıp, servise yetişip bir saat mesafedeki fabrikaya gitmeyi, 9 saatlik mesaiyi, eve dönüş ile uyku arasındaki zaman darlığından ne yapacağını şaşırmayı. o mesai saati 9'dan 12'ye çıksa bir gün bile dayanamazdım herhalde.

    şimdi sen gelmiş bana diyorsun ki, yeri doldurulamaz %1lik dilimin içinde değilsen patron tarafından doyasıya sikilmelisin, sikilmek istemiyorsan bakman gereken aileni falan düşünmeyip bu kadar işsizlik varken, o işi o şartlarla da kabul edecek-etmek zorunda olan- tonla insan varken 12 saat mesaiyi kabul etmemeli, pazarlık yapıcam diye işsiz kalmalısın; neden? çünkü ben çok süperim o seminer senin bu seminer benim geziyorum sen mal olduğun için öl zaten hoha.

    bak yine sinirlendim.
  • o değil de ben haftanın 7 günü günde 12 saat çalışıyorum. ve kimilerine göre eziğim. (bkz: #24569248) bu ülkede bunu eziklik belirtisi saymak için de büyük ihtimal benim patronun oğlu falan olmak lazım ama o bile daha iyi davranıyor bana. yani bi keresinde "ver bi maltepe'de içelim" dedi. güleryüzlüydü. neyse.

    12 saat dediysem saat sabah 5.30 da servise binme 7 de işyerine ulaşma, çıkış saati 6 olmasına rağmen servisin 7'de gelmesi ve 8.30 da eve ulaşma. yani 15 saat mi işte hesaplayın. fazla mesai falan da yok. yani laf aramızda; orospu çocuğu lafının daha uygun olduğu başka bir örnek de bulunamazmış.

    insanlara şunu söyledim. hep birlikte bir gün dahi olsa gitmeyin işe. bildirimsiz işe gitmeme hakkınız var. eğer bir şey değişmezse bir gün daha gitmeyin. zaten 3 ay sonra herkes çıkarılacak işten. tabi hiç birşey olmadı. herkes halen devam ediyor bol küfürlü çalışmalarına.

    3 hafta önce pazar günüydü ve ben viskiliydim. saat 12 gibi müdürün telefonuyla uyandım. nerdesin dedi. aaa ben uyuyakalmışım dedim. heeemmmmen geliyorsun dedi. yatakta saygı duruşuna geçip tabi ki geliyorum kusura bakmayın derken bir yandan da "buna konuş" işareti yapıyordum. telefonu kapatıp yattım tekrar.

    3 haftadır pazarları işe gitmiyorum. kimse de demiyor ki hacı bu herif gelmiyor biz niye gidiyoruz. tamamen azot dolu kafalar. insana insanlığını unutturan şirketlerdir aynı zamanda bunlar.

    o da değil de avukat var mı lan aranızda? hiç ses etmediklerine göre atacaklar bi şekilde. şimdi aklıma geldi.

    imza: yusuf

    edit: yusuf yusuf
  • her gün "seni bugün mesaiye bırakmam gerekecek, işler yoğun malum, kabul eder misin?" diye sormaksızın emri vaki şekilde çalışanına üç-dört saat takar bu şirket, ama sonra atıyorum, bir gün çalışanı treni kaçırıp 15 dakika gecikti mi, "nerdesin öğlen oldu? bir daha gecikceksen hiç gelme, gelirsen de eve yollarız" türünden faşistik ögelerle tehdit içeren bir fırça atar.

    burada aslında yapılması gereken bellidir. çalıştığınız şirket bu tavrından sonra sizden bir daha, mesai yapmanızı istediğinde bunu hatırlatmanızdır. " geç kalınca devreye dogmalarınız ve kurallarınız giriyor , zorla mesaiye tutulunca "canım iş yetişmesi gerekiyor"! yok öyle yağma." demenizdir. yok hala anlamıyorsa, bu iktidardan ve bu bağımlı yargıdan sizi savunmasını beklemeyeceğiniz için, istifanızı basmanızdır. keza ananızı siken kadı, kimi kime şikayet edeceksiniz'dir... dır dir dır...
  • belki de eksi sozluktur.
  • 1980'de kardeş kardeşi vurmasın, patron işçi domaltsın diye yapılan darbenin ürünüdür. 30 yılı geçen domalma halinin ısrarla devam etmesi acı bişey tabi.
    tabi bi de "adam ol sen de domalt orospu çocuğu" diyen işverenler (götverenler) var. onlar da 80 öncesi disk'în imzaladığı toplu sözleşmeleri okusunlar, işçi sınıfı patronu zamanında nasıl domaltmış onu görsün. ve bi gün o işçiler belini doğrultursa o 30 yılın acısını nasıl çıkartacağını düşünsün.
hesabın var mı? giriş yap