• birinci sınıfı yeni bitiren yeğenimin annemin telefonundan bana mesaj atması.

    -seni seviyoruz hala

    sen ne ara büyüdün de bana mesaj atar oldun iki gözümün çiçeği.
  • sabah yuvaya bırakırken şoförlük ettiğim iki afacanın arabanın arkasında, gülücükler eşliğinde aralarında geçen diyalogları dinlemek, onların güzel dünyalarına eşlik etmek.
  • açtım opera dinliyorum az önce sanki arabayı dolu tehlikesine karşı paketleyen ben degilmişim gibi :)

    battaniyeyi de üstüne serdikten sonra keman resitali vermeyi planlıyorum blush şarap ikramıyla.
  • (bkz: vodka melon)
  • çocukların kahkahaları.

    inanın bazen masanın üzerinde duran su dolu bardağa bakıp "bardağın içinde su var ehe ehe" diyerek kendi kendilerine eğlenebiliyorlar.

    saf, tertemiz mutluluk.
  • dört arkadaşız. biri astsubay, biri teğmen ve ben dahil iki kişi de asteğmen. aynı evde kalıyoruz. nöbetteyim. nöbet yorgunluğuyla ertesi güne başlayıp o günü zar zor tükettim. biz üç arkadaş evin yolunu tuttuk. ev alaya beş dakikalık mesafede. yolu bitirdik, eve vardık. üzerimizi değiştirirken kapı çalındı. ben tam çıkarmadığım pantolonumu alelacele fermuarı açık ve gömleğimin üstten birkaç düğmesi iliklenmemiş vaziyette ve 'tam pijamalarımızı giyiyorduk biz de teyzecim şimdi' görüntüsüyle kapıyı açtım. üst komşumuz, yani ev sahibimiz idi karşımdaki. 'ev alma komşu al' sözüne itimatım hep tamdır. ve ev alırken de en çok bu sözün feneriyle aydınlatmaya çalışırım karar yolumu. ki teyzecim o güzel gülümsemesiyle 'bugün hiçbir yere gitmiyorsunuz, size yemek yaptım' dedi. 'teyzecim keşke zahmet etmeseydin' dedim. 'biraz akşama doğru mu getireyim yoksa şimdi mi?' diye sordu. 'siz nasıl uygun görürseniz teyzecim' diye cevapladım. teyzem gitti. bir tepsi üzerine koyduğu tencereler ve tabaklarla geri döndü. o sırada ben kapının önünde sigara tüttürmekteyim. sigarayı şişenin içine söndürerek attım. evimiz bahçeli, hoş, müstakil bir ev. kendi çapında bir tarım şehri adeta. teyzemin eline atıldım. 'alayım ben onları teyzecim, yorulma.' dedim. tepside yok yok. sarma, çorba, baklava, salata, iki ekmek. 'bunları götür, bırak, tepsiyi getir, daha devamı var' dedi. ne yapacağını bilemeyen ben içten bir minnet duygusuyla dolup taşmış idim. buna karşılık dudaklarım mühürlenmiş, teşekkürü kuru bulmuş, yüzüm hangi mimikte karar kılacağını şaşırmış idi. sadece küçük bir tebessüm bıraktım. karşılığında ise 'önemli değil kuzum' mahiyetinde kocaman bir gülüş almış idim. zaten böyle zamanlarda ne söyleyeceğimi, nasıl teşekkür edeceğimi bilemez derin bir minnet duygusuyla taşar ve bir tebessümle yetinirdim hep. layık olana taş ve kerpiç konuşurmuş efendiler. teyzem de bunu anlamış olmalı ki o karayağız yüzünden o güzeller güzeli gülüşünü yine ikram etmişti.

    udun ve evtarın; baharın ve ezharın tahrik edemediği bir ruhu ne tahrik edebilir ki? hiç, hiçbir şey.

    teyzem baharın kokusunu taşımıştı eve. ve hayata dair gülümseten detaylardan bir dal daha ikram etmişti.
  • ekşi sözlüğe yazdığım bir entry'nin yıllar sonra bir kısa filmde alıntılanması, bu alıntılamayı yapan kişiyle birbirimizi hiç tanımayışımız ve yine bir kaç yıl sonra tanışıp aşık olmam, tamamen tesadüfen o kısa filmi izlerken kendi sözcüklerimle karşılaşmamdır.
  • bence resim diyor ki ‘ çocuk olsam salıncak sıramı sana verirdim ‘

    çekirdeğin salıncaktan kalır yanı yok.
    http://i.hizliresim.com/vpn7po.jpg
  • parkta çello çalarken park görevlisinin "çay içer misin?" diye sorması, kağıt toplayan abinin önümden geçerken "kolay gelsin" demesi, zabıtanın yanıma gelip "saat 9dan sonra çal da bir sıkıntı olmasın, daha rahat edersin." diyerek uyarması. bir yanım mutluluktan gülümsüyor, bir yanım şaşkın.
hesabın var mı? giriş yap