• "sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez." - sokrates

    "yaşanmamış bir hayat sorgulanmaya değmez." - alphonso lingis
  • biz sabaha kadar sorgulasak bi halt olmaz. kimin kimi sorguladığı biraz muğlaktır zaten. biz zannederiz ki biz sorgulayıp değerlendiriyoruz, ama aslında hayat bizi sağlam çok sorgular. ağzımızı burnumuzu dağıtıp bi kenara koyabilir, işkence odalarında elektrik verebilir, ya da sadece sözlü sınav yapabilir, ama bizim sorularımıza bizim istediğimiz cevapları vermeden, kendi sorularını bir şekilde mutlaka sorar. diyeceğim o ki, bi halta yaramıyor sorgulamak, sorgulanıyoruz, haberimiz olmuyor bazen. takılmamak lazım.
  • bazen başkaları üzerinden yapılır. birkaç yazıda daha bahsetmiştim, kimi olaylar karşısında yüksekçe bir yere çıkıp hayatı, insanları ve çaktırmadan kendimi seyretmeyi, sorgulamayı severim. belki olaylar, insanlar falan tırı vırı, asıl amaç kendimi sorgulamak.

    neyse... bu yazımda size hayatı sorgulamama sebep olan en son harici olaydan bahsetmek istiyorum. geçenlerde bi apartman toplantısı vardı. ben de apartmandaki tek bekar mühendis olarak daşşaklarımı gere gere gittim (evet sevgili mühendisler, bir pierre bezier değilseniz daşşaklarınızın konuşacağı tek yer apartman toplantısıdır). işte apartmanın sorunları konuşuldu, aidatlar, ayakkabıları dışarıda bırakmayın falan... ondan sonra daha derin mevzulara girildi. apartmanda genç bir evli çift çok gürültülü kavga ederek komşularını rahatsız ediyormuş. "gürültülü kavga" dediysem öyle "allah belanı versin ömrümü çürüttün ühühühühü" falan değil. analı bacılı. yan komşuları acayip rahatsız olmuş bu durumdan, adam "benim evladım küfür öğrenecekse sokaktan öğrensin. komşudan öğrenince kimyası bozuluyor" diye dert yandı. akabinde apartman yöneticisi "şimdi evlilikte oluyor böyle şeyler. hiç unutmuyorum biz de eşimle ilk başlarda kavga ederdik" diye nostalji rüzgarları estirdi. ben de durur muyum yapıştırdım klişeyi "tabi evlilik karşılıklı anlayış, diyalog" falan. ortam aynı kadınlar günü sevgili okur, kazık kadar herifleriz, bi kısır yapmadığımız varis çorabımızı sıyırmadığımız kaldı. toplantının geri kalanını belgesel tadında izleyip suitime çekildim.

    yalnız başıma kalınca beni aldı bir düşünce... o hayatı ve kendimi sorguladığım yüksek çayırlara doğru çekildiğimi hissettim. düşünce akışına engel olamıyordum, şimdi senin mahalleden beğendiğin bir kız var. peşinde koşuyorsun. bi fırsat kolluyorsun ki bi muhabbet, bi selamlaşma, bi siz de mi partiden sıkıldınız tandansı yakalansın. sonra kızla konuşmaya başlıyorsun, konuştuğun kız oluyor. öpeyim, mıncırayım, elleyeyim, tenhada sıkıştırayım diye ters salto atmaya başlıyorsun. sinema teklifini kabul ettiğinde tüm mahalleye meksika dalgası yaptıracak kadar seviniyorsun. sinemada serçe parmağın serçe parmağına değdiğinde salon ortasında "gadanallah" diye bağırmamak için kendini zor tutuyorsun. sonrası flört, aileler tanışsın, nikah, vesaire derken, zaman içinde hayat seni öyle bir değiştiriyor, öyle bir yontuyor, kayayı aşındıran su misali seni öyle bir biçimlendirip monotonlaştırıyor ki her şeyi, günlerden bir gün bu genç kadını karşına alıp;

    "senin ananı skiim" diyorsun. "ulan vakt i zamanında ben bu kadını yalamak için makak maymunlarına döndüydüm, ben ne yapıyorum, neredeyim, kimim, ne hale geldim" diye sormak aklının ucundan bile geçmiyor. evliliğin aşkı öldürmesinden çok farklı bir şey bu. evet hevesler geçer ama artık o kadının senin nezdinde megafonun sesini fazla açmış ipragazcıya dönüşmesi ancak hayatın çetin ve gizemli sarmalları ile açıklanabilecek bir şey.

    seni şu anda "hakkaten lan" diye o sarmalları düşünürken görebiliyorum ey okur. sen düşünedur ben çayın yanına iki kare çikolata kırayım. bir başka sorgulatıcı yazıda görüşmek üzere.
  • bilgisayar programcisi acisindan bakilirsa, select * from ugurcan where am i? seklinde olan olgu. (bkz: sorgu)
  • annemin sağlık anketini dolduran 15 yaşındaki kardeşimin, "kalp krizi" sorusunda hayır'ı işaretlerken gözlerinin dolması, "saçma sapan sorular ya" derken sesinin titremesi neticesinde 25 yaşında bi öküz olarak bana kalan eylem. bir kere bile o çocuğun olgunluğuna erişemeyecek olmanın getirdiği bi rahatsızlık çöktü o an üstüme. vay be! ağır geldi bir an.
  • ömür bitse, bitmeyecek eylemdir. zira hayat, susma hakkını kullanır karşımızda her daim, dalgasını geçer, kıs kıs güler.

    çok ciddiye alıyorsun arkadaş. yapma, etme.
  • etrafımdaki herkesle en az bir sorunum olduğunu fark edince yapmaya başladığım eylemdir. hea böyle bir ihtimal zaten çok düşüktür sen sorguluyor musun yani? diye sorabilirsiniz. ancak ne yazık ki yirmi iki (22) yıldır, yüzde doksan dokuz (%99) yaşadığım şeydir. bu kadar insan yanılıyor olamaz. bende yanlış giden bir şeyler var. arkadaşlarımı, ailemi, yaşadığım yeri değiştirmek yerine (hoş bunlar zaten mümkün değil) kendimi değiştirmem gerek. kendimi değiştirdim diyelim, bu sefer de kendim olmadığım olamadığım için huzursuz olacağım. ufukta huzurlu bir şey yok yani.
  • "hayatını yaşaman için iki yol vardır. birisi hiç bir şeyin mucize olmadığını düşünerek yaşamak, diğeri ise her şeyin bir mucize olduğunu düşünerek yaşamaktır. " -a. einstein.
  • sorguladıkça anlamsızlaşır hayat. renkleri kaybolur tıpkı bir kovaya farklı renkte boyalar koyup karıştırmak gibi berbat bir renk çıkar ortaya, duvarlara sürmek istemezsin. zamanın duvarları da istemez o yüzden bunu.
  • ne yapıyorum ben diye başladıktan sonra gelen eylem. gerçekten ne yapıyorum ben. insanların hayatının şekillendirilmesini eleştirirken nasıl kendi hayatımı şekillendirmelerine izin veriyorum, hem de bir parçası oluyorum tüm bu olanların.

    amacımız ne bizim, daha çok para mı? o para cebinde durdukça bir işe yaramıyor arkadaşım, bencilliğini ele güne gösterdikçe zenginleştim sanıyorsun sen. o paraya senden daha çok ihtiyacı olanları görmezden gelip vicdanını rahatlatıyorsun, istediklerini yaparken. haklısın biraz aslında çünkü sen o para için bir sürü okula gidip, bir sürü insana katlanıyorsun, kendi hayallerinden vazgeçiyorsun. hayallerinden vazgeçince başka bir insan oluyorsun. aslında başta öyle değildin, senin hayallerini kimse merak etmediği için sen körleşerek rahatlattın vicdanını.

    çocuk sahibi olmak olabilir amacımız mesela doğadan yola çıkarsak. nesilden nesle aktarılan bir dayatma bu. çocuk dünyanın en güzel şeyi, çocukları deli gibi seviyorum ben mesela ama onu da beceremiyoruz ki. kendi çocuğumuzu milletin dediklerine göre yetiştiriyoruz, biz hayallerimizden vazgeçtik diye o da vazgeçsin istiyoruz. küçücük yaşta şunu yapacaksın, bu olacak tamam mı diye çocuk büyütüyoruz. kaldı ki bazen çocuk sahibi olamıyoruz, o zaman da insanlara maruz kalıyoruz. herkesin verecek aklı çok oluyor.

    kocaman bir topluluğuz ama birbirimizin yüzüne bakmıyoruz. tüm ilgi bizde olsun istiyoruz. bencilleşiyoruz, hayallerimizi kaybediyoruz, körleşiyoruz, vicdanımız rahat diyoruz. ben gördüğüm, duyduğum ne varsa rahatsızım, yaşadığım her gün bir kere daha dehşete kapılıyorum. yaşıyoruz, yaşıyoruz keşke diyoruz. duvara çarpmadıkça duvarın bile farkında değiliz. kimsenin duvarı yıkmaya niyeti yok, benim canım yandı başkalarının da canı yansın diyor herkes.

    her gün bir hayalimi kaybediyorum ben, saatlerce anlatabileceğim hayalim varken şu an fabrikadan yıllardır çıkan almanın mecbur olduğu bir hayalim var. biz ne yapıyoruz gerçekten, tüm derin yaralarımızı kendimiz açmışız, hala başkasının enerjisini tüketme derdindeyiz. benim hayatımın diğer insanların hayatından ne farkı var, bir farkı yoksa niye burdayım ben.

    sorgulamayın hayatı, bırakın geçsin gitsin. yaşayın diğerleri gibi yoksa aldığınız nefes asla eskisi gibi olmuyor.
hesabın var mı? giriş yap