• akademinin bir şekilde parçası olan herkesin beğenerek izleyeceğini düşündüğüm film. derinlikli araştırmalar yapan ve amacı kariyer yapmak olmayıp bilginin kendisine ulaşmayı hedefleyen alimler ile kolay yoldan yayın yapmaya ve titr elde etmeye çalışan akademisyenler arasındaki fark her zaman dikkatimi çekmiştir. gerçek alimlerin yaşadıkları çağda değer görmesinin nadirattan olduğu da malum. bu nedenle insanların rağbet ve taltif göstermediği fakat içinde dehliz gibi bir dünyaya sahip alimleri farketmekten büyük zevk almışımdır.

    çok laf edip çok konferans veren, okuduğu metni kritik ederek önce havasını atıp sonra aynı işi yine de mükemmel olarak değerlendirerek "hocalık kredisi"ni toplayan oğul profesör, tam olarak dünya çapında meşhur olmuş amerikanvari osmanlı tarihçilerini hatırlattı bana. fazlasıyla tanıdık geldi afili sözleri ve iddialarıyla ve "çarpıcı" eleştirileriyle akademyada göz boyamaları açısından. dolayısıyla pek çok kişinin gündeminde olmayan bu konunun sinemada işlenmesi sevindirdi beni.

    --- spoiler ---

    filmin benim açımdan gerçekçiliğini zedeleyen yanı baba profesörün olgunlaşmamış olmasıydı. ömrünü ilme adayan ve tüm titirlerden ve kariyer ihtimallerinden vazgeçip insanların değer verdiği güç ve ilişki ağlarını dikkate almadan ilmin peşinden koştuğunu gördüğümüz baba profesörün kendisi için basit olması gereken bir ödüle haddinden fazla anlam yüklemesi ve oğlunun farklı bir tarzda da olsa başarısından gurur duyması yerine onun yanında kendisini küçük hissedip insanları ve oğlunu bu sebeple içten içe veya açıkça suçlamasını gerçekçi bulmadım. böyle insanlar genelde kendilerine verilen ödülleri ya reddeder ya bir asistanları aracılığıyla aldırır ya da alsalar bile bununla övünç duymaz. nitekim filmin sonunda kendisi de ödül ortamının sunîliğinden rahatsızlık duydu fakat benim açımdan geç kalınmış bir rahatsız olmaydı ve bu huzursuzluğu hissettiğinde de gereği gibi muamele etmedi.

    kısacası ödül üzerine inşa edilen senaryo daha farklı bir zeminde gitse beni daha çok tatmin edebilirdi. yine de bu haliyle de güzel detaylar vardı. misal: oğul profesörün babasının gazeteye kendisi hakkında verdiği demeçleri bir türlü hazmedemeyip gerçeği sır gibi tutması gerekirken annesiyle paylaşması da tam kendisinden beklenecek bir hareketti. yine ödül sahibi olarak kendisine gönderilen mektubu da tamamen yok etmek yerine üst raflarda ulaşılmaz bir kitabın arasına koyarak, kolay kolay ortaya çıkmasa da kazara aslında ödülün kendisine ait olduğu bilgisinin bir gün öğrenilebilmesi ihtimalini saklı tutmuş oldu. bu da ödülden feragat etmeyi içtenlikle kabullenemediğini gösterir.

    --- spoiler ---

    son olarak israil gibi herkesin gündeminde olan fakat nasıl bir yer olduğuna ve insanlarına dair fikrimizin çok az olduğu bir coğrafyayı tanımak açısından da izlemeye değer bir film. bilhassa sosyal bilimlerde etkin ve önemli işlere imza atan israil akademyasının, bu bilgi üretimini nasıl bir ortamda sağladığını göstermesi açısından da faydalı buldum.
  • yaşlanınca ikili ilişkiler böyle mi oluyor yoksa akademidekilerin eşlerine özel bi ilgisizliği mi var.
    konusu çok ilginç ve akıcı anlatılmış özellikle oğlunun babasına ödülü hazırlarken ki detayları filolog babanın bulması iyidi. değişik bir film.
  • ilginç konulu güzel bir film, özellikle akademisyenlere ya da akademisyen olmak niyetinde olanlara tavsiye edilebilir filmdir, ingilizce'ye de footnote olarak çevrilmiştir ismi. filmin sadece akademik yönü değil aile ilişkileri, baba oğul ilişkisi bağlamında da analizi yapılabilir.
  • burada (bkz: #101025470) daha önce paylaştığım düşüncelerimle bağlı bir biçimde özellikle bir sahne beni düşüncelere boğdu. büyük bir fedakârlık yapan oğul, bu fedakârlığının iz bırakmazcasına yok olmasına razı olmadı. konuyla ilgili, kendisinin fedakâr olduğunu kanıtlayacak tek kanıtı, evinin kütüphanesindeki kitap kaosunun içinde bir kitabın arasına yerleştirdi. genellemek doğru olmaz ama, profesörlerin kütüphanelerinde neyi geride bıraktıkları hiçbir zaman bilinçsiz olmadı bence. neyin geride bırakıldığı, o kişi hakkında yazılacaklara şekil veriyor. kütüphane içine yayılmış, kitaplar arasında biriken yazışma ve mektuplar elbette ki biyografinin bir parçası olmalı. yine de bir biyograf, hangi evrağın bilinçli bir biçimde geride bırakıldığını hiçbir zaman anlayamayacak. almanya'da bir sahaf ile birlikte ölen bir profesörün kütüphanesi toplamak üzere o profesörün evine gitmiştim. bazı kitaplarda kendi adının geçtiği yerlerin altını çizdiği yetmiyormuş gibi, kişi indeksinde eksik olan kendi adını el yazısı ile eklemiş, sayfa numarasını yazmıştı.
  • joseph cedar'ın yazıp yönettiği, shlomo bar-aba, lior ashkenazi ve aliza rosen'in oynadıkları drama filmi.

    (bkz: footnote)
  • 31.istanbul film festivali kapsamında gösterimde olan filmdir.

    ödül listesi çok kalabalık bir israil filmi. meraktayız.

    ayrıca sayfa numarası hatalı verilmiş olduğunda festival kitapçığında bulmanın hafiften zorladığı filmdir. (bkz: şikayetim var)
  • hayattaki en zor ilişki biçimi olan baba-oğul ilişkisine bir başka açıdan bakış atan, 2011 yapımı israil filmi.

    film, hiç sıkılmadan izlenebildiği gibi karakterlerin yapısını çözdükten sonra tatlı bir gerilimin içine çekiyor izleyicisini. ilginç anlatım tarzı ve atmosferle örtüşmeyen tuhaf müzikleriyle de dikkati çeken film, birkaç farklı mesaj vermek istiyor.

    ana mesaj olarak akademideki içeriksizleşme ve popüler olana meyletmenin sonucu oluşan sığlaşma üzerinde duruluyor. eski jenerasyon kanadında ince eleyip sık dokuyan, ele aldığı meseleye derinlemesine dalan geleneksel araştırmacı ciddiyeti varken yeni akademisyen cenahında ise daha magazinel olanı tercih etme, derinlerden kaçınıp kıyılarda gezinme söz konusu. örnek vermek gerekirse bir tarafa fuat sezgin-halil inalcık, diğer tarafa murat bardakçı-emrah safa gürkan ikame edilebilir.

    filmin, bilimsel ciddiyetin popüler kültüre ezdirilmesi bağlamındaki mesajı etkili olmakla birlikte bu mesajı ikisi de aynı alanda profesör olan baba-oğul arasındaki iktidar mücadelesi içerisinde vermeye çalışınca doğru olanı yanlış karakter kanalıyla aktarma gibi bir karmaşa oluşmuş.

    biraz konudan bahsedersek ne dediğim daha iyi anlaşılacaktır. konuyu yorumlayarak anlatacağım için filmi izledikten sonra okumakta fayda olabilir.

    profesör eliezer şkolnik, on yıllarını talmud araştırmalarına vermiş ciddi ve titiz bir akademisyendir. ancak yıllarca çalıştığı eserini tam yayınlayacağı esnada kendisiyle rekabet içinde olan bir başka akademisyen, tesadüf eseri eliezer'in üzerinde çalıştığı geniş konunun bir anlamda kısa yolunu bulur ve ondan önce davranıp yayınlar. alkışı ve ödülleri başkasının almasının hırçınlaştırdığı ve yalnızlaştırdığı eliezer, on altı yıl boyunca aday gösterilmesine rağmen israil ödülünü alamaz.

    bu arada ilerleyen zamanda aynı alanda profesör olan oğlunun popüler olması, el üstünde tutulması ve ödülleri topluyor olması kibir, gurur, kıskançlık gibi duygularının harmanlanmasına neden olur ve oğluna tavır alır. görünürdeki neden yöntem farklılığıdır fakat gerçek neden baba ile oğul arasındaki ilişkinin derinliklerinde gizlidir.
    eğitim bakanlığı sekreterliğinin neden olduğu büyük bir hata ikili arasındaki gerilimi üst seviyeye çıkarır. o yılın israil bilim ödülü jüri tarafından oğul şkolnik'e verilmiştir ancak ödülü bildirmek üzere yanlışlıkla baba şkolnik'in telefonu aranmıştır. heyetin, gerçeği bakan kanalıyla açıklama görüşünü oğul şkolnik kabul etmez ve babasının bunu kaldırmayacağını, o yüzden kimse gerçeği öğrenmeden hakkından feragat ederek ödülün babasına verilmesini ister. çünkü babasının bu ödülü hak ettiğini de düşünmektedir.

    işte bu noktadan itibaren çatışma başlıyor ve gerçek karakterler ortaya çıkıyor.
    ödül alıncaya kadar baba şkolnik'in tutarlı ve asil duruşunu izliyoruz. bilimsel yöntem, akademinin magazine teslim olması ve ödülün niteliksizleşmesi gibi konularda yanında yer alıyoruz. ancak ödül sonrası çirkefleştiğini, verdiği röportajda oğluna cepheden saldırıya geçtiğini, onu şarlatanlıkla suçladığını gördüğümüz baba şkolnik'in tek ve esas derdinin bilim ahlakı olmadığını, oğluna duyduğu öfkenin altında yenilmişlik ve gurur duyguları olduğunu görüyoruz. yaşlı başlı koskoca profesör olgunlaşmasını tamamlayamamış sümüklü bir ergenden farksız davranıyor yani.

    popülist bir bilim anlayışındaki oğul şkolnik ise, ömür boyu israil ödülüne aday olmama sözü verme pahasına babasının ödülü almasını sağlayarak büyük bir kişilik koyuyor ortaya ancak o da kendisine gelen gerçek ödül zarfını yok etmeyip saklayarak içinde kalan, yaptığının bir gün anlaşılması arzusunu gemleyemiyor.

    olaylara sadece seyirci olarak katılan pasif, biraz da yorulmuş, tükenmiş bir anne figürünün söz konusu olduğu ailede baba ile oğul arasındaki sorunlu ilişkinin yarattığı yabancılaşma, oğul şkolnik ile onun ergen yaşlardaki oğlu arasında da aynıyla yaşanıyor.
    eğitimci olmasına rağmen babasından gördüğü ilişki biçimini aynı şekilde oğluyla olan ilişkisine taşıyarak, otoriter baba yaklaşımıyla üzerinde hâkimiyet kurduğu çocuğun iç dünyasına kapanmasına yol açıyor.
    kendi babasına olan öfkesini oğluna yansıttığı süreçte bir gece kendi halinde tv izleyen çocuğun yanına giden uriel şkolnik, biriktirdiği tüm safrasını çocuğa kusuyor:
    “ne yapacaksın?”
    “ne zaman”
    “yarın sabah, bir hafta veya üç yıl sonra. herhangi bir planın var mı? (elindeki tv kumandasını tüm gücüyle yer çarparak) senden vazgeçmeme ramak kaldı. bir babanın oğlundan vazgeçmesi ne demektir, anlıyor musun? bunun anlamının farkında mısın? ben sana anlatayım. hayat yolunda dönüşü olmayan noktadan bir milimetre uzaktasın. senden vazgeçmem demek, çok geç olmadan sana yardımcı olmak yerine şişinebilmek için başarısız olmanı istemem demek. anlamı bu işte.”

    uriel şkolnik, usta çırak ilişkisinin en temel prensibinin dışına çıkamayarak babasının kendisine reva gördüğünü evladına uygulamaktan imtina etmemiştir.
    “haklı çıktım” diyebilmek için oğlunun başarısız olmasını arzulayabilecek tiynete sahip bir baba. ne de olsa başarısının altında ezildiği için kendisini defterden silen bir babaya sahiptir.
    ayrıca sadece evladına değil karısına karşı davranışı da babası gibidir. babası hayattan yıldırdığı annesine nasıl davranıyorsa o da onun gibi davranmaktadır karısına.
    çocuğa davranışını eleştiren karısına söylediği şu cümle babasından miras aldığı aşağılık genlerden kaynaklandığı gibi uzmanlık alanı olan talmud’un etkisi olsa gerek: “bu evde sadece bir görevin var: anne olmak. onu da mı ben yapayım artık”

    not: eski ahid’in tefsiri mahiyetinde olan talmud’a göre; kadınlar ‘erkeklere yardımcı olmak üzere yaratıldıklarından’, kadının en önemli vazifesi, kocasına her işinde yardım etmektir. bu nedenden ötürü de kadın bütün dinî emirlerden sorumlu tutulmamıştır. aksi halde koca yardımsız kalır, aile içi problemler çoğalır. babanın isteklerinin karşılanmasının yanı sıra, kadının evde yemek pişirmek, temizlemek gibi yerine getirmesi gereken vazifeleri vardır. fakat kadının başlıca vazifesi, kocasına çocuk doğurmak (yaratılış, 3:16), eşi ve çocukları tarafından övülen iyi bir kadın ve anne olmaktır (süleyman’ın özdeyişleri, 31: 28)

    esasen, uriel şkolnik’in karısına karşı bu şedit yaklaşımının altında bir süre önce kendisinin karakter analizini yapması da yatmaktadır. bir gece uyumadan önce sohbet ederlerken karısı, uriel’in sosyal hayatında ve mesleki kariyerinde sergilediği örnek kişiliğinin ardına gizlediği gerçek karakterini ifşa etmiş, kendisini aldatmama nedenini korkaklığına bağlamıştır. kaybetmekten korktuğu çok şeyi ve riske atamayacağı bir akademik kariyeri vardır ve kendisini aldatmıyorsa nedeni tüm bunların elinden gitmesi korkusudur, yoksa sadakatinden değildir. işte gerçeklikle bu şekilde yüzleştirilmenin rövanşını ilk fırsatta karısına din ve gelenekteki yerini hatırlatarak almayı tercih edecektir.

    filmde tüm bu baba-oğul, karı koca ilişkisi ele alınıp aile kavramı irdelenirken akademik dünya fon olarak kullanılmış. bilimsel konulardaki ciddiyetiyle bilinen israil'de de akademi camiasındaki iç çekişmelerin, ayak kaydırma operasyonlarının, ödül organizasyonlarının perde arkasında dönen fırıldakların ülkemizden pek de farklı olmadığını içi geçmiş, ruhu ölmüş akademisyenler üzerinden vermeye çalışan film bu yönleriyle oldukça başarılı.

    bir de film vesilesiyle israil'in ne kadar güvenlik odaklı bir korku devleti olduğunu görüyoruz. her mekanda eli otomatik silahlı siyah takımlı güvenlik görevlileri tarafından taramadan geçirilmeden içeri sokulmuyor hiç kimse.

    son olarak, oğul şkolnik'in ödül konusundaki büyük hatayı konuşmak için çağrıldığı eğitim bakanlığında, gözünün feri sönmüş ama hırsları tükenmemiş profesörlerden oluşan heyet neden o kadar dar ve basık bir ortamda toplandı, yönetmen bununla ne anlatmaya çalıştı anlayan beri gelsin.
  • bir film. ne iyi, ne de kotu diyebildim.

    ama filmdeki karakter tasvirleri cok ilginc. alayi sanki bir cemaatin sadik muritleri kafasindaki personalar. ozgunluk, uclarda tipler yok, hersey kuralina kitabina uygun. renksiz, tatsiz, agzina kurekle vurulasi insanlar toplulugu. bunun sebebi akademik ortam mi? yahudilikle mi alakali? baska birsey mi net degil.

    hikaye plot vs dersen, bir detay, bir ince problemi alip, nasil 1.5 saat anlatiriz diye kasmislar da kasmislar. eh haliyle anlamsizlasmis.

    vasat, siradan, izlenmese de olacak bir filmimsi.
hesabın var mı? giriş yap