• sapiens'ten sonra bunu da okudum. kendimce anladığımi özet geçeyim:

    -insan evladı, daha düne kadar hayvan evladına yakınsarken, gelecekte tanrıcılık oynamaya meyledecek diyor.

    -ama böyle herkes de deus olmayacak tabii, büyük çoğunluk işsiz, istihdam edilemez gereksiz yığınlara evrilecek âdeta lağımlarda mause olucak diyor. (bak ben allah muhafaza o vakte yetişmiş olsam kesin bu gruba dahil olurdum! vakitlice gebermekte fayda var.)

    - geleceğin dini dataizm olucak, insanlar veriye ve bilgiye tapacak diyor. lakin bilgiyi çöp gibi alıp biriktirmek değil onu algoritmalara dönüştürerek işlemek mühim diyor.

    -insan özgün iradesini büyük oranda yitirecek diyor. bu konuyu şöyle deşecek olursak misal: senin potansiyel sevgili adayı olarak görüştüğün suzan ve nazan diye 2 arkadaşın olsun bunların hangisine yürüsem diye gogıla soracaksın diyor. gogıl da diyecek ki :"bak bilader seni doğduğun günden beri tanıyorum. ananı, babanı, dayılarını filan da tanıyorum. ne yersin, ne içersin, ne giyersin, nerde yaşarsın, nereleri gezersin, nerden mezunsun bunların hepsini biliyorum. ayrıca hobilerini, korkularını, zevklerini ve zekâ seviyeni de biliyorum. yıllar boyunca yüklediğin fotolarını gördüm, tüm maillerini ve smslerini okudum, telefon konuşmalarını dinledim, siparişlerini, randevularını ve konumlarını izledim. ayrıca kolundaki akıllı saatten nabzını, tansiyonunu, hormon seviyelerini, vücut ısını da rutin olarak takip ediyorum. tabii aynı şekilde suzan ve nazan hakkında da bilgi sahibiyim. onlarla geçirdiğin vakti, hangisinde daha çok adrenalin salgılayıp, hangisinde daha çok ağızından salya aktığını biliyorum. ayrıca suzan'a kaç para nazan'a kaç para harcadığını da biliyorum; suzan'ı sıklıkla rakı balığa canlı müzikli fasıla götürürken, nazan'ı tavuk dürümle geçiştiriyorsun, ayıptır! sen esasen sırf memeleri iri, hareketleri cilveli, dilleri emmeli diye suzan'ı önereyim istiyorsun lakin o kız sana gelmez aqa! senin o kızla mutlu olma ihtimalin % 19.321 ama bak nazan öyle mi? tamam avuç içi kadar memesi olabilir ama kanaatkar hatun, hem de tam senin kafadan minimalist takılma adına fakirliğini örtbas edip sorun etmeyecek cinsten. kardeş yine sen bilirsin ama ben sana % 90 nazan'a hallen derim."
    sen tabii bunca algoritmanın karşısında diz çöküp "tamam o zaman gogıl hazretleri, ben o vakit hiç vakit kaybetmeden nazan'ı bi arayım" diyeceksin. gogıl da sana yutuptan "avuç içi kadar mutluluk yeter" şarkısını gönderip "son bir tavsiye 31'i biraz azalt" deyip şaka yollu simaylili takılacak, diyor.

    -yazar, işte buna benzer karar alma mekanizmaları tamamen yapay zekanın kontrolüne geçecek diye öngörüyor. şahsen ben geleceğin zeusu deusu olmaktansa bugünün sülosu, hasosu, hüsosu olmayı tercih ederim; ne öyle o yaa osbirimize bile karışıyorlar!

    son olarak buyurun buradan altını çizin; alıntılar efenim:

    *insanlar nadiren ellerindekiyle yetinmeyi biliyor. insan aklı hemen hemen her zaman kanaat etmek yerine daha fazlasını arzuluyor. insanlar hep daha iyinin, daha fazlanın ve daha lezzetlinin peşindeler.

    *başarı, hırsı ve açgözlülüğü beraberinde getirir; yeni başarılarımız bizi daha cüretkar hedefler koymaya yönlendiriyor. eşi benzeri görülmemiş refah ve sağlık seviyeleriyle uyum içinde yaşamayı garantilediğimize göre, insanlığın yeni hedefi ölümsüzlük, mutluluk ve tanrısallık olacak gibi duruyor.

    *sanatsal yaratıcılığımız, politik bağlılıklarınız ya da dindarlığınızın büyük bir kısmı esasen ölüm korkusu ile beslenir.

    *akıllı telefonlarımız aracılığıyla sürekli facebook hesaplarımızı kontrol ettiğimizden arkadaşlıklarımıza tam olarak odaklanamıyor, heyecan verici her şeyin başka yerlerde olup bittiğini düşünüyoruz. modern insanlık bitmek tükenmek bilmeyen bir "fırsat kaçırma korkusu" (fomo, "fearing to miss out") tarafından esir alınmış durumda. hiç olmadığı kadar çok seçeneğimiz olmasına rağmen, tercihlerimize odaklanma yeteneğimizi kaybetmiş haldeyiz.

    *anlamdan yoksun bir evrende, güç peşinde, bitmek tükenmek bilmeyen bir koşudur aslında modern yaşam.

    *ortada bir senaryo ve insanların rol alacağı büyük bir trajedi olmadığından, başımıza felaketler de gelse hiçbir güç bizi kurtarıp acılarımıza bir anlam katamıyor. mutlu ya da kötü bir son yok; hatta hiçbir son yok. olaylar birbiri ardına sadece olageliyor. modern dünya bir amaca inanmıyor, sadece nedenleri umursuyor. modernitenin bir sloganı varsa o da şu olmalı: “olur böyle şeyler.”

    *yükselen en ilginç din, ne tanrılara ne de insana hürmet ediyor, sadece veriye tapıyor: dataizm dini.

    *hümanizm, "duygularınıza kulak verin!" diye buyuruyordu, dataizm ise "algoritmaları dinleyin!" diye emrediyor.

    *bir varlığın kurgusal olup olmadığını nasıl bilebilirsiniz? oldukça basittir aslında; "acı çekiyor mu?" diye sorun yeter. insanlar zeus'un tapınaklarını yaktığında zeus acı çekmez. euro değer kaybettiğinde euro kederlenmez. bankalar battığında banka mağdur olmaz. bir devlet savaşta kaybettiğinde devlet ıstırap çekmez, bankalar ve devletler metaforlardan ibarettir. fakat savaşta yaralanan bir askerin acısı gerçektir. yiyecek tek lokması olmayan yoksul bir köylü gerçekten eziyet çeker. annesinden ayrılan yeni doğmuş bir buzağı gerçekten ıstırap duyar. gerçeklik budur.
  • 20 aralık 2016'da çevirisi geliyormuş ama dayanamayıp geçtiğimiz gün aldım. yazar özünde sapiens'teki metodu daha sosyolojik konulara indirgemiş ve gelecek projeksiyonu çıkarmış.

    sapiens'in son kısımlarında bahsedilen bundan sonra ne olacak konusunu yaklaşık 500 sayfada daha derinlemesine incelemiş. sapiens'i okuduktan sonra aynı entelektüel hazzı almazsınız ama gene de okuyun. mutlaka ilk defa göreceğiniz yeni bir fikir bulursunuz.
  • birkaç yıldır yapmak istediğim büyük projemi gerçekleştirdim ve son iki ayda pek değerli 2022 sayfalık şu dört kitabı devirdim: yola guns germs and steel ile çıktım. ardından bunun antitezi gibi yazılmış olan why nations fail trenine bindim. üstüne sapiens a brief history of humankind tam bir roller coster efekti yaratmışken, kapanışı homo deus yarının kısa bir tarihi ile gerçekleştirdim. birbirinin tamamlayıcısı olduğunu düşündüğüm bu dört kitabı okurken aldığım notları birleştirerek, en çok homo deus’a değindiğim için, bu başlıkta paylaşmayı kendime bir görev bildim.

    13.5 milyar yıl önce big bang olarak adlandırılan olay ile madde, enerji, zaman ve uzay ortaya çıktı. 3.8 milyar yıl önce, şu an dünya adını verdiğimiz gezegende, bazı moleküller organizma denilen oldukça karmaşık yapılar oluşturdu. 2.5 milyon yıl önce afrika’da modern insanlara benzeyen hayvanlar belirdi. 70 bin yıl önce homo sapiens’e ait organizmalar kültür denilen daha da karmaşık yapılar oluşturdu. hoşunuza gider ya da gitmez, yaşayan en yakın akrabalarımız arasında şempanzeler, goriller ve orangutanlar var.

    ilkel atalarımızın iskeletleri, milyonlarca yıl boyunca dört ayağı üzerinde yürüyen ve küçük kafalı bir canlıdan evrilmiştir. evrim sürecinde yine çilekeş kadınlar daha fazla taviz vermek durumunda kaldı. dik duruşa geçmek, kadınlar için doğum kanalını daraltan dar kalçalar demekti ve beyinleri de giderek büyüyen bebekler, kadınların doğumda ölmelerine neden oluyordu. zamanla erken doğum yapan kadınlar hayatta kaldı. yani bugün optimum dokuz ayda tamamlanan doğum işlemi, aslında erken doğum.

    ortalama yaşam süresi 30-40 yıl idi, ancak ortalamayı düşüren şey, yüksek oranlı çocuk ölümleriydi. eski çağlarda 80’li yaşlara kadar bile yaşayanlar olmuştu. 17. yüzyıl’da ingiltere’de her 1000 yeni doğandan 150’si ilk yılları içinde, çocukların üçte biri de 15 yaşına gelmeden ölüyordu. apollo 11’in aya gidişi kadar önemli olan gelişme ise, ilk avcı toplayıcının avustralya sahillerine ayak basışıyla ilk defa homo sapiens’in, belirli bir kara parçasında besin zincirinin en üstüne tırmanması ve dünyanın en tehlikeli hayvanlarından biri haline gelmesidir.

    tüm ileri teknolojimize rağmen, bugün bile kalorimizin yüzde 90’ından fazlasını atalarımızın mö 9500 ile 3500 arasında evcilleştirdiği buğday, mısır, patates, darı ve arpadan alıyoruz. bilinen ilk çift sıralı buğday tarımı, mö 9000’lerde, bizim coğrafyamızı da kapsayan bereketli hilal'de yapılmıştı. ancak biz, buğdayın atalarından olan türkiye, buğday ithalatına devam ediyoruz. olsun, britanya kentlerinin sokakları da 1920’lere kadar gaz lambasıyla aydınlatılıyordu. çünkü belediye idareleri, gazla aydınlatmaya büyük yatırım yapmışlardı ve rakipleri olan elektrik ışığı şirketlerinin önüne yasal engeller çıkardılar. ama bu 100 yıl kadar önceydi...

    ispanyol pizarro’nun, inka imparatoru atahualpa’ya uyguladığı akıllı strateji örneğinde olduğu gibi, 106 piyade eri ve 62 atlı asker, 80.000 kişilik bir orduyu ele geçirebilir. ama bu ve bunun gibi başarılarda tesadüfler değil, çelik silahlar, atların evcilleştirilmesi, fethedilen yerlerdeki yerlilerin bulaşıcı hastalıklara bağışıklı olmamaları, denizcilik teknolojisi, merkezi siyasal örgütlenme, yazı, evcilleştirmeye elverişli yaban bitkiler, kıta içi yayılmayı güçleştirici coğrafi ve çevresel engellerin daha az olmasının da önemi de vardır.

    din, birbiriyle akraba olmayan insanların bir anlaşmazlığa düştüğünde (evlerinden 15 km uzaklaşmadan yaşayan yeni ginelilerde olduğu gibi), birbirlerini öldürmeden bir arada yaşamalarını sağlar. asayiş düzeninin sağlanması açısından en önemli araçlardan biridir. öyle ki, yüz binlerce insandan oluşan toplumların ayakta kalabilmeleri için gücü tek elde toplamaları ve merkezi otorite geliştirmeleri gerekir. ikincisi, din, insanların başka insanlar ve yaşadığı toprak parçası için canını feda etmesini sağlar. biyoloji bilimine göreyse insanlar yaratılmamış, evrimleşmiştir. ve evrim kesinlikle eşitlikçi değildir. her insan, diğerlerinden az da olsa farklı bir genetik kod taşır ve doğumundan itibaren farklı çevresel etkilere maruz kalır. naziler ise bunu suistimal ederek nice cana kıymıştır. nazilerin temel amacı, insanlığın bozulmasını önlemek ve evrimini ileri doğru desteklemekti. insanlıktan tiksinmiyorlardı. sadece (!) yahudi, çingene, eşcinsel ve zihinsel engellilerin yok edilmesiyle üstün grubun evrilmesini sağlamak istediler. insan türünün büyük potansiyeli olduğuna inandılar.

    çevresel etki dendiğinde ise meşhur ‘coğrafya kaderdir’ sözü devreye giriyor. ancak kuzey kore ile güney kore örneğinde olduğu gibi, bulunduğu coğrafyanın kaynaklarının (iklim, toprak, insan, kültür...) hakkını, sistemli bir uzmanlaşmayla verebilen ülkeler diğerlerinden daha iyi olmuştur ve olacaktır. insanlar, afrika’da dünyanın bütün öteki yerlerine göre daha uzun zamandır yaşıyorlar, ama afrikalıların köle ticaretine kurban gitmesi tesadüf değildir. kadınların erkeklerden bedenen ve ruhen daha aşağı görülmesi ise haksız bir tesadüf. bakınız, hem kendinin hem çocuklarının hayatta kalmasını garanti etmek için erkeğin sunduğu koşulları kabul etmekten başka çaresi olmaması ve zamanla, sonraki nesillere aktarılan kadın genlerinin, uysal bakıcı kadın genleri olması. bu farklı hayatta kalma stratejilerinin sonucunda, erkekler hırslı ve rekabetçi olmaya, ticaret ve siyasette başarılı olmaya, kadınlarsa yoldan çekilip hayatlarını çocuk büyütmeye adamaya programlandılar.

    doğal kaynakları, iklimi, insan gücü ne kadar iyi olursa olsun, siyasal hakların yaygınlaştırılmadığı, hükümetin vatandaşa karşı sorumlu olmadığı, geniş halk kitlelerinin ekonomik fırsatlardan yararlanamadığı ve eğitim sisteminin içselleştirilemediği toplumlar kalkınamaz. kapsayıcı siyasal kurumlarla yönetilen günümüzün en refah toplumlarında hükümet, halkını keyfi bir şekilde tutuklamaz. halk bilir ki, bir diktatör iktidara gelip oyunun kurallarını değiştirmeyecek, halkın varlıklarına el koymayacak, onları haksız yere hapse atmayacak, hayatlarını tehdit etmeyecek. bu ülkelerde siyasal güç sınırlandırılmış, yeterince geniş bir biçimde dağıtılmıştır. bu sayede refah için teşvik sağlayan ekonomik kurumlar oluşabilmiştir. görkemli devrim’in (1688) ardından sanayi devrimi (1760) de, benzersiz kapsayıcı ekonomik kurumları nedeniyle ingiltere’de başlamıştı. mülkiyet haklarını güçlendirip akılcı hale getiren, finans piyasalarını geliştiren, dış ticaretteki devlet destekli tekelleri zayıflatan ve sanayinin ilerlemesinin önündeki engelleri kaldıran görkemli devrim’di.

    dışlayıcı, sömürücü siyasi kurumlarla yönetilen imparatorluklar, ekonomik teşviklerin yokluğunda, düşük ve sürdürülebilir olmayan verimlilik koşullarında, fırsat eşitsizliği ve fakirleşmeyle tarihin sayfalarından silinmek durumunda kalmıştır. günümüze gelenlerin halkı ise refahı tadamadan yaşamaya çalışmaktadır. sömürücü kurumların denetimsiz güç ve büyük gelir eşitsizliği yaratarak siyasileri zengin etmesi kısır döngü yaratarak gelişimi engeller. dışlayıcı kurumlarda bazılarının işi çok kolay, bazılarının işi çok zordur. sivil toplum güçsüzdür, yargı ve medya bağımsız değildir. 1400’lerde matbaa icat edilmişken, 1727’ye kadar hala osmanlı topraklarında matbaa makinesine müsaade edilmedi. sonuç olarak 1800’de, ingiltere’de yetişkin erkeklerin yüzde 60’ı ve kadınların yüzde 40’ı okuryazarken, osmanlı’daki yurttaşların yüzde 2 ya da 3’ü okuryazardı. çin’in bugünkü sömürücü kurumları da çinli yetkililerin medya üzerinde kurduğu hakimiyete bağlıdır. çinli bir yorumcunun özetlediği gibi: ‘‘parti’nin liderliğini sürdürmek için izlenmesi gereken üç prensip var: parti’nin silahlı kuvvetleri kontrol etmesi, parti’nin kadroları kontrol etmesi ve parti’nin haber akışını kontrol etmesi.’’

    birçoğunuzun hoşuna gitmeyecek ama, ne yazık ki hem bilimin, hem imparatorlukların olağanüstü yükselişinin arkasında kapitalizmin önemi büyüktür. daha fazla para kazanmak için uğraşan işadamları olmasaydı, ne kolomb amerika’ya, ne james cook avustralya’ya ulaşabilir, ne de neil armstrong, ay’ın yüzeyindeki o küçük adımı atabilirdi. yaşamına, emperyal genişlemeye hizmetkarlık yaparak başlamamış ve keşiflerinin, binalarının ve ödeneklerinin büyük bölümünü subaylara, donanma kaptanlarına ve emperyal yöneticilere borçlu olmayan çok az bilim dalı vardır. adam smith de ulusların zenginliği’nde, ‘‘açgözlülük iyidir ve ben zenginleşerek sadece kendime değil, tüm topluma fayda sağlıyorum.’’ der. insanlar komşularını sömürerek değil, toplam pastanın büyüklüğünü arttırarak zengin olmalıdır ve pasta büyüyünce bundan herkes fayda sağlar. üretimin karı, üretimi arttırmaya yatırılmalıdır. kapitalistlerin ‘‘yeter! yeterince büyüdük, artık yavaşlayabiliriz.’’ diyeceği bir an asla gelmeyecektir.

    zenginlerin uyduğu birinci emir ‘yatırım yap!’ iken, geri kalanların uyduğu birinci emir, ‘satın al!’dır. zenginler, kendi yatırımlarına ve varlıklarına dikkat ederek yaşarken, daha az varlıklılar borca girerek hiç ihtiyaçları olmayan ürünler alırlar. denizli’deki varlıklı tüccarlar, ellerine para geçti mi yeni bir iş alanında yatırım yaparken, sonradan görme bir avukat, eline toplu para geçtiğinde altına hemen bir lüks araba çekme açgözlülüğüne itilebilir. bir kadın, evlenirken organizasyon şirketinin adını, çiçeğinin, gelinliğinin, hatta tacının (!) markasını instagram’da takipçilerinin gözüne sokabilir. bir beyaz yakalı, üst komşusunun ünlü biri olmasıyla kendini tatmin edebilir. ama bu zenginlik değil, fakirlik ve sonradan görmelik göstergesidir. hatta sonradan da görememek...

    tüm bu maceralardan sonra gelinen noktada, tarihte ilk kez çok yemekten ölen insan sayısı, gıdasızlıktan ölenlerden fazla. insan türünün yarısının 2030 yılında aşırı kilolu olması bekleniyor. askerler, teröristler ya da suçlular tarafından öldürülenlerin sayısından fazlası ise kendi canına kıyıyor. (1985’te her 100 bin güney koreli’nin 9’u intihar ederken, bugün 30’u ediyor.) öte yandan modern insan ölüme çözülmesi gereken teknik bir sorun olarak bakıyor. kimi uzmanlar 2200, kimileriyse 2100 yılında ölümün yenileceğine inanırken, kimisi (calico: california lifesciences company) 2050’lerden itibaren, sağlam bir bedene ve banka hesabına sahip olanların on yılda bir kendini yenileyerek 150 yaşlarına kadar yaşayabileceğini öngörüyor. öte yandan yetmişli yaşlar yeni kırklar olmaya başlayınca iş piyasasının yeniden yapılandırılması ve emeklilik yaşında yeni düzenlemeler şart olacak.

    üstün gene sahip bebeklerin dünyaya getirilmesi ise hala üzerinde karara varılamamış bir husus. ıkea kataloğundan mobilya seçer gibi bebek seçilebilecek bir dünyada, herkesin en zeki, güçlü, çekici, sağlıklı, depresyona meyli olmayan, kısacası en üstün bebeğe sahip olmak istemesi sonucunda, bu üstün insanları hangi en iyi okullarda okutup, hak ettikleri hangi en iyi işlerde çalıştıracağız? bu üstün bireyler nasıl mutlu olacak, nasıl kendilerini tatmin edecekler? evrimsel hümanizme göre insan türü giderek güçlenecek ve süper insanlara dönüşecektir. çekişme doğal seçilimin lokomotifidir, evrimi ileri taşır. peki iki üstün erkek karşı karşıya gelip bir üstün kadını elde etmeye çalıştıklarında, birini öldürmeyen şey, hangisini güçlendirecektir?

    makinelerin gelişmesi meslekler için tehdit olmaya artarak devam edecek. yakın zamanda yürütülmüş bir deneydeki bilgisayar algoritması, akciğer kanseri vakalarının yüzde 90’ını doğru teşhis ederken, doktorların başarı oranı yüzde 50’lerde kaldı. robot bir eczacı, ilk yılında tek bir hata bile yapmadan iki milyondan fazla reçeteyi karşılayabilirken, kanlı canlı bir eczacı, yüzde 1.7’sinde hata yapıyor. abd’de bu sayı, her yıl 50 milyondan fazla hatalı reçete demektir. 2033’te insanlar yüzde 99 ihtimalle tele pazarlama ve sigortacılık işlerini algoritmalara kaptıracak. aynı durum hakemlerin yüzde 98’i, kasiyerlerin yüzde 97’si, garsonların ve avukat asistanlarının yüzde 94’u, tur rehberlerinin yüzde 91’i, fırıncıların ve otobüs sürücülerinin yüzde 89’u için de geçerli.

    bugün 1 milyara yakın insan günde 1 dolardan az, 1.5 milyar kadar insan da 1-2 dolar arasında kazanıyor. dünyadaki en zengin 62 insanın varlığı ise, en yoksul 3.6 milyarınkine, yani dünyanın yarısına denk. teknolojinin gelişimiyle mesleklerin kimisinin yok olmasının yanında, bazı insanların homo sapiens’ten homo deus’a evrilmesi sonucunda bizi nasıl bir dünya düzeninin karşılayacağı büyük bir sürpriz...

    son söz: ‘‘ms 14’te augustus’un yerini alan imparator tiberius (kırılmayan cam icat eden vatandaşını öldürten), pleb meclisi’ni lağvetti ve yetkilerini senato’ya devretti. roma yurttaşları artık siyasal söz hakkına değil, bedava dağıtılan buğdaya, zeytinyağına, şaraba ve domuz etine sahipti ve sirk gösterileriyle, gladyatör müsabakalarıyla avutuluyorlardı...’’
  • yaklaşık bir saattir okumakta olduğum ve okurken inanılmaz keyif aldığım kitap.
    "bilimsel araştırmalara ilgisi olmayan insanlar bile ölümün teknik bir aksaklık olduğunu düşünmeye başladı. doktoruna giden bir kadın, 'neyim var doktor?' diye sorduğunda, 'grip olmuşsunuz,' ya da 'veremsiniz,' veya 'kansersiniz' gibi cevaplar bekliyor. doktor hiçbir zaman, 'ölümünüz gelmiş' gibi bir cevap vermiyor. artık hepimiz grip, verem ya da kanserin bir gün çözülebilecek teknik aksaklıklar olduğunun bilincindeyiz. " *

    edit: imla
  • günlerdir elimde sürünen, en sonunda dün gece bitirdiğim kitap. sapiens a brief history of humankind gibi sayfa sayfa övülmemiş. 1. ve 2. bölümleri okuduğumda ilk kitap tutunca ikincisini yazmış desem de 3. bölümde kabullenmek istemeyeceğiniz çıkarımlar var. ilk kitapta nasıl dünyanın hakimi haline geldiğimiz anlatılırken bu kitapta insanoğlunun mükemmel olmak istemesinden dolayı kendisinden çok daha güçlü ve zeki varlıklara yerini devredebileceği anlatılıyor. otomasyona geçişle beraber iş gücü ihtiyacı giderek azalıyor ve bu durum yepyeni bir gereksizler sınıfının oluşmasına yol açıyor. işsiz güçsüz, parasız ve aç olan insanların oluşturduğu tehdit iklim değişikliğinden çok çok daha kötü bir şey bana kalırsa. dünya üzerinde bu kadar fazla insanın olması cidden gereksiz ve artık önünü alamıyoruz. ayrıca komünizm ve kapitalizmin bir din olarak anlatılması oldukça hoşuma gitti. ister kabul edin ister etmeyin ama günümüzde bu sistemler herhangi bir semavi dinden çok daha güçlü. harari, liberalizmin ve hümanizmin sonunun gelmek üzere olduğu konusunda da haklı. sonuçta insanlık ulaşabileceği son aşamaya gelmesine rağmen kardaşev kademeleri'nde 0,3-0,7 arasındaki bir seviyede. daha gezegeni kontrol eden 1. seviye uygarlığa bile çok fazla yaklaşamadık. bunun ötesi için çok daha ileri seviye bir uygarlığa geçmek lazım.

    önyargılarınızı ve korkularınızı bırakın okuyun derim. nasıl olsa 100 sene sonra dünya bildiğimiz gibi bir yer olmayacak.
  • "bürokratlar güçlendikçe kendi hatalarına karşı duyarsızlaşır ve savunma geliştirirler. gerçekliği yansıtmak için kendi hikayelerini değiştireceklerine, hikayelerine uyması için gerçekliği değiştirirler. nihayet nesnel gerçeklik olarak yansıttıkları da kendi bürokratik fantezilerinden ibarettir." diyerek uzun adama selam çakmış kitaptır.
  • bazı yerlerinde çokça bilinen şeyler var. bazı yerlerinde ise az bilinen şeyler, geri kelan kısmında ise geleceğe dair öngörüler var. yanlız şunu söyleyebilirim kitapta o kadar çok bilgi varki okurken bunalabilirsiniz.
  • ilk kitabı hayvanlardan tanrılara sapiens ile ülkenin ufkunu açan harrari'nin yeni kitabı. sanırım türkçesi 5 aralık 2016'ta raflarda olacak. yayınlansa da bir an önce okusak.

    ekleme: kolektif kitap çıkış tarihini 20 aralık olarak güncelledi.
  • yazar, bundan önceki kitabı sapiens a brief history of humankind 'de ilk insandan bugüne olan süreci anlatmıştı. avcı toplayıcılıktan tarım toplumuna geçiş kısmı özellikle sarsıcıydı.

    bu kitabında ise yarını anlatıyor. gelecekte bizi neler bekliyor?

    *

    geçmiş yüzyıllardan farklı olarak artık açlıktan çok obezlikle,

    savaşlar yüzünden ölmekten çok, intiharlarla karşı karşıyayız.

    "insanlığın yeni hedefi ölümsüzlük, mutluluk ve tanrısallık olacak gibi duruyor." diyor yazar.

    2100-2200 yılında insanların ölümü yeneceğine inanan uzmanlar varmış.

    yazar, bunun için daha fazla zamana gerek olduğunu söylüyor. başlangıç için ortalama yaşam süresini iki katına çıkarmak gibi mütevazı hedefler koymak gerektiğini belirtiyor. neden olmasın?

    "20.yüzyılda ortalama yaşam süresini kırktan yetmişe yükselttik; demek ki 21.yüzyılda yüz elliye çıkarabiliriz."

    *

    mutlulukla ilgili çeşitli filozofların görüşlerine yer veriyor.

    mutluluğunun bireysel bir arayış olduğunu söyleyen epikür ve mutluluğu kolektif bir proje olarak düşünen modern düşünürler.

    hükümet planları, ekonomik kaynaklar ve bilimsel araştırmalar mutluluk arayışında etkili gerçekten de.

    bilime göre ise mutluluğumuz biyokimyasal sistemimiz tarafından belirleniyor.

    *

    gelecekte genetik kodlar, biyokimyasal dengeler değişecek ve hatta yeni uzuvlar gelişecek. bu dönemde de artık insanların bir çeşit tanrılaştığı döneme girilecek.

    bu değişiklik içine girmeyen insanlar gereksizleşecek.

    süperzeki olan türün sıradan insanlara nasıl davranacağını ise, bugün hayvanlara nasıl davrandığımıza bakarak anlayabiliriz.

    ve kimse bu gidişatı durduramayacak.

    tıpkı sapiens'i okuyanların bileceği gibi, avcı toplayıcılıktan tarım toplumuna geçişin durdurulamaması gibi.

    *

    yazarın bir arkadaşı bu ürkütücü manzara karşısında: "umarım o vakitten önce bu dünyadan göçmüş olurum." demiş.

    açıkçası ben de öyle düşünüyorum.

    zaten yaşamaya merağım yok. genel.

    *

    tüm bu süreç içinde tanrı, din, ruh, özgür irade, ahlak, toplumsal sistemler gibi kavram ve inançların da sorgulanacağını anlatıyor yazar.

    bilimsel gelişmeler hayata bunca yenilikler katacak,

    genetik müdahalelerle bir bebeğin hangi özelliklerle doğacağı belirlenebilecek,

    yüz yıldan fazla yaşamanın söz konusu olduğu bir hayatta evliliklerin ömür boyu sürmesi beklentisi olmayacak.

    bu durumda insanlar inanmayı bırakacak mı?

    tanrı mefhumu zaten bilimsel yayınlar tarafından ciddiye alınmıyor. ruhun varlığını destekleyen bir kanıt da bulunamıyor. belki zihin bile yoktur.

    *

    enteresan deneylere yer veriyor kitap.

    örneğin;

    "homo sapiens üzerinde yapılan deneyler, tıpkı fareler gibi insanların da yönlendirilebildiğini ve insan beynindeki doğru noktaların uyarılmasıyla aşk, öfke, korku ya da depresyon gibi karmaşık duyguların bile yaratılabileceğini ya da ortadan kaldırılabileceğini gösteriyor."

    *

    hayatın anlamını da sorgulamış yazar.

    o anlamı biz kendimiz veriyoruz, diye cevaplamış.

    çarpıcı bir örnek vermiş:

    "bacağını kaybeden sakat bir asker, 'bacağımı kendisinden başka kimseye hizmet etmeyen siyasetçilere inanacak kadar aptal olduğum için kaybettim,' diye itiraf edeceğine, 'ulusun bekası için kendimi feda ettim' diyerek kendini telkin etmeyi tercih eder. ıstıraba anlam verdiği için bir fanteziyle yaşamak gerçeklikten çok daha kolaydır."

    buradan bizde sık sık vurgulanan gazi ve şehit konuları hakkında çıkarım yapmak mümkün.

    *

    yapay zekalar ilerleyince bugünkü bazı meslekler de ortadan kalkacak. örneğin, banka memurluğu, sigortacılık, kasiyerlik, garsonluk, fırıncılık, şoförlük, barmenlik, arşivcilik, marangozluk...

    peki sıradan insanlar ne yapacak?

    ?

    *

    kişisel verilerimizi ortaya serdiğimiz bir dönemdeyiz. yazara göre bu verileri toplayanlar ne yapacaklarını henüz tam bilmiyorlar. ama ileride bunlar işe yarar olabilir.

    "kendinizi bilmek istiyorsanız, zamanınızı felsefe, meditasyon ya da psikanalizle harcamak yerine sistematik olarak biyometrik verilerinizi toplamalı ve kim olduğunuzu, ne yapmanız gerektiğini söyleyebilmesi için algoritmaların verilerinizi analiz etmesine izin vermelisiniz."

    kişisel verilerimiz bilgisayarlarda, telefonlarımızda yer alıyor zaten. sistem bize araştırdığımız konularla ilgili, artık araştırmayı bıraksak bile yeni veriler sunuyor.

    belki ileride işimizi, eşimizi hatta bizim yerimize hangi partiye oy vermemiz gerektiğini bile söyleyebilir.

    veri dini diye adlandırıyor bunu. dataizm de denebilir.

    yine yapılan bir deney göstermiş ki, internet üzerindeki algoritmalar fikirlerinizi ve isteklerinizi eşinizden ve hatta bizzat kendinizden bile daha iyi tanıyabilir.

    bu çerçevede angelina jolie'yi anlatıyor. yaptırdığı testler neticesinde meme kanserine yakalanması çok büyük olasılık olan angelina jolie, memelerini aldırdı.

    ancak bunun öncesi ve sonrasında yaptırdığı testler son derece pahalı.

    yazar, bu testlerin herkesin yaptırabileceği bir düzeye ineceği gün gelse bile bu defa yine sadece zenginlerin yaptırabileceği daha gelişmiş testlerin ortaya çıkacağını anlatıyor.

    fakirlerin hayatı yine zor.

    "gereksizler" diye yeni bir ırktan bahsediyor: http://www.diken.com.tr/…ye-yeni-bir-sinif-doguyor/
  • kolektif kitap türkçeye çevirmeye başlamış.
hesabın var mı? giriş yap