• 80'lerin yumuşacık sesli kızıl kızı tiffany'nin, radio romance ile birlikte, çocuk kafama kazınmış (diğer) pek şahane şarkısı. madonna'nın dear jessie'sini şahsıma hatırlatan bu büyüme şarkısının ardından bir doz da gloria estafan dinlemeli sanrısına kapılıyorum her nedense.

    meraklılar için ekstrası: söz konusu şarkı, tiffany'nin 1987 yılında çıkardığı ve kendi adını taşıyan albümünde* bulunur. kendisinden beklenmeyecek denli kıpırtılı bu şarkının, naif ve bir o kadar da manidar sözleri şöyledir:

    children behave
    that's what they say when we're together
    and watch how you play
    they don't understand
    and so we're...

    running just as fast as we can
    holdin' on to one another's hand
    tryin' to get away into the night
    and then you put your arms around me
    and we tumble to the ground
    and then you say

    i think we're alone now
    there doesn't seem to be anybody around
    i think we're alone now
    the beating of our hearts is the only sound

    look at the way
    we gotta hide what we're doin'
    cuz what would they say
    if they ever knew
    and so we're

    running just as fast as we can
    holdin' on to one another's hand
    tryin' to get away into the night
    and then you put your arms around me
    and we tumble to the ground
    and then you say

    i think we're alone now
    there doesn't seem to be anybody around
    i think we're alone now
    the beating of our hearts is the only sound
  • aslen bir tommy james and the shondells şarkısıdır. 1967 yılında grubun ününe birazcık daha ekleme yapmıştır.
  • ted filminin soundtracklerinden biri. film sayesinde yıllar sonra ilk defa dinledim ve birkaç gündür de sürekli dinliyorum. eskiyi hatırlatan çok hoş bir şarkı.
  • jeff & some aliens çizgidizisinin yaratıcısı sean donnelly'nin 2008 yılında yönettiği, adını ve konusunu '87 yılının populer şarkısı ve bestecisinden alan belgesel.

    donnelly bir gün yolda tesadüfen jeff dean turner isminde bir adamla karşılaşır. turner, asperger hastasıdır ve 30 yılı aşkın süredir en büyük takıntısı, bir dönem aşk yaşadığını da iddia ettiği artık adı sanı pek duyulmayan 80'lerin pop şarkıcısı tiffany'dir. evini tiffany'nin fotoğrafları, plakları ve gazete küpürleriyle tabiri caizse bir mabede çevirmiştir. donnelly sonraki süreçte tiffany'ye aynı turner kadar takıntılı olan başka bir kişiyle daha, denver'da yaşayan çift cinsiyetli kelly mccormick ile tanışır ve ortak takıntının alternatif boyutlarını da kameraya alır. fragmanı için: https://www.youtube.com/watch?v=0mxxqf-fgjy
  • reed morano'nin yönettiği filmin fragmanı için şuraya göz atabilirsiniz.
  • yılın filmi olabilecek kadar iddialı bir fikirken; yalnız olma fikrini seyirciye yeterince verememesi sebebiyle "bir kere izlenince sonu bilindiği için tekrar izlemeye gerek olmayan" filmler kategorisindeki bir filmdir. kötü bir film değildir ancak öyle bi mükemelliği de yoktur.
    başrolünde (bkz: peter dinklage) oynar. onun dahi oyunculuğu bu filmde orta düzeyde bana kalırsa.
    filmin en elle tutulur tarafı yalnızlığın getirdiği sessizlik kısmının iyi yansıtılmasıdır bana kalırsa. geriye kalan her şeyde sınıfta kalmışlar. üzgünüm ama öyle.
  • post apocalyptic/post apokaliptik, yani kıyamet sonrasında geçen pek çok film yapıldı, yapılıyor. bir babayla oğlunun hayatta kalma çabalarını işleyen the road, mad max, children of men, twelve monkeys bu türün en iyilerinden. i am legend da fena değildi. yakın zamanda yapılmış 10 cloverfield lane de güzeldi. i think we're alone now ise bu türün dandik işlerinden olmuş. biraz wall-e animasyonunu hatırlatmıyor değil. hani dünya'dan göç etmiş insanların temizlik i için in cin top oynayan dünya'ya robotu yollamalarını konu alan film. i think...'in baş karakteri wall-e'yi hatırlatıyor. e konu da özgün/orijinal değil. dolayısıyla benzerlerinin arasından sıyrılamıyor bu film. izlenip unutulacak, hatırlanmayacak bir yapım.

    ama fikir güzel: herkesin öldüğü bir dönemde yaşayan tek kişi olan del kendisine bir program belirlemiş: sabah kalk, kahvaltını yap, dışarı çık, cesetleri göm, evlerini ve mahalleyi temizle, temiz evin önüne x işaretini koy (temizlendi manasında), balığa çık, kütüphanede huzur içinde balığını yeyip manzarayı izle, şarabını yudumla, sonra film izle/kitap oku, uyu (wall-e'yi hatırlatıyor bu açıdan). günler bu kısır döngüde birbirlerini takip ederken adıyla uyumlu olan grace (zarafet, merhamet, nezaket) ile karşılaşır (wall-e de başka bir robotla karşılaşıyordu).

    şu fikri alıp derinlemesine işleyebilirdi. öykünün gidebileceği milyon yol vardı. düşündükçe üzülüyorum fikrin değerlendirilmemesine. dünya'da sağ kalmış sadece iki kişi. birbirleriyle zerre benzerlikleri yok. biri çok genç, diğeri yaşlı. biri uzun diğeri kısa. birisi çok konuşkan, diğeri sessizliği seviyor. birinin köpeğe alerjisi var, diğeri hayvanları çok seviyor. film aslında bu iki karakterin arasındaki zıtlığı iyi işliyor, hafif gerilim de oluşabiliyor ama neticede risk alınmıyor, öykü en yüzeysel sularda dolanıyor, klişe şekilde ilerleyip bu şekilde sona eriyor. neticede de ortaya son derece sıradan bir sundance (bağımsız) filmi çıkıyor. ilk 15 dk'sındaki kimsesiz mahalle atmosferi iyi, karakterlerin zıtlıkları iyi, oyunculuklar fena değil. ama ötesi kötü. diyaloglar da o denli iyi değil. biraz daha yaratıcılık lazımdı bu öykü için. şimdi düşününce bu fikri kullanıp bir senaryo yazmak istiyorum: del aslında seri katilmiş, herkes ölünce öldürme dürtüsünü bir nebze kontrol altına alabilmiş, sonra sıradan hayatına devam ederken tak grace çıkar, del bu kızı öldürmek ister. var mı acaba öyle bir film? kıyamet sonrası dünyayı, herkesin ama herkesin öldüğü bir dönemi bir seri katilin, kana susamış bir katilin gözünden işleyen bir film? seri katilli post apokaliptik film fikri i think'ten daha fazla heyecanlandırdı valla.

    neyse, elle ve peter ikilisinin ikinci filmiymiş bu bu arada.
  • bana göre "peter dinklage" iyi bir oyuncu, sakinlik sessizlik içeren filmlerde çok başarılı oynuyor diye bu filmi bulup izledim..

    - - - spoiler - - -

    ancak hatun kadraja girene kadar film gayet güzel ilerliyordu.. sonra klişeler su yüzüne çıkmaya başladı..

    genç güzel hatun (->bana göre değil) deli dolu takılmalar, kabına sığmamalar tripler derken sen o adamı ne diye öpüyorsun yahu.. hollywood'un dönüp dolaşıp konuyu cinselliğe getirmesi tamamen tribünlere oynamaktan kaynaklanıyor..

    filmin sonlarına doğru ortaya çıkan aile yapısı da tamamen havada kalmış, sanırım o kısımlar için bütçe kalmamış haliyle konuyu toparlayamamışlar gibi geldi bana.. özellikle paul giamatti gibi bi adamı daha dolu dolu kullanmalarını beklerdim..

    - - - spoiler - - -

    peter abimizin sessizliğini sakinliğini çok daha güzel yansıttığı bir filmi daha var, konusu da çok güzel, amerikan bağımsız sinemasının en iyi örneklerinden.. bu filmi bırakın gidin şunu izleyin çok daha güzel zaman geçirirsiniz -> https://www.imdb.com/title/tt0340377/
  • son zamanlarda izlediğim bir çok çöp filmden sonra ilaç gibi gelmiş, dev bir kadroya sahip olan film. keyifli vakit geçirmek için ideal.

    elle fanning'in oyunculuğu inanılmaz derecede başarılı. ilk zamanlar bir türlü ısınamamıştım oyunculuğuna fakat the neon demon ve bu filmde de başarısını fazlasıyla gösterdi. artık geleceğin nicole kidman'ı olma potansiyeline sahiptir nezdimde.

    peter dinklage ise artık sir unvanını fazlasıyla hak ediyor. neredeyse kusursuz bir aktör.

    paul giamatti ve charlotte gainsbourg destek olmak adına filmde yer almışlar sanırım. zaten bu iki isim filme dev kadro ünvanını kazandıran. filmin afişine de bayıldım.

    --- spoiler ---

    "eskiden bu kasabada 1600 kişi varken de yalnızdım, şimdi de yalnızım" gibi mükemmel bir replik var bu filmde. yalnız olan veya yalnız hissedenlere selam göndermeyi de ihmal etmemişler.

    springfield'da hala binlerce insan yaşadığını söyledikleri sahne filmin zirvesi. del, bütün insanlık yok oldu diye küçücük bir kasabada yaşamaya devam ederken, birileri gelip aslında binlerce insanın hala yaşadığını, hatta doktorlardan oluşan bir ekiplerinin olduğunu söylüyor. buna rağmen del'in kalmaya karar vermesi ve tekrar yalnız kalınca öfkelenip, yıllardır gözü gibi baktığı kütüphanesinde, içerisinde adres yazılı olan kitabı bulmak için kitapları dağıtma sahnesi duygulandırıyor.

    grace'e yapılan alıkonulma ve hafıza silme deneyi sahnesi ile insanoğlunun dünyanın sonu gelse bile isteklerinin bitmeyeceğine gönderme yapılmış sanırım. son sahne çok başarılı. grace'in elinde japon balıkları bulunan poşetle, spor ve üstü açılan kırmızı otomobille tekrar yola çıkmaları kesinlikle tatmin edici ve buruk da olsa mutlu bir son sayılabilir.

    --- spoiler ---

    dipnot: an itibari ile, imdb'de 5,6/10 puanı var. kesinlikle underrated. bu film en az 7/10'luk.
  • (bkz: ı think so)
hesabın var mı? giriş yap