• (bkz: zeytin cekirdegi) hayatta en igrendigim seylerden biridir. kahvaltiya misafir gelse hayatta zeytin koymam sofraya.
  • bu aslında doğal bi savunma mekanizması, hayatta kalabilme yeteneğiyle ilgili. ama ben yemek yerken ameliyat videoları izleyip üstüne yorum yaptığım için yakın bi zamanda zehirlenip vefat etmeyi düşünüyorum. hayatta kalmaya ikna edebilecek prezantabl doktorlar eqlesin.
  • "yiyecekten, kirden, atıktan, pislikten tiksinme. beni koruyan spazmlar ve kusmalar. beni kirden, dışkıdan, pislikten ayıran ve uzaklaştıran iğrenme ve mide bulantısı. gizli anlaşmanın, aynı anda iki yanda birden olmanın, ihanetin alçaklığı. beni bu alçaklığa yönelten ve bundan uzaklaştıran büyüleyici irkilme. iğrenmenin en temel ve en arkaik biçimini belki de yiyecekten tiksinme oluşturur. sütün yüzeyindeki, o savunmasız, bir sigara kağıdı gibi ince, tırnak kırpıntısı gibi önemsiz tabaka göze çarptığında, "dudaklarla temas ettiğinde, gırtlakta, daha aşağıda midede, karında, tüm iç organlarda ortaya çıkan bir spazm bedeni kasar, gözyaşlarını ve safrayı harekete geçirir, kalpte çarpıntıya yol açar, alnı ve elleri sicim sicim terletir. bulantı, gözleri karartan baş dönmesiyle beni sütün kaymağı karşısında iki büklüm geriye iter ve onu bana sunan anneden ve babadan beni ayırır. "ben" onların arzusunun göstergesi olan bu öğeyi istemem, "ben" onun hakkında bir şey bilmeyi reddederim, "ben" onu özümsemem, "ben" onu dışarı atarım. ama, bu besin, anne ve babanın arzusundan başka bir yerde var olamayan "ben"im [le moi] için bir "öteki" de olmadığından, kendimi oluşturmaya çalıştığım aynı edimle aslında kendimi dışarı atarım, kendimi tükürürüm, kendimden tiksinirim.

    bu önemsiz detay, ama anne babamın amaçladığı, üstlendiği, takdir ettiği, bana dayattığı detay, bu hiç, beni sanki bir eldiven gibi, bağırsaklarım ağzıma gelmiş bir şekilde tersime çevirir: böylelikle onlar, anne ve babam, benim ölümüm pahasına bir ötekine dönüşmekte olduğumu görürler. bu dönüşüm yolculuğunda, hıçkırığın ve kusmuğun yarattığı kasılmadan kendimi doğururum. semptomun dilsiz ortaya çıkışı, bir çırpınmanın yankı uyandıran, kuşkusuz simgesel bir sistemde kayıtlı, ama semptoma yanıt vermek için bu sistemle ne bütünleşmeyi isteyen ne de bütünleşebilen şiddeti, orada tepki verir, boşalır. tiksindirir.

    engellenemeyen çürüme, iğrenç ve ölü şey olarak ceset (cadere [lat. ölü beden], ölmek, düşmek), onunla kırılgan ve yanıltıcı bir rastlantıyla karşı karşıyaymışçasına yüz yüze gelen kişinin kimliğini daha şiddetli bir şekilde altüst eder. kanlı ve irinli bir yaranın, terin veya çürümenin yavan ve keskin kokusu, ölüm anlamına gelmez. anlamlandırılmış ölümü -örneğin düz bir ansefalografi- anlayabilir, ona tepki verebilir veya kabul edebilirim. ama makyajsız ve maskesiz bir gerçek tiyatro misali atık ve ceset, bana yaşayabilmem için durmaksızın uzaklaştığım şeyi gösterir. bu sıvılar, bu kir, bu dışkı, yaşamın zor katlandığı, ölüm sıkıntısıyla katlandığı şeylerdir. ölümle karşı karşıya kaldığımda, yaşayan varlık olma halimin sınırlarında yer alırım. bedenim canlılığını bu sınırlardan alır. bu atıklar yaşayabilmem için atılır, bu atılma atıla atıla bana geriye hiçbir şeyin kalmadığı ve bedenimin tamamen sınır ötesine geçtiği, ölüye, cesede dönüştüğü ana kadar devam eder. eğer pislik, olmadığım sınırın öte yanı anlamına geliyorsa ve bana var olma imkanı tanıyorsa, atıkların en tiksindiricisi olan ceset, her şeyi kuşatan bir sınırdır. dışarıya atan artık ben değilim, "ben" dışarıya atılanım. sınır, bir nesneye dönüşmüştür. nasıl olur da sınırsız olabilirim? şu anın ötesinde varolduğunu tahayyül ettiğim veya size seslenebilmek, sizi düşünebilmek için halüsinasyonunu kurduğum bu başka yer, defedilmiş ve iğrençleştirilmiş haliyle şimdi burada, "benim" dünyamdadır. bu durumda dünyadan yoksun kaldığımdan bayılırım. amaçsız gençlerle tıka basa dolu morgun ışıkları altında yatan bu ısrarcı, bu çiğ, bu küstah şeyde, artık ayırt edilemeyen ve bu yüzden artık hiçbir anlama gelmeyen bu şeyde, sınırları silinen bir dünyanın yokoluşunu seyrederim: bayılma.

    ceset -tanrıyı hesaba katmadan ve bilimin dışında düşünüldüğünde-iğrençliğin zirvesidir. ceset, yaşamı yağmalayan ölümdür. iğrenç. tıpkı ayrılamadığımız, kendimizi koruyamadığımız bir nesne gibi dışarı atılandır. hayali tuhaflık ile gerçek tehlike bizi çağırır ve eninde sonunda bizi yutmayı başarır. demek ki iğrenç kılan, kirlilik ya da hastalık değil, bir kimliği, bir sistemi, bir düzeni rahatsız edendir. iğrenç, sınırlara, konumlara ve kurallara saygı göstermeyen bir şeydir. arada, muğlak ve karışmış olandır. hain, yalancı, vicdan azabı duymayan suçlu, utanma duygusu olmayan tecavüzcü ve kurtardığını iddia eden katildir ... her suç, yasanın dayanıksızlığına işaret ettiğinden iğrençtir; ama önceden tasarlanan suç, sinsi cinayet, ikiyüzlü intikam, yasanın dayanıksızlığını çok daha iyi teşhir ettiklerinden daha da iğrençtirler. ahlakı reddeden kişi iğrenç değildir; ahlaksızlıkta, hatta yasaya saygı duymamanın açıkça ifadesi olan suçta, isyankar, özgürleştirici ve intihara yönelik bir suçta bile saygıdeğer bir şey olabilir. iğrenç olan ise ahlakdışı, anlaşılmaz, tereddütlü ve şüphelidir: gizli bir terör, yüze gülen bir kindir, bir bedene duyulan ama onu yanıp tutuşturmak yerine takas eden tutku, bizi satan bir borçlu, arkadan bıçaklayan bir dosttur ... auschwitz'den bugün geriye kalanların sergilendiği bir müzenin karanlık salonlarında bir yığın çocuk ayakkabısı görüyorum ya da başka bir yerde daha önce görmüş olduğum, mesela bir noel ağacının altında gördüğüm bir şeyler, sanırım oyuncak bebekler var. beni kaçınılmaz bir şekilde zaten ele geçirecek ölüm, yaşadığım evrende beni ondan kurtarması gereken şeye, örneğin çocukluğa, bilime ve benzeri şeylere karıştığında, nazi iğrençliği zirvesine ulaşır. (`julia
    kristeva`-korkunun güçleri; iğrençlik üzerine deneme. çev. nilgün tutal. istanbul:
    ayrıntı yayınları, 2004. ss. 15-17)
  • pis bir ev ile dağınık bir ev nasıl ki birbiriyle aynı şey değilse ama birçoğumuz için bu nasıl ki oradan uzaklaşmayı gerektiren bir kirli hali çağrıştırıyor ve tetikliyorsa iğrenmede de buna benzer bir durum vardır. iğrenmek olgusunda dikkatli bakıldığında ''uzak durmalıyım'' ya da ''uzağımda durmalı'' ve/ya da uzaklaştırmalıyım gibi toleranssız bir itici bulma durumu ve korkuyla karışmış bir endişe hali ilk etapta çok belirgin bir biçimde göze çarpar. ''bir şeyin olmaması gereken yerde bulunması'' kirliliğin kendi anlamını bulduğu bir dıştalama ise iğrenmede de bu dıştalamaya benzer bir ''uzaklık hali yaratma'' gayreti vardır.

    kurtlanmış bir eti ağzınıza götürürken bünyenizde peyda olan onu ret etme ve uzak tutma gayreti ile sokakta geniz hırıltısıyla çıkarttığı balgamı kaldırıma tüküren birini gördüğünüzde gelen iğrenme aynı ret etme ve uzak tutma gayret derecesine sahip olmayan bir nicelik içerir. bunun gerekçesi bedenin tehdit algısını kendine zarar verecek ya da veremeyecek olan şeyleri ve buna verebileceği tepkilerin sınırlarını ve sonuçlarını tartmış, ölçmüş, biçmiş olmasındandır. zira beden bütünlüğünü bozmaya yönelik tehdit algısı böyle durumlarda refleks olarak bir terazi gibi işlev görür.

    misal sevmediğimiz bir insanın giysisini giymek istemez bir çoğumuz ama sevdiğimiz insanların giysilerini giymekten ayrı bir keyif alır. iğrenmeyi bu bakımdan ele alırsak iğrenme ile güven arasında ciddi bir bağ olduğunu da söyleyebiliriz.
  • genelde pis olduğunu düşündüğümüz bizi hasta yapabilecek şeylere karşı oluşur. canlılara karşı oluşması çok kötüdür. canlı örnek olarak haşerelerden tiksinebiliriz. onları çevremizde olmasını istemez ve kolaylıkla öldürebiliriz. bu nefretin ileri bir seviyesidir.
    belli bir ırka, siyasi görüşü benimseyen kişilere de oluşabilir. bunun oluşmaması için çok kitap okumalıyız bilinçlenmeliyiz demiyeceğim çünkü biz insanız duygularımız üzerinde tam kontrolumuz yok. eğitimli olursan gene tiksinebilirsin ama duygularının farkında olursun bunun yanlışlığını da bilirsin ama bu tiksinmeni azaltırmı emin değilim. bunun oluşmaması için siyasiler ayrıştıcı politikalar gütmemeliler. misal almanya örneğinde yahudiler 1. savaşı esnasında almanyanın daha erken barış anlaşmasına evet demesine etmen oldular. toplumda da zenginler. yani sen bir alman olarak diyebiliyorsunki yahudiler yüzünden bu ülke kaybetti onlar yuzunden fakirim. zaten görünüşleri hal hareketleri de bana benzemiyor bizden değiller yani. o zaman o gurubu once sevmiyorum dersin sonra onlardan nefret ediyorum dersin sonra iğreniyorum dersin. iğreniyorum kısmında onlara acıma duygun kalmadığından rahatlıkla gaz odalarına gönderebilirsin. bugun dünyadaki birçok ülke ayrışmış durumda. politikacılar sırf koltukda kalmak için bu ayrıştırma duygusunu körüklüyor. pis bilmemneler deniyor karşı tarafa. o yuzden tiksinmeyi hissiyatlar arasında en tehlikeli duygu olarak görüyorum.
  • aşırı temizliğe karşı hissettiğim his.
  • iğrenme, belirli koşullar altında olumlu bir estetik unsur olabilir. doğru karışım veya kompozisyonda belirli bir fikri vurgular, duyguyu biraz farklı bir nüansla boyar ve bize çekici ve güzel kavramlarının mutlakla örtüşen kavramlar olmadığını gösterir.

    örneğin francisco jose de goya y lucientes'in eserlerinde seyircide, tiksinme duygusunu uyandırma arzusu ana temadır. çok güçlü bir baharatın yemek pişirmede diğer tatları vurgulayabilmesi için goya da, tablolarında iğrenmenin estetik kullanımını gerçekleştirir. bir diğer örnek, orgazmın seksle bağlantısı ile cinayetin aşkla bağlantısı gibi ihlalkâr bir erotizm denklemi kuran marquis de sade'dır. özellikle 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın son çeyreğinde tiksinme duygusu birçok sanat dalında işlenmiş ve iğrenmenin belirli koşullar altında olumlu bir estetik bileşen olabileceğini vurgulanmıştır (bkz: tiksinmeden doğan arzu).

    aslında, resimde, sekste, hatta yemekte veya başka herhangi bir deneyimde iğrenme ile diğer unsurlar arasındaki ilişki şu paradoksta anlamlıdır: bir nesne bir yönden itici olabilir ve başka bir yönden çekici olabilir; bir kişi belirli bir deneyime dayanılmaz bir anlam atfedebilir ve bir başka kişinin kişisel tarihi nedeniyle itici unsur, ruhunun damarlarındaki bilinmeyen bir maddeyi detaylandırmak için tam olarak gereken şeydir. yani fark, kişilerin o nesne de bulduğu tattadır ve buna ek olarak tat kazanılmış bir konudur. ya da tam tersi bir denklem kurduğumuzda, tiksinti, tutkular uzak bir hedefe ya da vizyona yönlendiğinde, evrensel anlamda etten kandan bir arzuyu değil, yön değiştirmiş hafifletilmiş bir tutkuyu doğuracağı için tiksinti erotizmden temizlenip arınır.

    bazı insanlar vahşi yaşam belgesellerini izlerken müthiş bir haz duyar. mesela, bir aslanın avını parçalama anı, kimileri için iğrençlik, mide kaldırılmayacak görüntüler ve acımasızlık olarak görülse de onlar için, gerçekliğin estetik temsili olabilir. freudcu bir psikanalist olan sandor ferenczi'ye bakacak olursak iğrenmek, cinsel isteği harekete geçirici etkendir. hani şu sartre'ın sürekli korktuğu ve sözünü etmekten imtina ettiği döl yatağı itkisi ile ilişkilidir. sandor'a göre iğrenmek, yaradılış kültüne dek geriye gider. iğrenmek politik bir uyanış yaşattığı için yanan bir öfkeyle doludur ve her an mide bulandırıcı bir manzara yaratabilecek güzel bir yaratıktır. belki de iğrenmenin gücü tam da budur, bize gerçek doğamızı hatırlatmasıdır.
  • secim gundemine girilen su gunlerde siyaset karsisinda hissettigim his.
    seyh saitin torunu bir partiden aday olmus mesela. digerleri dem ile pay paylasma derdinde. o olmasa onlarin islamcisi olsun diyorlar.
hesabın var mı? giriş yap