• birçok şey iyi geliyor ama bana en iyi gelen basit bir rutini anlatmak istiyorum:

    yüksek sesle müzik açıp evi temizliyorum, banyo dahil; nevresimleri ve havluları değiştiriyorum, bulaşık ve çamaşır makinesini çalıştırıyorum.

    işim bitince banyo yapıyorum, evde malzeme varsa sevdiğim bir yemeği yapıyorum. yoksa markete gidip malzeme alıyorum. mesela tavuklu nohutlu pilav, yanına biberiye turşusu ve ayran da olmalı.

    yemeğim pişince tabağımı alıp sevdiğim bir diziyi açıyorum ya da bir film seçiyorum.

    üstüne ince belli bardakta demli bir çay içiyorum.

    akşam da kitabımı alıp mis gibi yatağama yatıyorum.

    çok ucuz ve zevkli, evi temizlerken ve yıkanırken sanki düşüncelerim de temizleniyor, beni üzen ne varsa suyla akıp gidiyor.
  • “sahip olunması zorunlu tek şey var: ya doğuştan ince bir ruhtur bu ya da bilim ve sanatlar tarafından inceltilmiş bir ruh.”

    friedrich nietzsche

    o yüzden sanattır diyorum.
  • müzik, sinema, edebiyat evet ama...

    bunlardan daha da iyi gelen bir şey var ki o da; keşfettiğin, çok sevdiğin bir şarkıyı, filmi ya da kitabı bir an önce söylemek istediğin, o da dinlesin, o da izlesin diye heyecanlandığın birinin varlığı.

    şarkıdan, filmden, kitaptan aldığın zevki ikiye katlar...
  • anlaşıldığını hissettiren başka bir ruh.
  • (bkz: el fatiha)
  • çok sevdiğin ve seni çok seven birinin göğsünde uyuması
  • yüzünü gülümseten hiçbir şeye sırtını dönmemektir. sizi gülümseten herhangi bir şey varsa mutlaka ruhunuza iyi gelecek yanları vardır. ruhu iyi etmenin en iyi yolu mutluluk veren şeyleri dibinde tutmaktır.
  • seyahat ya da gezmek ya da başka yerler keşfetmek. adına ne derseniz deyin. bulunduğunuz ortamı bir süreliğine ya da temelli değiştirmek. ben daha önce gitmediğim bir caddeye gidince bile iyi hissediyorum kendimi.
  • tek bir şey olmadığı kesindir.

    sanırım en güzellerinden biri de sevdiğin insana sarılıp; birine anlatamadığımız, anlatmaya çalışsak da tam ifade edemediğimiz iyi olma halidir.

    hiç bir şey olmasa bile, sadece sen sarıl dediğimiz insan olsa.
  • ağlamak

    birkaç gündür kaynağı belirsiz bir keder musallat oldu ruhuma.
    sanki tonlarca borç sahibiyim ama bir kuruş bile param yok...
    sanki tezgahta yarım bırakılmış bir kilim motifi; belirsiz, eksik ve okunaksız...
    sanki büyük bir tufan öncesi herkes hızlıca gemilere doluşmuş da, bir ben kıyıda unutulmuşum gibi.
    buruk, tatsız ve gücenik...

    sabah zoraki hazırlandım, aynaya dâhi bakmak eziyet gibi geldi. erken bitsin diye kovalarken ittire ittire ikindi vaktine zor ulaştı gün. yollarda yine saçma sapan bir kalabalık, uzun beklemelerime eşlik etsin diye radyoyu açtım. aman allah'ım o da ne?
    nadide sesiyle charles aznavour "hier encore" diyor, usul usul, hüzünlü bir pişmanlıkla. şarkıyı duyar duymaz sanki gözlerim ve saklı duran yaşlarım sözleşmişcesine " işte bu!" diye kolayca organize oldular. biraz ileride bir cep bulup hızlıca yanaştım. ve kendimi şarkının elemine teslim ettim.
    ağladım. bardaktan boşalırcasına, yokuş aşağı yalın ayak koşarcasına...
    evet hem de çok ağladım, öyle böyle değil! hıçkıra hıçkıra, salya sümük.
    şarkı bitti, radyoyu kapattım. bu defa kendim söylemeye başladım: "hier encore, j'avais vingt ans
    mais j'ai perdu mon temps à faire des folies
    qui ne me laissent au fond rien de vraiment précis
    que quelques rides au front et la peur de l'ennui
    car mes amours sont mortes avant que d'exister lalala lala la lalala la...." nasıl bir büyüsü varsa hem ağlatıyor hem söyletiyor.
    gözyaşlarım çok birikmişti, arada böyle akacak yol bulmaları harika...
hesabın var mı? giriş yap