• enkazın altında saatlerce çığlık çığlığa bağıran arkadaşın cesedine bakmaktır.
    önce gözlerini sıkı sıkı kapatırsın. ağlayacak kadar idrak edilemez ilk anda ne olduğu. bir süre donuk bakılır. gözleri kapalıdır arkadaşın.
    "bacağım çok kötü kırıldı. kanıyor galiba. n'olur kurtarın beni!"
    açılacak birazdan o gözler. çok da değil, bir saat önce sesini duyduğun çocuk. yaşıyordur kesin. açılacak o gözler.
    "anne! çok korkuyorum!"

    film şeridi: 14 yıllık beden o taşları bütün gücüyle sağa sola fırlatır. sesler gelir durmadan. cevap verilir. moral verilir(!). arada durulur, son birkaç saat gözden geçirilir. ne oldu? neden bu bina yıkıldı? o gürültü nasıl çıktı yerden? bir türlü anlamazsın.
    "çok acıyo!"
    acır. çok acır. eller çok acır.
    enkazdan bir ses gelir, herkes susar. hala hayatta. biraz daha...

    kanlar içinde bir çocuk çıkar enkazdan. önce bir alkış kopar. herkes bir gülümseme bekler o surattan. beklersin, beklersin... 5 saniye, bir dakika, iki saat, yıllarca beklersin. surat sabit, sakin. kocaman bir sessizlik. niye sustu onca insan bir anda, anlamazsın. önüne bakmaya başlar insanlar. bikaç damla yaş düşer bazılarının gözünden. anneye bakarsın, onun da suratı sabit. aynı sakinlik yok o suratta ama. milim kıpırdamıyor yüz kasları. bir çığlık kopar: "çağatay!".

    bir süre bakarsın öyle. ne denir, ne yapılır?
    bakarsın sadece. anlamıyorsun ölmüş olduğunu. sen yaşıyorsun çünkü. herkes de yaşıyordur o zaman.
    "çağatay!"
    midende bir kasılma hissedersin. gözler dolmaya başlar. niye dolduğunu da anlamazsın. parmakların dudaklarına gider istemsiz.
    "çok acıyo!"

    çok acır. işte o anda çok acır her şey. niye acır, anlamazsın.
    etraftan sesler gelir:
    "abi baksana beton parçalarına. hep deniz kabukları. deniz kumu kullanmışlar hep".
    -çok acıyo anne!-
    "malzemeden çalarsan böyle olur".
    -kurtarın nolur!-
    "ya çocuğun annesine bi su getirin!".
    -çağatay, oğlum!-
    "beyler! orda sigara içmeyelim, gaz kaçağı olabilir".

    aklın karıştıkça karışır. sesler birbirine karışır.
    birkaç saat önce bilardo oynadığın çocuk, şimdi annesinin kucağında sarsılıyor, sarsılıyor ama uyanmıyor nedense. yahu gülüyodu kahkahayla daha birkaç saat önce. şimdi bir türlü uyanmıyor.
    "oğlum!"

    arada ufak artçı sarsıntılar olur. sanki gökten geliyomuş gibi herkes kafasını kaldırır. bir tek o kadın yere bakar.
    enkazın tepesinde ağlayarak çalışmaya devam edenler vardır. vural abi vardır mesela. "niye ağlıyosun?" diye soran yabancılara parmağındaki yüzüğü gösterir. birkaç ay sonra evleneceği nişanlısının sesi kesilmiştir çünkü. sesi kesilmişse...
    sen çağatay'a bakarsın.

    derken kafan yerine gelmeye başlar. taşlar yerine oturmaya başlar. anlamaya başlarsın. bütün bir belde, binalardan uzak yerler bile ceset kokuyorsa bir sebebi vardır. birileri ölmüştür. çağatay ölmüştür mesela. kollarını bacaklarını yoklarsın kimseye belli etmeden: hissediyorsun. demek ki hayattasın hala. o ölmüş, sen yaşıyorsun.
  • beşiktaş'tan ortaköy'e o asırlık ağaçların sağlı sollu uzandığı çırağan caddesinde yürümek.
  • iletişim. bir şekilde başka insanlara sözlerinizle ulaşmak, anlaşılmak, söylediklerinize karşılık alabilmek.

    (bkz: var olmanın dayanılmaz şahit ihtiyacı)*
  • "duyduğun her salâ", derdi rahmetli dedem...
  • lamı cimi yok pimi taze çekilmiş el bombasıdır. yaşama isteğiyle dolarsın bi anda..
  • gunesin batmasina yakin sirtinizda 9 kiloluk canta oldugu halde 22 kisiyle beraber bir kabine sikis tepis yerlesmek. icerdeki diger insanlara sormaya bile zahmet etmeden kapiyi yavasca kaldirmak, disariya, uzaklara bakmak; daglari, tarlalari, bulutlari gunesin son isiklariyla beraber izlemek, o anda dunyada daha iyi bir yerde olamayacagini dusunmek. son 15 dkdir kafa sisiren ucagin gurultusunun azalmasi ve burnunu asagi indirerek yatay ucmaya baslamasi, akabinde pilotun yesil isigi yakmasiyla birlikte 150km/s pervane ruzgarinin ittirmesine aldirmadan kafayi cikarip 13bin feet asagidaki havaalanina bakmak, ve nihayet kapinin ustundeki bari tutarak yuzunuzde kocaman bir siritisla disari sarkmak ve kendini bosluga birakmak...
  • şu güzel pazar sabahında götümden akan ter.

    edit: öğle olmuş.
  • lamı cimi yok taze çekilmiş ve pişirilmiş kahve kokusudur.
  • hiç gidilmeyen bir mekana ilk kez anneyle gitmek. orada rakı, balık, ud eşliğinde çok güzel bir gece geçirmek. ilk kez gidilen bir yer olmasına rağmen, şef garsonun kendisine hediye gelen ev şarabından ikram etmesi. hayatında ilk kez gördüğün, yan masadaki insanlarla kadeh tokuşturup sanki 40 yıllık dostmuş gibi şarkılara eşlik etmek. daha gece bitmeden en sevdiğin insanlara telefon açıp, haftaya cuma oraya birlikte gitmek için sözleşmek. bunu duyan udinin masaya bizzat gelerek kendini ismen tanıtması ve "cumaya listeyi siz yapın, onları çalıp söyleyelim" demesi. ve artık şu andan itibaren, sabırsızlıkla cuma gecesini beklemek. böyle güzel anılar, böyle güzel beklentiler, kısacası hayatında sadece mutluluğun kendini belli ettiği anlardır insanın dolu dolu yaşadığını hissettiren...
  • sevgilinin sadece sizin mutluluğunuz için fedakarlık yapması.
hesabın var mı? giriş yap