aynı isimde "io (film)" başlığı da var
101 entry daha
  • stüdyo oyuncularının istanbul tiyatro festivali kapsamında gösterime giren vasat oyunu.

    --- spoiler ---

    şahika tekand, zincire vurulmuş prometheus'ta geçen io isimli mitolojik karakterden yola çıkarak özgün bir tragedya yazmış. yunan mitolojisindeki io-hera-zeus aşk üçgeninin, zeus'un tanrısal libidosunun, hera'nın hışmının, io'nun dönüştüğü ineğin ve kendisine musallat edilen kene/sinek/atsineğinin detaylarına girmeyeceğim. metinde ele alınış şekliyle io, zeus'un ilgi duyduğu bir kadın. bu ilgi zeus’un eşi ve kardeşi olan hera tarafından öğrenilince io yerinden yurdundan edilip sürgüne gönderiliyor. prometheus'la da karşılaşma fırsatı bulduğu acı ve mücadele dolu uzun bir sürgün yaşamından sonra kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan io hayatının geri kalanını özgürce ve huzur içinde geçirmek için memleketinin kapılarına dayanıyor.

    performans io'nun şehrin kapısına dayandığı andan itibaren başlıyor. şahika tekand’ın oyunculuk üslubunu kabullenip ona ısınmamıza olanak sağlayan bir monologdan sonra io, hafızalarını kaybetmiş ve zeus'un tahakkümü karşısında sinmiş insanlar korosuna kendini kabul ettirmek, onları 'uyandırmak' ve hakikati dillendirmek için çetrefilli bir mücadele veriyor. genel olarak yüksek tempolu oyunun bu bölümü ritmi ve koronun ivmelenen hareket düzeni açılarından, yiğit özşener’in prometheus performansıyla birlikte dinletinin en etkileyici bölümü.

    insanların geçmişi hatırlayıp isyan etmesinden çekinen zorba iktidar io'yu korkutmak için, güç ve şiddet simgesi titanlar kratos ile bia'yı onun üstüne salıyor. kratos ve bia dinleti boyunca hareket düzenleri ve deniz karaoğlu’nun sözle kurduğu ilişki bakımından vasat bir performans sergiliyor. bu noktada ikilinin performansa dahil olduğu her bir zaman diliminin kısalığı ile kratos’un metninin zayıf ve gülünç yönlerinin önemli bir payı var.

    kaybedecek bir şeyi kalmayan io kaba kuvvetten çekinmeyip insanları geçmişi hatırlamaları ve isyan etmeleri için kışkırtmaya devam edince, retorikteki üstünlüğü ve kurnazlığı ile bilinen tanrı hermes io'yu ikna etmek üzere kargaşaya müdahil oluyor. gökhan küçük’ün hermes rolünde kelimenin tam anlamıyla göğsümüze vura vura içimizi titreten sesiyle savurduğu tehditleri ve uzlaşma çabaları da yetersiz kalınca, efsanedeki cezasına zeus tarafından son verilen ve olympos'un eteklerinde tek başına yaşamasına izin verilen prometheus hikayesiyle io'ya ibret olsun diye sahneye getiriliyor.

    io, prometheus'un kaderini ve insanlara bağladığı yenilgisini gördükten sonra korkusuz isyancı konumundan daha muğlak bir pozisyona geri çekiliyor ve yerin yedi kat dibinin yolunu tutuyor. oyun insan korosunun; uyanışı, sıkışmışlığı ya da sadece haykırmayı çağrıştıran nidası ile ikircikli denilebilecek bir şekilde son buluyor.

    oldukça sade bir sahne tasarımı yapılmış. tanrılar ile insanlar arasında yükselti kullanılarak kurulan sahne düzeni dışında uzamda ilgi çekici hiçbir şey yok. tasarımın tragedya biçimine uygun olarak bilinçli bir şekilde yapıldığı belli olmasına rağmen, potansiyeli ve imkanları bakımından stüdyo oyunculardan yöntemlerini geliştirip/dönüştürebilecekleri, derinlikli, hareket düzenlerinin devinimini tetikleyebilecek ve risk alan bir sahne düzeni beklemek hepimizin hakkı.

    yiğit özşener ve insan korosunun hareket düzeninin çeşitliliği ile incelikli gelişimini dışarıda bırakırsak diğer karakterlerin beden kullanımı performansı ileri taşıyamıyor. oyunun büyük bir bölümünde kendini sürekli tekrar eden ve genel hareket düzenine önemli bir etkisi olmayan jest ve postürler ile baş başa kalıyoruz. ses kullanımı açısından da benzer bir durum var. kratos, hermes ve io’yu, sahneyi paylaştıkları andan itibaren performansın büyük bir bölümünde mütemadiyen aynı notaya basan birer enstrüman gibi duyuyoruz.

    dinletinin ana çatışması insan korosunun korkuları ile hafızasını geri kazanarak isyan etmesi arasına kurulduğundan ve metin ilerleyen bölümde bu çatışmayı geliştirecek derinliğe sahip olmadığından, koro da prometheus sahneye geldikten sonra tekdüze bir enstrümana dönüşüyor. oyunun başında gayet başarılı bir şekilde kurulan çatışma boşa düşüyor ve dinletinin sonuna kadar rahatsız edici bir ses kompozisyonunu takip etmek durumunda kalıyoruz.

    son olarak metne dair birkaç kelam edeyim. oyun, mitolojideki göstergelerin kullanılarak günümüzdeki özne-(ataerkil) iktidar ve yöneten-yönetilen ilişkisine dair unutma, korku ve siniklik temaları üzerinden apaçık söylemler içeren didaktik bir masal. haliyle izleyicisini, ona iktidar tarafından sınırları belirlenen düzenden ya da sahip olduğu nesnelerden vazgeçemediği için ve geçmişlerindeki acıları, adaletsizlikleri, cesareti veya direnişi unuttukları gerekçesiyle iddialı ithamlarla baş başa bırakıyor.

    cesaret ve direnişle ilgili söylemleri prometheus efsanesinin ilham olduğu bir dönemi işaret ederek yaptığından, ürettiği sözler günümüz için hangi zaman dilimine tekabül ettiği tam olarak belirli olmayan romantik bir özlemle iç içe geçiyor. böylece oyunun son beş dakikası direnişin çelişik yapısına minik bir temasta bulunsa da, tiyatro sanatının büyük sloganlarla beraber güncel politika alanına bodozlama girişlerinden birine daha şahit oluyoruz. bu öyle bir giriş ki dikkatli bakarsanız sahnede bir süleyman soylu ya da bir bülent arınç görebilirsiniz.

    “kadere boyun eğmeyin”, “aklınızı kullanın” ve “hafızanız nerede” gibi kulakları tırmalayan sloganlar havada uçuşuyor. oyunun güncel insan durumuna ilişkin hafıza temelli romantik iddialarının her gün yeni yeni trajedilerle karşılaştığımız geberik toplumumuzda ne kadar geçerli olduğundan emin değilim ya da bugün için iktidarı korkutma veya demokratikleşmeye ikna etme açısından nereye oturduğunu bilemiyorum. her şeye rağmen uslu bir övücü olup “stüdyo oyuncuları elimize ne güzel bir ayna bıraktı, ah keşke unutmasa insanlar…” deyip hoş bir hisle oyundan ayrılmak mümkün.

    --- spoiler ---

    oyunla ilgili eleştirilerden birkaçı:

    zeynep oral

    mehmet kerem özel

    nilüfer kuyaş

    bahar çuhadar
10 entry daha
hesabın var mı? giriş yap