• büyülü gerçekçilik akımının en güzel örneklerinden biri olan roman.

    “ınsan mutsuzken dikkati hep kendine döner. kendini çok ciddiye alır. mutlular, yani kendilerini gerçekten sevenlerse, pek düşünmezler kendilerini. mutsuzu neşelendirmeye çalıştığında istemez, karşı çıkar. çünkü dikkatini kendinden ayırıp evrene yönetmek zorunda kalacaktır. mutsuzluk, kendine düşkünlüğü varacağı son noktadır. "

    “beni yaratanlar ister tanrı, ister şeytan olsun, planlarına karşı koymakta kullanacağım bu aklı da yarattılar. herhalde kendi yaptıkları kalbin içinde bir karşı koyma gücü bulunduğunu bilecek kadar akılları vardı.”
  • tüm ölümlerin yüzde doksanının intihar sayılabileceğini söylüyordu.
    hayata karşı merak beslemeyen var olmaktan çok az sevinç duyan kimseler bilinçaltında hastalıkla kazayla ve şiddetle işbirliği yapar, onları kendi üstlerine çeker diyordu.
  • "üç kelimenin toplamı bir ton geliyordu ve
    buna noktalama işaretleri dahil değildi."

    methini uzun zamandır duyduğum ancak bir türlü sıraya giremeyen kitabı nihayet okumaya başladıktan sonra “aman bitmesin” diyerek epey ağırdan aldım, heyhat yine de bitti. şimdi de tekrar okuyup bu kez notlar almayı da planlıyorum. öyle güzel bir kitaptı. tom robbins’in kitabı gerçeküstü öğelerle bezeli rüya tadında tam bir modern zaman masalı.

    paganist avrupa’da önce bir kral, sonra serf olan, ölümden kaça kaça doğuya yolculuk eden, burada mistisizme ve bilumum doğu tarikatlarına bulaştıktan sonra ölümsüzlüğü bulamasa da yaşlılığı engelleyerek bin yıldan fazla yaşayan alobar ile doğuda karşılaştığı ebedi aşkı kudra’nın sınırları ve çağları açan hikâyesi. romanımız, kahramanlarımızın yaşadıkları coğrafyalarla birlikte paris’te dünya parfüm devlerinin, seattle’da kusursuz takoyu ararken bir taraftan da parfüm denemeleri yapan genç bir garson kızın (priscilla da en az kudra kadar ilginç bir karakter) ve new orleans’ta küçük bir parfümeri işleten bir kadınla zenci çırağının hikâyeleri eş zamanlı olarak ilerliyor. robbins olay örgülerini bir topaca sarar gibi öyle marifetli bir araya getiriyor ki, okurken topaç hiç durmayacak sonsuza kadar dönecek sanıyorsunuz. bütün çağlar boyunca hikâyeye eşlik eden bir başka karakter de hayvan tabiatlı, edepsiz, keçi ayaklı pan. bunların hepsini bir araya getiren modern zaman filozofu çılgın doktor dannyboy’u da unutmamak gerek tabi.

    başkarakterimiz alobar her ne kadar eski bir kral olsa da aslında tek derdi ölümden kaçmak olan, olaylar ve hatta sevgilisi nereye götürürse oraya giden doğuda öğrendikleriyle birlikte anı yaşamayı ve nefesine odaklanmayı (bkz: yoga) öğrenmiş bu sayede uzun yıllar ve farklı coğrafyalar boyunca hayatta kalabilmeyi başarmış bir karakter. bir tutkusu da cinsellik tabi (her erkekte olduğu kadar). buna karşın ölümden kaçan bir başka insan olan karısı kudra ise ne istediğini bilen, eşsiz kokunun peşinde diyar diyar dolaşmaktan, yenilikleri denemekten korkmayan, hem çekici hem akıllı bir kadın. kama sutranın bütün sırlarına vakıf olmasıyla da hem kendisinin hem de sevgilisinin ömrünü uzatmakta oldukça mahir.

    insanın hayvani yanını temsil eden keçi ayaklı pan da, önce görünmez olması sonrasında yavaş ölümü ile insanlığın doğadan koparak akılcı bir kimliğe bürünmesinin sembolü olarak bulunuyor kitapta.

    içerisinde eser miktarda felsefe barındıran uzun romanları seviyorum. parfümün dansı’nda da ölümsüzlük, öte dünya, yaşlanma, inançlar, insanın ve dünyanın evrimi ve elbette parfüm ve koku ile ilgili oldukça doyurucu zihin egzersizleri var.

    genellikle yerli kitaplarda rastladığım doğu batı ikilemi de önemli bir yer tutuyor bu romanda. robbins oryantalist bir bakış açısı ile, biraz da taraf tutarak doğu mistisizminin batı akılcılığına üstün yanlarını parlatmış da parlatmış. doğu felsefesinin doğayla daha uyumlu, yaratıcı cinsellikle bezeli, hiçbir şey yapmadan oturup beklemeli, sakin ve miskin, zevk düşkünü insanı karşısında, batının akılcı modern insanının ölümsüzlük, uzun yaşama ve hatta mutluluk yolunda doğudaki türdeşleri karşısında hiç şansının olmadığı da alttan alttan çok güzel hissettiriliyor. okuduktan sonra siz de decartes’in karşısında pan’ın tarafını tutacaksınız sanıyorum.

    kitabı ilgi çekici hale getiren bir başka unsur da, robbins’in muzip ve yaratıcı betimlemeleri. normal şartlarda bu kadar çok benzetme okuru öyküden ve kitaptan uzaklaştırır ancak robbins bu işi öyle eğlenceli bir şekilde yapmış ki okurken hem gülümsüyor hem de bu benim aklıma daha önce neden gelmedi hissiyatını sık sık yaşıyorsunuz.

    insan evriminin son aşaması çiçeklenmiş bilinç yolunda hepinize iyi okumalar diliyorum.

    kırmızı pancarlar aşkında son bir not: dan brown’un cehennem adlı romanının tanıtımını istanbul’da geçiyor diyerek yapıyorlardı ya, bu kitaptaki istanbul sahneleri cehennem’dekinden daha fazla.

    https://kitaplarveseyler.blogspot.com/…robbins.html
  • bu kitap yeni hayatin ilk cümlesinde bahsetigi kitaplardan ikinci kez okunacak kitaplardan yazarın külliyatini okuturacak kitaplardan şimdilik iki tanesini okuyabildim bunun kadar sevemedim tabii şibumiden sonra okuduğum en iyi kitap ve okuduğum zaman da çok tuhafti sürekli kokuyla alakalı şeyler çıkıyordu karşıma mesela rastgele film aciyim dedim bir katilin hikayesi çıktı böyle böyle güzel tesadüfler .. muhteşem üçlü karakter kudra alobar vee gittikçe gorunmez olan pan :( bunlari hep hatırlayacam yaşlanan kralarin öldürüldüğü yerde kral alobarin saçına beyaz saç düşüyor o da bundan kurtulmaya çalışıyor iki kez hatta sonra çılgın bilge kudrayla karşılaşıyorlar kudra oniki sene birisiyle evli kalmış bı ara sevmiş ama ölünce onla yakilacak kadar değil bu da diğer bazı saçma gelenekler gibi bı tane hint geleneği sadık ve safdilde de bahsi geçmişti dul kadın yakilmasa bile bı daha evlenmeyecek ogularinin boyunduruğuna girecek kafasını tıraş edecek yerde yatacak renkli giyemez koku süremez bu ölümden daha beter be kudra tüm bunları arkasında bırakıp alobarla maceraya atılıyorlar ölümsüzlüğe.. şartlar sağlandığında olumsuz olabileceğimizden bahsediyor yazar ama o kadar da değil ne de olsa doğal bir sondur ölüm tek katilmadigim bu olsun birebir katıldığım çok birkaçını bırakayım
    "siyasal liderlerimiz aydın değil, dürüst değil; ama birkaç istisna dışında siyasal liderler her zaman öyle olagelmiştir. ben siyaseti ciddiye almaktan çok uzun zaman önce vazgeçtim. bu konunun hayatımı nasıl yaşadığıma etkisi olmadı. politika eninde sonunda her zaman keyif kaçırıcıdır. ben ise, keyifli yaşamayı seçtim."
    "aradığım şey ne servet ne yeni topraklar, ne yeni kadınlar, ne de yeni onur kaynakları. hatta uzun bir ömür bile değil. benim aradığım şey asla var olmadı. ne karada, ne de denizde.onun aradığı şey, benzersiz bir tecrübenin sonunda benzer siz bir varlık olmaktı."
    "benim inancım bu. ben selamet istemiyorum. ben hayat istiyorum. hayatın da tümünü istiyorum. sefaletini de, harikuladeliğini de eğer tanrılar zevkten vergi istiyorsa öderim. ama vergilerine her seferinde itiraz ederim, karşı çıkarım. woden ya da şiva ya da buda ya da o hıristiyan adam... neydi adı?.. onlar buna saygı gösteremiyorsa, o zaman onların gazabına da razıyım. hiç değilse bu zengin, yuvarlak gezegende, önüme serdikleri şöleni tatmış olurum, dişsiz bir tavşan gibi ondan kaçmamış olurum. en güzel şeylerin, bu dünyaya sırf bizi denemek için, büyük ödülü almamızı daha zorlaştırmak için getirildiğine inanmıyorum. boşluğun güvenliğini de istemiyorum. hayatı bu kılığa sokmak insanlara da tanrılara da yakışmaz."
  • büyülü gerçekçilik ile yazılmış, ilginç bir kitap. benzetmeleri harika, içinde onlarca altı çizilecek cümle var, roman olmasına rağmen güzel bilgiler de içeriyor. ancak şöyle bir tuhaflık vardı. normalde okunan romanda baş kahramana ya da belli bir karaktere yakınlık duyar, onu hissedersiniz. ancak bir amerikalının zihniyetine sahip olduklarından mı nedir bu eserde hiçbir roman karakterine kanı ısınmıyor insanın. öylesine önünüzden geçip gidiyorlar sanki. o kadar yabancı.
    ayrıca yazar bazı yerlerde lafı o kadar uzatmış ki, sayfa sayısına göre mi para aldın arkadaş dedirtiyor. o kısımları da oldukça bayıcı.
  • nasıl bu kadar zamandır okumadığıma hayıflandığım oldukça başarılı tom robbins romanı , bir anda çağlar arası bir seyahate çıkartıyor sizi , güldürürken düşündüren , insanoğlunun varoluşundan bu yana takıntı haline getirdiği ölümsüzlük ancak bu kadar güzel işlenebilir , mitolojinin haşarı tanrısı pan hikayeye ayrı bir tat hatta koku vermiş diyebiliriz okurken burnunuza gelecek* , koku duyusu da ölümsüzlük kadar ön plana çıkartılmış kitapta , kısacası çok güzel harmanlanmış mizah , felsefe ,aşk ve daha bir sürü şey....okunacaklar listenize mutlaka almanızı öneririm
  • beğenip beğenmediğimi anlayamadığım kitap.
    olay, kurgu, birçok hikayeyi birleştirmesi ve bunu son derece başarılı yapması güzel lakin arkadaş bazı yerlerde ne dedi hiç anlamadım.
    neden bu kadar uzun uzun, gereksiz betimlemeler vardı, neden bazı yerler ve önemsiz şeyler apaçık anlatılırken bazı önemli yerler bu kadar kapalı anlatıldı hiç anlamadım.
    bir yerde ölümlerin yüzde doksanının intihar olabileceğini, çünkü insan yaşama karşı merak beslemez, var olmaktan çok az sevinç duyarsa bilinçaltı hastalıkla, kazayla, şiddetle işbirliği yapar, onları kendi üzerine çeker mealinde bir cümle vardı. bu cümleye inanıyorum, ölümsüzlüğü bilemem ama sanki yaşlanmayı da yavaşlatabiliriz gibi geliyor. öyle üzerine bir hayli düşündüm bir hayli zaman daha da düşünürüm sanırım.
  • okuyanı 1000 yıllık bir serüvene çıkartan, çiçeklerin dinozorların sonunu getirdiği tezini okuyucuya kabul ettiren, bazı kısımlarını kağıda döküp her gün okuma isteği veren bir tom robbins romanı.

    yazar kitabın son 20 sayfasında kitapta kullandığı imgeleri bize kendimizi salak hissettirmeden çok güzel açıklamış..

    çiçeklerin dinozorların sonunu nasıl getirdiğini ve ölümsüzlüğü merak eden bu kitabı okusun.

    --- spoiler ---

    vücudu girdiği renkte terk eden tek gıda pancardır. inanmayan bokuna baksın.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    tek bir kitaptan okuduğumuz en iyi roman
    küçük bir iskandinav topluluğunun kralı olan alobar, ülkesinde krallığın verdiği keyif ve rahatlıkla yaşarken işler yolunda gitmiyor ve ölümsüzlüğe meydan okumak için yola çıkar. doğu'ya doğru yol alan kral yolculuğu sırasında da yunanistan'da zevkin ve çobanların tanrısı pan ile tanışır. bundan sonra da yolculuğu daha absürt hale gelir. hindistan sonra,
    tekrar avrupa, en sonunda da yeni dünya'ya uzanan ölümsüzlük ve bilgelik yolcuğu sürüp gider. tabii bir de onda ölümsüz aşkı bulduğu hintli kudra var.

    kitapla beraber ölümsüzlüğe bile inanmaya başlıyorsunuz. aslında yazarın da amacı buydu bence. kitabın kapağını kapattığında okuyucuya ölümsüzlüğü inandırmak, hayatın ne ciddiye alınacak ne de alaya alınacak bir olgu olduğunu öğretmek, bir başka deyişle hayatı koklatmak. insan yaşarken de ölümsüzlüğü hissedebilirmiş meğer.sanırım bende isterdim sevdiğim insanla sultan mehmet döneminde yaşayıp daha sonra günümüz festivallerine de katılabilmeyi.

    son olarak benim kitapta alobar'dan sonra dikkatimi en çok çeken karakter pan'dı.unutulmaya yüz tutmuş tanrı pan.bir dine inanan son kişide öldüğünde tanrılarında bize öldüğünü gösteriyor pan.alobar'ın peşinden önce fransa'ya daha sonra da yeni dünya'ya yani amerika'ya gider.pan'ın yolculuğuna bakılırsa, önce uygarlığın kurulduğu yer olan yunanistan'da doğmuş, sonra aydınlanmanın yaşandığı fransa'ya gitmiş, en sonunda da 20. yüzyıldan beri dünyanın hem siyasi hem de kültürel efendisi amerika'da son bulmuş. bunu kullanarak inceden okuyucuya mesaj vermesini çok sevdim.medeniyet neredeyse şehvet de haz da orada.
    --- spoiler ---

    görsel
  • youtube'da (bkz: çeviri konuşmalar) kanalında (bkz: luc ferry)'nin gılgamış destanı hakkında bir konuşması ile başladı hikaye. muhteşem bir anlatımla bu destan merak uyandırdı bende.

    hemen sonra (bkz: muazzez ilmiye çığ) hocamızın gılgamış destanı kitabını da bir çırpıda bitirdim veeee elime bu kitap geçti.

    (bkz: parfümün dansı) değişik bir anlatım tarzına ve içeriğe sahip.
    geçmişle günümüzün tuhaf sarmalı..
    mitoloji, budizm, varoluş sancıları vs vs.

    fark ettiğim şey ise şuydu.

    ölümsüzlüğü arama yolunda başlarından geçen olaylar çerçevesinde (bkz: gılgamış) karakteri ile (bkz: alobar) karakterinin birçok yönden benzeşiyor oluşu.

    alakasız mı bilmiyorum. ben mi benzetmek istedim bilmiyorum ama ikisi ile de tanıştığıma oldukça memnunum.
hesabın var mı? giriş yap