• ... (bkz: borges ve ben)
  • yaşamın içinde olan herşey üzerine düşünmeye çalışan arjantinli bir yazar. görülebilen ve dokunulabilen bulguların yüzeylerinde oyalanmadı ama gizemciliğin sallantılı tahtına da yüz vermedi. "çoktaan bilinmekte" olduğu sanılan şeylerin, kesin olguların kenar boşluğunda ürettiği soruları sürekli artırarak yaşadı borges. "yorgun bir adamın düşülkesi"nde 'olguları bir yana bırakalım' diyordu. 'kesin olgular' uydurma ve düşünme için birer başlama noktası olmaktan öte bir şey de değildiler. kuşku ve unutma öğretiliyordu borges'in düşülkesi'nde. külliyatların ve müzelerin olmadığı, fazladan hiçbirşeyin bilgisine ihtiyacın duyulmadığı bir ütopya. düşleri tanrı'nın insana bahşettiği sonsuzluk alanı olarak görüyordu. önce düşü görüp sonra mı yaşıyordu, yoksa öykü mü başına geliyordu bilinmez. düş ve gerçekliğin, sonsuzluk ile parçanın ilişkisi, geçişkenliği ve kesişmeleri üzerine pek çok öyküsü vardır. hatta bir karabasan gibi kaçtığı ama dilinin vazgeçilmez metaforları olan "labirent" ve "ayna" bu gaib sorular ormanının görünür temsilcileridir. borges'in kısa ve bilgece akıp giden hikayelerinin bunca okunmasının sebebi, insanın özgürlüğü, insanın evrenin gördüğü bir düşten ibaret olduğu kuşkusu, kaderin sınırları gibi en çetrefilli meseleleri okuyucu için olabildiğince kolaylaştırarak; onları gündelik hayatın akışı içinde anlamlandırarak aktarmasıydı. 'sözcükler paylaşılmış bir hafızayı gerektiren simgelerdir' diyordu. ancak bir 'köprü' idiler. sanat rüyalar ve hayaller ülkesi üzerine yapılacak büyülü ve şaşaalı bir etkinlik değildi ona göre. 'gri' köşeler borges'i gözalıcı olanlarından daha ziyade çekti. öte yandan bir gerçeği ispatlamak kaygısıyla, edindiği tecrübeleri serdetmek üstünlüğüyle yazmaktan geri durdu. "eğer elimde bir zenginlik varsa o, kesinliklerden değil, zihinsel karışıklıklardan oluşuyor"...

    avrupa'nın çıkış yolu

    kendi ülkesinden önce başka ülkelerde meşhur olmuş ve çok geniş bir okuyucu kitlesi tarafından okunmuş, ender yazarlardandır borges. bunda savaş sonrası avrupa'sının kimi yaralarını sarmakla meşgul, kimi naturalizm'in sığlığında yuvarlanan, kimi de boşluk içinde bir yön arayan avrupa ülkelerinin edebi durumunun da payı var. iletişim yayınlarından çıkan ve yayımı nazikçe ölüm yıldönümüne denk düşürülen james woodall imzalı kitapta şöyle deniyor: "tüm dünya edebiyatı için borges bir çıkış yolu oldu. zarif nüktelerle ışıldayan entellektüel gücü avrupa'nın örselenmiş kültürleri üzerinde düşünme olanağı yarattı ve bir yanıt oluşturdu." gerçekten de o, bir türk hakkında duyduğu söylenceyi italyan bir kahraman üzerine kurgulayıp -çünkü türkleri çok iyi tanımıyordukapı komşusu gibi konuşturabilirdi (bekleyiş). iskandinav kökenli bir ozanı tek bir sözcükten oluşan efsanevi bir gelenek üzre konuşlandırabilirdi (undr). kum kitabı'nda olduğu gibi de yapabilirdi mesela. bombay'dan gelen 8-9 sayfalık bir kitabın yalnızca bir tek kez görünen sonsuz sayıda sahifeden oluştuğunu anlatabilirdi. ve bu, borges'in evren içindeki olasılık sonsuzluğuna duyulan dehşetin 'sükun' içinde aktarılışından başka bir şey olmazdı. "varolmak fotoğraflanmak"sa eğer, "gerçek' lekeli bir yalandı; ama insan evrenin mucize olduğuna 'şaşmadan' yaşardı, yaşıyor olduğuna şaşmadan...

    kitap ve körlük

    "yazarken kimi zaman yazdığımın daha önce var olduğu duygusuna kapılırım. başlangıcı ve sonu aşağı yukarı bilirim, aradaki bölümleri ise keşfederim. ama onların benim özgür istemime bağlı oldukları duygusuna kapılmam. onlar nasılsalar öyledirler, ama gizlenmişlerdir, şair olarak görevim onları bulmaktır." herşeyi önceki bir dünyada gör müşmüydük? bilmek dediğimiz 'hatırlamak' mıydı yoksa? bacon'un dediği gibi miydi; öğrenmek anımsamaksa bilmemek yalnızca unutmuş olmak anlamına mı geliyordu?. belki de bu yüzden bir kitap okumanın aşık olmaktan ya da seyahat etmekten aşağı kalır yanı yoktu borges'çe. okuyacak, hatırlayacak; hatırlayacak ve kitap olacaktık. insanoğlunun başına örülen çorapların nedeni buydu. şarkısını söyleyebileceğimiz bir şeylerin olması gerekiyordu; herşey eninde sonunda kitap olacaktı.

    1955'te kaybettiği gözlerinin ardından ağladığı söylenemez. şöyle demiş: "bir şey sona erdiği zaman bir şeyin başladığını düşünmemiz gerekir." yazar için körlüğün en acı yanı okuyamamak olsa gerek. okuyamıyor oluşunun iyi yanlarını bulmuş; söylediklerine bakılırsa bu sayede zamanın farklı akış biçimlerini duyumsama şansı elde etmiş . borges anglo sakson dilleri hakkındaki merakını da bu dönem tatmin ediyor. bol bol dolaşıyor ve ona verilen bu loş dünyanın her anını 'yaşıyor'. işte "armağanlar şiiri"nden bir bölüm: "kimse yakınıp yerindiğimi sanmasın / bu lütfundan yüce tanrının / bana ilahi bir şaka yaptı / kitabı ve körlüğü aynı anda bağışladı" nihal bengisu
  • anlar(ın adamı)

    eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
    ikincisinde daha çok hata yapardım.
    kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
    neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar.
    çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
    temizlik sorun bile olmazdı asla.
    daha çok riske girerdim,
    seyahat ederdim daha fazla.
    daha çok güneş doğuşu izler,
    daha çok dağa tırmanır,
    daha çok nehirde yüzerdim.
    görmediğim bir çok yere giderdim.
    dondurma yerdim doyasıya,
    daha az bezelye.
    gerçek sorunlarım olurdu
    hayali olanların yerine.
    yaşamın her anını gerçek ve
    verimli kılan insanlardan olurdum.
    farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
    anlar, sadece anlar, siz de 'an' ı yaşayın.
    hiçbir yere, yanına: termometre, su, şemsiye ve
    paraşüt almadan gitmeyen insanlardanım ben.
    yeniden başlayabilseydim,
    ilkbaharda, papuçlarımı atardım.
    ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayakla.
    bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
    çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer...
    ama işte, 85' imdeyim ve biliyorum...
    ölüyorum...

    jorge luis borges
  • (bkz: postmodernizm)
    (bkz: ayna)
    (bkz: labirent)
    (bkz: maske)
    (bkz: alegori)
    (bkz: şaşırtmaca)
    (bkz: bilmece)
    (bkz: mitoloji)
    (bkz: parodi)
  • ismini yanlis telaffuz etmekten utandigim , yollari catallanan bahce'yi okuyunca ulan ne asmis adam kuantum fiziginin yorumlarini edebiyata sokmus, hala yasasa da gidip elini opuyum dedigim yazar. keske roman da yazmis olsaydi da okusaydik
    yillar sonra gelen edit: yarim donemlik ispanyolca dersi sonucunda nasil telaffuz edilecegini ogrendigim yazar
  • "yol taşın kendisidir" diye bir cümle yazmıştır*
  • 1899-1986. arjantinli yazar. 1920'lerde yazmaya başladı. 1960'lara gelindiğinde dünya çapında ünlü olmuştu. 1970'lerin ikinci yarısından itibaren yapıtları türkçe'ye de çevrilmeye başlandı**. yapıtlarında gerçek ile kurgu öyle bir yer değiytirir ki, sonunda ortaya çıkan gerçeğin ironisi olur. (şimdi ne dedim ben?)
  • "a prayer" adli yazisi oldukca guzeldir ve diger pek cok oykusu gibi farkinda olmadigimiz seyleri goz onune koyar,dua etmek gibi kendini en az kandirma olasiligin oldugu olayi alir ve neredeyse ilginc bir pismanlik ve farkindalik duygusu koyar yerine
    "asking that my eyes not be filled with night would be madness;i know thousands of people who can see,yet who are not particularly happy, just, or wise.time's march is a web of causes and effects and asking for any gift of mercy, however tiny it might be, is to ask that a link be broken in that web of iron, ask that it be already broken. no one deserves such a miracle..."
  • bir sevgiliye söylenebilecek belki de en hosnut edici (ya da duruma göre en korkutucu ! ) söz ona aittir : << seninle ya da sensiz olmaktir benim zaman ölçütüm. >>
  • siz okurken
    borges yazmiyor; çilginca seylerin koleksiyonlarindan olusmus büyük bir labirentte seyahat ediyor.buna freud'cu terimlerle "ölüm dürtüsü" diyebiliriz.borges'in mlüm dürtüsüyle gerçeklestirdigi bu muglak yolculuguna taniklik ediyorsunuz.bu büyük labirent platon'un eczanesine dönüsüyor. siseler birbirine karisiyor. bir rüya metninin gerçekligiyle anlatinin merkezsizlestigini anliyorsunuz. bu sisiler zehir mi yoksa ilaç mi barindiriyor bilemiyorsunuz.bu yapisökümün evrimlerinden biri olarak postmodern edebiyatta yerini almistir.

    adlandiralamayan iliskilerin foucault'nun "heterotopia" kavrami ile açikladigi hetero/homoseksüel arzularla örüldügü kahramanlarin diktonomisini borges en serüvenci tatlarla isler.

    evet, büyük bir giz (phoenix) içinde ficciones içindeki öykülerde narsisizmin kadinin varligini ve cinsel eylemi nasil yoksunlastirdigini anlatir.bu fransiz felsefesinin agir tasi "olanaksizlik"in genel edebi tariflerinden biri sayilabilir.borges lacanci psikanalizdeki "olanaksiz-sey-olarak-gerçek"in tanimina yaklasmistir. bu yüzden birçok elestirmen için borges "olanaksizligin sairi"dir.

    el tango crea un turbio

    pasado irreal que de algún modo es cierto,

    el recuerdo imposible de haber muerto

    peleando, en una esquina del suburbio.

    borges de foucault ve derrida kadar "boslugun sorununu" sorgular.
    bütün psikanalitik elestiri geleneginin masaya yatirdigi beden ve metin iliskisinde yaratilan hayali yapilar "gerçeklik" ve "tensellik" kavramlarinin yerlerini degistirir.bu borges fantezileri için söylenebilecegi gibi oscar wilde masallari için de söylenebilir.
    lacan'in israrla üzerinde durdugu "gerçek fantezi kurgusundadir" düsturunu wilde yetmis yil öncesinde "iyi kurgulanmis bir fantezide kuru bir gerçeklikten daha fazla hakikat payi vardir" diyerek anlatmisti. sonuç olarak bu aksiyom borges'in fantezilerindeki kendi beninde tasidigi feminen ruhu kahramanlar araciligiyla buluruz. andersen'in külkedisi gibi..
hesabın var mı? giriş yap