• beş günlük ayder rehabilitasyonumu iki gün evvel sonlandırıp, zorunlu hayat engamesine geri dönen biri olaraktan ısrar ediyorum; "bol bol kamp yapın uşaklar!"
    telefon çekmiyor, elektrik !!! yok (forever lüküs!), yiyecek de sadece yanınızda kısıtlı getirdikleriniz..
    yapılacaklar listesi:
    - kendini dinlemek, düşünmek yok!
    - küçük çaplı treking
    - deli gibim kitap okumak
    - güzine dibinde kedi gibi kıvrılıp uyumak

    yeme-içme faslı için ise; (ayder için söylüyorum)
    derede balık bol, yakınlarda ineği olan kesin biri de vardır; oradaki yaşlı teyzemden de yoğurt-çökelek-köy ekmeğini al.. yan gel osman, ohhh yi memet yi!

    akrabanın derme çatma, tek odalı, helası dışarda bi kulübesi var ayder'de, kışın soğuğunda kimsenin götü de yemiyor çıkmayı..
    (bkz: deli mi sikti seni?)
    (bkz: buyrun, o benim)
    yalnız kalmak için birebir! kamp sonuçta aga, fazla kalabalık olmamalı. kafanı ütüleyen güruhtan kaçmıyor musun zaten? onları da yanında getirmenin amacı ne?
    aranız iyi ise eşin ya da sevdiğinle de kamp kurulabilir. ama yok bozuksa, kesin ve kesin tek gidin! etrafta kimsecikler de yok, bi de limonisiniz, durduk yere birbirinizi boğazlamayın!

    neyse, pamukkale turizm'in aylık dergisinde (şubat sayısı) türkiye'de kamp yapılacak 20 harika yer makalesi vardı, üşenmeyip taradım.. belki kamp yapılacak yerleri araştıran birinin işine yarar..
    1 2 3 4 5
  • gecici konaklama icin in$a edilen mini yerle$im yerlerine denir.. ortaya bir ate$ yakilir geyik cevrilir ve etrafinda uyunur..
  • doğayla içiçe bir bungalowda, bir çadırda, cırcır böceği sesleri eşliğinde, hafif bir meltemle uyumak. ne yazık ki her zaman öyle olmamaktadır.
    örnek 1a: iki buçuk saat banyodaki kahverengi oluşumları çamaşır suyu ile fırçaladıktan sonra, hala her su tutşda duvarlardan kahverengi bir şeyler akması. sifonun klozete bağlandığı yerdeki temazsızlık nedeniyle suyun tuvaletin içine gitmek yerine banyonun bilimum yerlerine fışkırması, sinekler için pencerede koruyucu tellerin olması fakat bunların bir türlü pervaza oturmaması, böcek sesi yerine her yarım saatte bir geçen yük trenin sesi, hafif bir meltem yerine insanı yatağa yapıştıran çılgın nem, ve tüm bunların ötesinde ertesi sabah sekizde kahvaltıda olmak zorunluluğu ve günün ilerleyen saatlerindeki uluslarası kamp toplantısı için okunması beklenen onlarca sayfa on puntolu yazı, ve tüm bunların arasında nasıl olduğu anlaşımayan bir şekilde böyle bir mekanda wireless internet bağlantısı bulunması.
    varan1: kamp yapmayın
    varan2: kamp yapıyorsanız da kendi çadırınızı tasınızı tarağınızı toplayıp gidin
    varan3:kamp yapmaya gittiğinizde kamp yapmak dışında bir amacınız, dürütnüz, mizyonunz olmasın
    varan4:afrikalı kabilelerin çanak antenle uydu iletişimlerinin olması sizi şaşırtmasın perdesi bile olmayan kamplarda internet bulabilebilirsiniz.
  • yaz ayları çocukluğumun geçtiği yerlerdir.

    memur çocuğu olarak her yaz bir tatil beldesindeki kampta 15-20 gün kalırdık. genelde ptt ya da maliye kamplarına giderdik.

    kamplarda muhtelif gecelerde eğlence olurdu, civar yerlere geziler düzenlenirdi. çocuklar bol bol oralet içerdi, kantinden ya da kafeden bir şey para ile değil fiş ile alınırdı. her paranın fiş rengi farklıydı. odaların birinde mutlaka ranzalı yatak olurdu. çocuklar hemen kaynaşırlardı. ateri ve oyun salonu olurdu. odalarda televizyon olmazdı, ortak bir televizyon açıkta dururdu. geceleri yatmadan önce cırcır böceklerinin eşliğinde herkes balkonlarında oturur, meyve yerdi. böcek ilaçlaması olurdu, her taraf toz duman içinde kalırdı. haaa bir de kamp anonsları vardı meşhur. nasıl da severdim o anonsları.

    gittiğim kamplar: antalya lara, antalya liman, akçay, erdek, urla, marmaris, didim.

    en çok sevdiğim marmaris'teki maliye kampı idi. bungalov evlerde kalmıştık. arkamız ormandı, deniz şahaneydi.

    en çok gittiğimiz ve en çok anımın olduğu ise antalya lara'dır. o da güzel bir kamptı. maalesef ilk özelleştirilenlerden biri oldu.

    urla kampı ise yokuşu bol, inişli çıkışlı bir kamptı. deniz çok yosunluydu ama biz başka bir taraf keşfetmiştik. herkesin girdiği yerden değil de biraz daha aşağıda bir yerden girerdik ve orası tertemizdi.

    erdek kampı ise bence en kötü kamptı. denizi deniz analarıyla dolu olduğu için 10 gün denize girmemiştim.

    ne güzel günlerdi. günü birlik de askeri kamplara girerdik. antalya karpuzkaldıran, eski foça deveboynu ve eski foça kara kuvvetleri kampları.

    çocukluğum gibi kamp kültürü gerilerde kaldı. ah ah.
  • huzur ve keyif veren faaliyetlerden biridir. özellikle doğa kampı eşsiz bir deneyimdir. tabi kampa giderken sinek kovucunuzu yanınızdan eksik etmemek faydalı olur. iyi ve kötü tecrübelerimden bazılarını aktarmak istiyorum. kampa çıkarken yanınızda kamp hamağı olsun mutlaka. akyaka’da ücretsiz çadır atmak yasak olduğu için eğer gizlice kuracak bir yer bulamazsanız azmak nehrinin anına hamak kurup uyuyabilirsiniz. fakat geçen sene arkadaşım içi dar hamak kullandığı düşüp kafasını çarpmıştı. klasik decathlon hamağından almak daha faydalı. çadır kurmadan önce gün doğumunu da hesaba katarak kurulum yapın. kargıcak koyunda kamp attığımda son marketten suyumu almayı planlamıştım ve unuttuğum için yarım saatlik toprak yolu geri dönüp su alamamıştım. sabah susuzluk içinde bölgedeki çeşmeleri kontrol etsem de su yoktu. ayrıca sahildeki arılar ve sabah ısıran uçan böcekler yüzünden çadırımı toplayıp eve dönmüştüm. alnımda ve vücudumda ısırdıktan kaynaklı şişlikler meydana gelmişti. urla altınköy’de ise ikinci gün işletme şikayet ettiği için çadırımızı indirmiştik. akşam karanlığında toplamaya üşendiğim için inik bırakmıştım ve gece domuz çadırımdaki ekmeği almak için yırtmıştı. çadırım telef olmuştu. tabi ondan öncesinde arkadaşıma çadırımı emaneten verdiğimde ıslak ıslak topladığı için küflenmişti. ben birkaç hafta sonra çadırın kokusunda şüphelenip açtığımda çadırı yıkayıp kurutmam gerekti. iş görüyordu tabi yine de ama kimseye güvenip de çadır vermeyin derim. mesele eşya değil, eşya sadece bir göstergedir. ama insanlar eşyanıza sahip çıkamıyorsa size de değer vermiyordur. bundan emin olabilirsiniz. zaten sonrasında bunu bir şekilde tescil ediyorlar.
  • ülkemizde yapmak zordur.

    kamp alanına gidersiniz, oralık kezban ve apaçi dolu. gecenin 2’sinde bağıra bağıra konuşup gürültü yaparlar, gürültü istedek bodrum’a giderdik amk. diyemezsiniz.

    kamp alanı dışında kamp yapmak da son derece riskli, başınıza bela alma ihtimaliniz yüksek.

    dediğim gibi, ülkemizde yapmak zordur.
  • tamamen medeniyetten arınarak orman kanunlarına geri dönmektir. yapılan her kampta aslında biraz survivor riski vardır; tedbirinizi alırsınız, ama bu riski de göze alırsınız. kamp denilince önce akla koruma altındaki belirlenmiş bir alanda topluca kurulan çadır ve çalınan gitarlar gelir; fakat bu gerçekte sadece bir pikniktir. ailece yapılan kamplar da vardır. yine bunlar da arabayla bir yere kadar gidilen, sonunda göze hoş gelen bir çimenlikte yayılmaktan ibarettir... bunların hepsi güzel şeylerdir; fakat adrenalini yükselten doğa deneyiminin yerini de tutamaz. doğada telefonunuzun şebekesine ulaşamazsınız, en yakın medeniyet de size kilometrelerce uzaktadır; teknoloji de size yabancıdır navigasyon cihazınız yoktur bellek gücünüzden yararlanmayı denemezsiniz kaybolma riski taşırsınız. motor gücünden yararlanacağınız aracınız yoktur ve ayaklarınızı iyi kollamalısınız. herhangi bir yaralanmada ambulans çağırmak gibi bir seçeneğiniz yoktur ve karşınıza çıkabilecek ve orman kanunlarına göre hareket edecek bir hayvan karşısında kıçınızı tanrınız ve sizden başka kimse kurtaramaz. gece de çökünce çakalların ya da uzaktaki kurtların uluması ile zindan karanlık bir ormanın ortasında yalnızlığın ne olduğunu anlayacaksınız; cesaretinizi, bundan daha iyi hiçbir şey test edemeyecek. neredeyse 1 metre boyunda vahşi görüntüsüyle medeniyette iken ürkütücü görünen o bıçağınızın şimdi ne kadar küçük, güçsüz ve bir kürdan gibi durduğunu görecek; -evde böyle durmuyordu ?- diyeceksiniz. anlam veremediğiniz ne olduğunu çözmekte güçlük çektiğiniz seslere karşı sürekli tetikte olacaksınız, kendinize cesaret vermek için bir tabancanız varsa havaya boş bir atış yapacak ve göremediğiniz düşmana karşı bir ateş yakıp gövde gösterisi yapacaksınız.

    sabah olup kuşların öttüğünü - güneşin çadırınıza vurup sizi ısıttığını görünce aslında korkulacak bir şey yokmuş diyeceksiniz ve gecenin uykusuzluğunu öğleye kadar uyumakla telefi edeceksiniz. biraz acıkacaksınız; mataranızdaki suyun bitmesi biraz neşenizi kaçıracak. yanınızda bir dostunuz varsa -sende ne kadar kaldı- diyerek; onun dolu olan matarası ile hayatın bir anda nasıl güzelleşip sevince nasıl dönüşebileceğini anlayacaksınız. kaç günlük yemeğinizin kaldığını ve kötü durumda ne yapmanız gerektiğini konuşacak; bu konuşmaları arada bir, -dün gece neler oldu öyle- diyerek böleceksiniz. adrenalinin zevkini almaya başladıkça ileri ileri gideceksiniz; yanınızda bir plan ve o haritasını da getirdiyseniz saatlerce yürünmesi gereken noktayı bir kahramanın heyecanıyla göze alacaksınız. bu belki ikinci - üçüncü gününüz ve duş almamış biraz ter kokmaya başlamışsınızdır; ama pek sakıncası da yok, çünkü doğanın o atmosferi bu kokuyu sizin için gizleyecek. hedefinize varmak için bazen sanki tih çölüne çıkmış gibi güneşin tepenize vurup ayaklarınızın altında mıcır ve taşların olduğu o uzun yollarda yürüyeceksiniz. başınıza güneş vurmaması için şapka takmanız ve güneşin ışınlarından korunmak için gözlük takmanız artık aksesuar olmaktan çıkacak. fakat o da sizi bunaltacak, bazen şapkanızı kaçtığınız gölgelerde çıkaracaksınız; ama bu kez de ter kokan ve toz toprağın da etkisi ile fırça gibi sertleşen saçlarınızın etrafında bir sinek kolonisi gideceğiniz yere kadar size eşlik edecek. hava kararmadan bir yere varmak için acele de etmelisiniz ve bir yer bulmalısınız. kıçınızı güvenli bir yere park etmelisiniz; öyle önünüze gelen yere çadır atamazsınız.

    ama her şeye rağmen bir erkek için askerlikten daha eğlenceli anı ve maceralar biriktireceksiniz. öteki salon kampçıları gitar çalışlarını ve çimenlere yayılıp biralarını nasıl içtiğini anlatırken; siz veteran duracaksınız; onlar iki sözcükten öteye gidemezken sizin anlatacağınız anı ve maceralar bitmek bilmez. onları küçümsemeye başlar ve onlara çaylaklar gibi bakarsınız. çünkü yaptıkları pikniklerini anlatıyorlardır, fakat siz öyle misiniz; gerektiğinde ormanda bir vahşi gibi yaşarsınız. konserve kutunuza giren böceği bile sorun etmemiş; "aç kalınsa yenir aslında" diyerek bakmış, şimdilik bir kenara bırakmışsınızdır. alüminyum tavanıza sosislerinizi belki de böyle zebellah gibi atmış içine kaçan sinekte arada pişmiş; fakat afiyetle yemişsinizdir. çünkü elinizdeki yemek budur ve orada bakar mısınız diyeceğiniz bir garson yoktur, yakınlarınızda bir market de yoktur.

    kamp bir doğa deneyimi ve medeniyetten arınmaktır. bu modern yaşama alışmış insan için de risklidir. ama bunun tecrübesini edinen ve dikkatli adım adan kişiler için de iyi bir deneyim ve heyecandır. aynı zamanda da medeniyet nefreti taşıyan insanlar için de oldukça heyecanlıdır. yine de bunu önüne gelen herkesin yapması ya da direkt bodoslama dalması önerilmez. hafife alınacak bir tarafı da yoktur; ne olursa olsun yardım talep etme seçeneğinizin asla olmadığı bir zamana gideceksiniz. bu yüzden kamp sanıldığı gibi mekanda değil zamanda bir yer seçmektir. yapmış olduğunuz kamp hangi zamana ait olacağınızı belirler; belki günümüzde kalmayı tercih eder korunaklı bir yer seçersiniz veya daha geriye doğru gider orman kanunları altına girersiniz.

    bu fevkalade, süper entry'i bitirirken zamanda geriye doğru gideceğiniz bir kampta yanınızdaki arkadaşınızın size bu konuda yüzde yüz benzemesi gerektiğinin altını çizmeliyim... en küçük bir benzersizlik adrenalin dolu ve ama sonunda keyifli anılara dönüşecek olan kampın altını üstüne getirir. bu kişi deyim yerindeyse dostunuz olmalıdır; bazen stresli geçecek olan durumlar olacak ve tartışmaya başlayacaksınızdır, hesaplanmamış gerginliklerde birbirinizi suçlayacaksınızdır ve onun dostunuz olması bunu kısa tutacak ve bu gerginlikten sonra yerini ikinizin saçmalamasına güldüğünüz; bunu bile anlatılacak anıya dönüştürdüğünüz keyifli bir hatıraya çevirecektir. fakat yabancı veya salon arkadaşınızla bunu yapamazsınız; doğa cesaretinizi ve bir parça karakterinizi olduğu gibi arkadaşınızı da açığa çıkarır. medeniyetten uzaklaşılmış doğada kimse rol yapamaz.

    son olarak da; tek başına kamp yapma düşüncesinde olanlar için de tecrübelerden yararlanarak anlatmış olduğum iki entry'im var: #68391372 - #69620532 bu deneyimi ise bence tecrübe sahibi olan herkes yaşamalıdır... insanın kendisini sorgulama baskısını hissedeceği bundan daha iyi bir fırsat olamaz. doğanın ortasına atılmış ve dünyada da sizden başka kimse yokmuş hissine kapılır kendinizi duymaya başlarsınız. bu deneyimi iki kez yaşadım ve tecrübe sahibi olup da, yanımda güvenlik tedbirleri için bulunan önlemlerime karşı bile korkularıma bir müddet engel olamadım. ama sonra, bu korkunun aslında insanın kendisini duymasıyla ortaya çıktığına kanaat getirdim. yine bu konuda tanıdığım deneyimli olanların da benimle aynı korkuları yaşadıklarını duydum. ama bunun için yattığınız yer medeniyetle ilişkisi kesilmiş olan bir yer olmalıdır ve geriye dönüş kesinlikle yoktur; bağırsanız duyulmaz, kaçsanız olmaz, yanınızda telefonunuz varsa da şebeke çekmez. ne olursa olsun o gece orada kalmak zorundasınız ve sizi oyalayacak hiçbir şey de yok. saat belki akşam 10 belki 11'dir zaman geçmek bilmez; zindan gibi karanlık her yer gök yüzünün karanlık mavisine bile ulaşamazsınız. baykuşlar öter çakallar ulur ve gözünüze karanlıkta ağaçlar bir cisim gibi görünür. ama yalnızsınızdır, yanınızda size benzeyen sizin gibi bir insan; bir arkadaş yoktur. bu anda yalnızlığın ne olduğunu ve kim olduğunuz baskısını hissetmemenize olanak yok. ama bu deneyimi -en azından belli ölçüde- kendini kontrol edebilme yeteneğine güvenmeyen ve doğa tecrübesi olmayan bir kimse de bunu denememelidir. aksi taktirde bu şoku atlatamazsınız.
  • türkiye'de 1930'lar ve 40'larda ilkokul öğrencilerini doğayı tanıması için devlet tarafından götürülen aktiviteydi.

    ikinci dünya savaşı sırasında da devam etti bir süre. kamp alanları şile, pendik, florya tarzı yerler oluyordu. her kamp alanında 100 200 öğrenci bulunuyordu. kamplar yazın okulların kapatılmasına yakın yapılıyordu.

    alman işgali tehlikesi hasıl olunca bu kamp olayları günlük olarak değiştirildi. bir hafta yerine 1 günlük doğa yürüyüşleri yapılmaya başlandı. yani bugünkü piknikler gibi bir şey yapılıyordu. bugünkü piknikler o günlerin devamı mıdır bilmiyorum ama açıkçası öyle gözüküyor. çünkü ben küçükken ilkokullar düzeyinde bütün sınıflar toplanıp 10 12 otobüs kiralayıp öyle hareket ediliyordu. şimdi düşünüyorum da acaba müfredatta mı vardı bu piknik olayı. eğer müfredatta varsa bizim piknikler kesin o günlerden kalmadır. yoksa bizim öğretmenler hayatta bu tür büyük insan kitlelerini hareket ettirmezdi.
    görsel
    işte görseldeki foto, kampların akıbetini duyuran gazetelerden, 1940 yılından.
  • santiyelerdeki konaklama alanina da kamp denir. prefabrik yatakhane, lokal, yemekhane, market, berber vs prefabrik binalardan olusur. (sehirici santiyelerde beyaz baretler genelde eve cikar ama ozellikle sehir disi santiyelerde cumbur cemaat tum personel kampta yasar.) disi populasyonu sifira yakin oldugundan erkekler cok romantik olur. biyigi olmayan tum kadinlara dunya guzeli gibi davranir. * haliyle.
hesabın var mı? giriş yap