• (bkz: immanuel kant)

    estetiği hakkında konuşmadan önce kant'ın epistemolojisi ve etiği hakkında bir şeyler bilmek gerekmekte, çok kısaca özetleyip estetiği hakkında konuşmaya başlayalım.

    kant, insan aklını her şeyden önceye koyar ve aklın, rasyonelliğin her insanda aynı şekilde çalıştığını söyler. bu anlamda bilim yapabiliyoruz, bu ortaklık sayesinde matematik var ve bunun etkisi ile birbirimizle iletişim kurup anlaşabiliyoruz.

    ama biz gerçeklikle ilgili sadece sınırlı bilgiye ulaşabiliyoruz çünkü sadece aklımızın filtrelerinden geçen bilgiyi algılamaktayız. renk körlüğü oranı %0.1 gibi bir şey değil de %99.9 olsa, hasta olanın renkleri görenler olarak kabul edileceği gibi. biz a b'dir deyip buna doğru diyoruz ama bu sadece aklımızın ve duyularımızın ortaklığında sahip olduğumuz yargı. bu anlamda gerçekte neyin ne olduğunu bilemeyiz, der kant epistemolojisinde.

    aynı şekilde moral felsefesi içinde, her insanın aklı aynı yapıda ve aynı şekilde çalıştığından, ortak doğrulara aklımızı kullanarak ulaşırız ve bu doğrular sadece aklımızla ilintilidir, şartlara, sonuçlara hiç bir diğer etkene bağlı değildir, bir şeyi doğru yapan aklımızın bize onun doğru olduğunu söylemesidir diye kurar argümanını. görev ahlakının temeli budur.

    bu iki çok kısa özetten sonra asıl konumuza geçebiliriz. kant, estetiği aslında ampirik deneyimin bilişteki etkisini daha iyi açıklayabileceğini düşünerek anlatmaya başlar. başarır da. nasıl başarmakta anlamaya çalışalım.

    özet geçtiğimiz iki sistemdekinden farklı olarak, estetik deneyim ve estetik yargı kesin kurallara bağlı olamaz kant'ın anlayışında. çünkü bir şeyi güzel yapan hiç bir sebep yoktur aslında, bizdeki etkisinden başka. ve bu anlamda bütün estetik deneyim özneldir. aslında hepimiz estetik yargıların öznel olduğunu söyleriz ama diğerlerinden de bizimle aynı fikirde olmalarını bekleriz. çok beğendiğimiz bir manzaraya baktığımızda, yanımızdakine, "çok güzel değil mi?" diye sorarız. "değil." cevabı alırsak göt oluruz. (bkz: beynimden vurulmuşa dönmüştüm)

    kantta bunun farkındadır ve estetik deneyimin öznel olduğunun yanısıra, bir resmi, senfoniyi, manzarayı vs. 'güzel' olarak kabul edebilmek için onu güzel bulan her insanın, o resme, senfoniye ya da manzaraya karşı duyduğu öznel yakınlıktan kurtulabilmesi gerektiğini söyler. eğer ben resimde sürrealizm delisi isem, her dali portresine hayran kalabilir "ne harika." naraları eşliğinde izleyebilirim. ama bu sadece resmin benim 'hoşuma' gittiği anlamına gelir. ben o resimden gerçek estetik hazzı kafamdaki bütün ön yargılardan arındığımda alabiliyorsam, o zaman o resim 'güzel'dir. bu kapsamda bakınca da, ben biraz önceki şartları sağlayarak güzel diyebiliyorsam, kalan herkes her türlü ilgisinden, ön yargısından bağımsız olarak baktığında aynı hazzı alacak ve güzel olarak tanımlayacaktır. burdan 'güzel' nesneldir sonucuna varırız. nesnelliğini koruyamadığı vakit ise ona 'güzel' değil, 'hoş' deriz. bana güzel geldi'den ziyade, benim hoşuma gitti deriz. bu 'hoş' olma olayını biraz daha duyulara bağlamakta kant.

    hanımlar beyler, şimdi, bağımsız ile bağımlı güzellik terimleri sahneye çıkıyor. perde onlar için açılıyor. bu kısım belki de en önemli kısım, dikkat. bağımsız güzellik hiç bir kavrama, mantığa, bilişsel aktiviteye ihtiyaç duymaz. bir ağaçtan bahsedebiliriz bu konuda. erguvan ağacı benim favorimdir. sadece ağaca bakarak ve onunla ilgili hiç bir ek bilgiye, kavrama ihtiyaç duymaksızın onun güzel olduğunu söyleyebiliriz. klorofilinden, pigmentinden, turgor'dan bize ne. hem onlarla ilgilensek dahi bunun bizim "ne kadar güzel ağaç." yargımızla ne alakası var. peki kant neye bağlıyor bu ağacı çok beğenmemizi, meyve vermez etmez, gölgesi harika değil, pis pis döker yapraklarını. neden böyle hayran hayran bakıyoruz o zaman?

    çünkü, der kant, biz aslında o ağacın neden orada o şekilde olduğunu anlayamayız, amacını bilemeyiz, aklımız almaz bunu, hem belki de amacı yoktur. ama ona bakarken sanki o bize amacını sergilermiş gibi görünür. hayal gücümüzle anlama yetimiz birbiriyle çatışır. işte öyle hayran hayran bakmamızın nedeni budur. biz de yarattığı etki budur ve biz de buna 'güzel' deriz. bu süreçte aktif olan duyularımızdır, aklımız değil. bu yüzden kant saf estetik deneyimin, kavramsız, akıldan bağımsız olması gerektiğine parmak basar. bu yüzden bu şekilde deneyimlediğimiz güzelliği bağımsız güzellik olarak niteler.

    fakat, marion cotillard'ın güzelliği mesela, her ne kadar ona, güzelliğine olan ön yargılarımdan, maddi manevi ilgimden soyutlanıp baksam ve evet, her şeyden bağımsız güzel bu kadın desem de, yine de bağımsız güzellikten bahsedemeyiz. çünkü ben bağımsız güzellik derim ama melek gibi cotillard'ı erguvan yerine de koyamayız. çünkü burada ister istemez kavramları işin içine katıyoruz. bir insanın, tanım bazında varlığının, amacının ne olduğunun farkındayız. (bkz: ölmek) bu anlamda ben cotillard'a güzel derken, fakirlere çok yardım eden bir iyilik meleği olduğundan ya da fiziksel anlamda çok etkileyici olduğundan dem vurabilirim. bu iki yargıyı yaparken de belirttiğim gibi maddi manevi ilgimden soyutlanmış halde olabilirim. en azından kendimi öyle hissederken bu yargılara varmış olabilirim ve önemli olan budur. ama bunu yaparken dahi bir insanın nasıl olması gerektiği ya da ne yapması gerektiğine dair kafamda bulunan kavramlara göre hareket ederim. evet, deneyimimin etkisi büyüktür, ama saf değildir, bu kavramlara bağlıdır.

    kant'ın, ereksiz ereksellik dediği de, bağımsız güzellikteki bu unsurdur.

    böylece bir perdeyi kapatmış olduk.

    güzellik kadar önemli ikinci estetik öğemiz, ise yüce'liktir kant için.

    yücelik, güzellikten farklı olarak, aklımızı işin içine dahil eder. bu arada kısaca belirtmekte fayda var, akıl ile anlama yetisi farklı şeylerdir. anlama yetisi yalnızca deneyimleneni idrak edebilme iken, akıl işin içine girdiğinde, akıl yürütme üzerinden düşünme de dahil olur mevzuya. bir erguvanı deneyimlediğinizde bahsettiğimiz gibi sadece ereğine yönelik aşılır anlama yetiniz. yoksa aklınız erguvanı görmüş ve bir ağaç olarak tanımlamıştır bile.

    yücelikte ise bu sefer aklınız hayal gücünüzle çatışma içerisine girer. piramitleri görmeye gittiğinizde içinizden geçen "ne kadar harika." duygusu işte bu kategoriye girmektedir. büyüklüğü karşısında kendinizi aciz hissetmeniz onu 'yüce' yapar. kant buna 'matematiksel yücelik' der çünkü boyutlara ve büyüklüğe yöneliktir.

    'dinamik yücelik' ise kısaca büyük kanyon'dur. onun da büyüklüğü karşısında hayret duyarız. ama, kant'ın inancına göre, aynı zamanda dehşete düşeriz. yine, yeniden aklımız hayal gücümüzle karşı karşıya gelir. doğanın ne kadar güçlü olabileceğini anlar ve "güvenli bir korku"nun bizi esir almasına izin veririz.

    yücelik ve güzelliğin yapısını bu şekilde açıklayabiliriz. bir de unutmadan ekleyelim, kant insandaki ahlak anlayışının yücelik kavramı kadar değerli olduğuna inanmıştır. hem, ikisi de akılla bağlantılı olduğundan, hem de immanuel kant, yıldızlı gökyüzünü, kendi ahlak değerlerimize ulaşmamız kadar hayret verici bulduğundan.

    işte böyle, hanımlar beyler. reverans edip perdeyi kapatıyoruz. çıkışlar buradan
  • zor bu adamın estetiği. sanırsam güzellik anlayışını, hoşa gitme durumunu dörde ayırıyor:

    -nitelik bakımından, çıkarsız olarak hoşa giden şeydir.
    -nicelik bakımından, herkesin hoşuna giden şeydir.
    -ilişki bakımından, kendi dışında hiç bir erek(amaç) olmadan hoşa giden şeydir.
    -yön bakımından, zorunlu olarak hoşa giden şeydir.

    bu dört anlayış birbirinden zor. ya da bana öyle geliyor. şimdi birinciyi ele alalım:

    nitelik bakımından, çıkarsız, yani herhangi bir yarar gütmeden hoşa giden şeyler diye anlıyorum ben bunu. demem o ki, bir şeyin hoşuna gidebilmesi için herhangi bir çıkar olmayacak, direkt senin duyularına hitap edip, senin ondan faydalanma gibi bir durumun olmayacak. güzeli güzel yapan hiçbir sebep yoktur. ben bunu aşık veysel'in: "güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa" sözüyle bağdaştırıyorum. ne kadar doğru bilmiyorum.

    ikinciye gelirsek:

    nicelik bakımından, yani sayısal bir veri olacak diye anlıyorum ben bunu. senin hoşuna giden bir şeyin, başkalarının da hoşuna gitmesini isteyeceksin. senin güzel bulduğunu başkaları da güzel bulacak. ben elmayı güzel buluyosam herkes güzel bulacak. güzel bulmasalar bile güzel bulmalarını isteyebilirim ya da öyle umarım.
    burada, sanki güzelliğin evrensel olmasını istiyormuşuz gibi bir hava oluyor. belli bir zevk yargısının evrenselliğini kabul etmiş oluyoruz.

    üçüncü:

    ereksiz(amaçsız) bir ahenk, ya da amaçsız amaçlılık. kant burada zevk yargılarını, ne hoşa gitme durumuna, ne faydaya, ne de iyilik düşüncesine dayandırıyor.
    burada bir amaç olacak.

    "güzellik, öznel ve nesnel bütün amaçlardan uzaktır; yani bir şeydeki biçimin, hayal gücü ile düşünme gücü arasındaki hür bir oyuna uymasından ileri gelmektedir."

    bir de böyle bir şey var, bir üstündekiyle tamamen zıt gibi görünüyor. açıkçası ben bunu pek anlayamadım, ya da anlamaya çabalamadım diyelim. karışık çünkü.

    dördüncü:

    yön bakımından, zorunlu olarak hoşa giden şeyler. güzellik evrensel olduğuna göre, zorunludur. bilgi yetilerimizin işlerinde bulunmalarını mümkün kılan özel şartların bu evrenselliğine kant "ortak duyu" adını veriyor. yani öznel, tamamen kişiye göre ama evrensel. zevk yargılarımızdan ayrılmayan öznellik, nesnelliğe dönüşüyor. değişik.

    bir de yüce kavramı var. ve bu ikiye ayrılıyor:
    -matematiksel yücelik
    -dinamik yücelik

    matematiksel, büyüklüğe bağlı bir yüceliktir. yani eyfel kulesi bize büyük gelebilir ve onun yüceliği karşısında kendimizi küçük ve aciz olarak algılarız.

    dinamik yücelik ise tamamen güce dayalı. burada daha çok doğa yasaları falan devreye giriyor sanırsam.
  • "kant’ın estetik felsefesi ve yüce hakkında görüşleri

    yüce

    estetik doktrinler tarihinde hutcheson ve du bos ile görecilik (relativisme) dönemi kapanır, kant ile eleştirel (critique) dönem açılır.
    kant’ın nodern estetiğe kaynak olan yargı gücünün eleştirisi (1790): salt aklın eleştirisi (1781) ile pratik akım eleştirisi (1788) arasında bir köprü vazifesi görür. bu bakımdan kant’ın estetik doktrinini anlamak için onun yalnız yargı gücünün eleştirisi ile yetinmemek, genel felsefesini açıklayan öbür iki kitabını da hatırlamak gerekir.



    ilkin üzerinde durulması gereken nokta, kant’ın eleştiriyi metot olarak benimsemiş olmasıdır. filozof, salt aklın eleştirisi’nde, insanın kendi dışında zaman ve mekan olmadığını, dünyaya gelirken bunları kendisiyle birlikte getirdiğini ileri sürer.

    duyarlığımız (sensibilite), her türlü deneyden önce, bütün dış olayları (bütün nesneler) mekan içinde: bütün iç olayları da (bütün bilinç halleri) zaman içinde algılayacak tarzda biçimlenmiştir. zaman ve mekan, içinde deneylerimizin gerekli olarak yer aldığı, önceden tespit olunmuş çerçevelerdir. burası aklın dünyasıdır. onunla ilgili alan tabiattır. gereklilik kanunu hüküm sürer bu alanda; yani irade yoktur. aklın hükümleri, nedensellik (causalite) kanunu ile kayıtlıdır.ilim mümkündür; kendiliğinden var olan şeyler (choses en soi) bu çerçevelerin dışındadırlar, buyüzden bilinemezler. bunlara kant, phenomen (olay) in karşıtı olarak noumene (numen)adını vermektedir. dünyayı incelediğimiz zaman, nedenle ilgili (causales) araştırmalardan başka bir şeyle ilgilenmemekliğimiz gerekir.

    kant, ikinci kitabı olan pratik aklın eleştirisi’nde eylemin alanı olan ahlak dünyasını inceler. burada irade hüküm sürmektedir. yapmam gereken şeyi yapmaklığım için, onu yapabilmem, yani hareketlerimde hür olmam gerekir. ahlak dünyası, hürlük dünyasıdır. hürlüğümüz olmasaydı vazife kavramı saçma ve anlamsız bir şeyolurdu. bu ikisinin yani kuramsal (nazari) akıl ile pratik akıl arasında, yargı yetisi yer almaktadır. teorik aklın konusu doğru olan şey, alanı tabiat ve zorunlulukdur (necessite) . burada hürlük yoktur. pratik. aklın konusu iyiliktir, hür iradeyi gerektirir. yargı yetisi veya estetik duyarlık (sensibilite esthetique), doğru ile iyi, tabiat ile hürlük arasında bir bağlantı kurar.

    kant, yargıyı (judgement) ikiye ayırır: birine estetik yargı, öbürüne de teleologique (gai) yargı adını verir. birincisinde yalnız beğeni (got) egemendir; fayda veya amaca uygunluk düşüncesinin bu yargı ile zerrece ilgisi yoktur. oysa ikincisinin temelinde bunlar vardır. düşünce, çıkarcılık ve yaşamaya yararlılığın baskısı altındadır.

    kant yalnız estetik yargıyı, yani şu güzeldir dediğimiz zaman verdiğimiz yargıyı ele alarak eleştiriyor ve onda şu dört özelliği buluyor:

    1-güzel olan şey bize yarar gözetmeyen, çıkarsız (desinteresse) bir haz verir. bu bakımdan reddedilemez bir gerçektir ki, beğeni yargısı öznel (subjectif) olmakla beraber sırf duyumlardan ibaret değildir ve bu yargının konusu olan güzellik, hoş (agreable) la karıştırılamaz. bir şeye güzel dediğimiz zaman bu yargımıza ahlak kanunu da karışmaz. çünkü estetik haz, ahlaki hazdan farklı olarak, konusunun realitesi ile ilgilenmez. demek ki, zevk yargısında hiç bir gerektirici kavram (concept) da yoktur. sadece iç aleme bir dalış (contemplation)tır bu zevk.
    ışte her türlü çıkardan sıyrılmış böyle bir hazzın konusuna güzel deriz.

    2- güzel’in verdiği hazzın bir özelliği de belli hiç bir kavrama bağlanmadan, evrensel oluşudur. bir şeyi güzel bulduğum zaman,. duyduğum hazzın, o şey karşısında bulunan başkaları tarafından da paylaşılmasını beklerim. güzel, bir kez daha bencil ve kişisel olan hoştan ayrılmış oıuyor. eğer bir tatlıyı hoş, lezzetli bulursam, bunu başkasına kabul ettirmek aklımdan bile geçmez.. gerçi bazı hallerde hoş duyumu bir genellik kazanabilir; fakat bu genelliği bize öğreten gene deneydir. bu deneyi kendi hesabına yapmadıkça, hiç kimse o zevki duyamaz. oysa güzelin verdiği haz, evrenselliğini deneylerden önce alır. şu varki, güzellik hazzı evrensel olmakla birlikte, bu hazzı veren şeyin belli bir kavramına dayanmaz. çünkü bu şey, sözgelimi bu çiçek güzeldir yargısını vermekliğim için, bu çiçeğin neye yaradığını bilmekliğim hiç de gerekli değildir. sadece onun bende estetik bir haz uyandırması yeterlidir. aynı şeyi ahlak hakkında da söyleyebiliriz. “her insan vazifesini yapmalıdır” yargısı da evrenseldir. fakat buradaki evrenselliği, vazife kavramından ayırmaya imkan yoktur.
    o halde güzel, kavramsız olarak herkesçe hoşa giden şeydir.
    burada bir soru ile karşılaşıyoruz. güzel’in verdiği hazzın evrenselliğini belirten kant, bu evrensellikle hazzın kişiselliğini nasıl uzlaştırabiliyor? bir yargı aynı zamanda hem evrensel, hem kişisel olabilir mi?

    bu soruyu kant şöyle cevaplandırır: bir şeye güzel dememizi gerektiren haz, hayal gücü (imagination) ile düşünme gücü (entendement)’ arasındaki ahengin bilincidir. duyarlık (sensibilite) kişiden kişiye değişse de bilgi yetilerimiz genel kanunlara uymaktadır; bu kanunların evrensel!iği zevk yargısının evrenselliğini gerektirir.

    3- güzel’in üçüncü özelliği ereksiz bir ahenk, ya da -kant’ın deyişiyle- amaçsız bir amaçlılık (finalite) oluşudur. gördüğümüz gibi zevk yargılarına, ne hoş (agreable)la, ne de iyi (bien) ile ilişkili yargılar ka-rıştırılabilir. çünkü zevk yargıları, birincilerden farklı olarak evrenseldirier; ikincilerden de belirli bir kavrama (concept) dayanmadıkiarı için ayrılırlar.

    demek oluyor ki, zevk yargıları, ne hoş duyumların ihtiyacına, ne fayda, ne de iyilik düşüncesine dayanır. kant bunu kendi felsefe dili ile «zevk yargısının ilkesi öznel bir amaçlılık (finalite) dır» diye ifade eder. kant’a göre genel olarak, bir şeyde ancak amaçlar olursa finalite söz konusudur. bu amaçlar hem kendimizde, hem kendi dışımızda ola bileceğii için öznel ve nesnelolmak üzere iki türlü amaçlılık vardır.

    pratik hayatta mantığa uygun bir düzen olunca bir amaç vardır. marangoz bir masanın türlü unsurlarını düzenlediği zaman bunu bir maksatla yapar. bu ahengin, bu finalite’nin bir ereği vardır. oysa, güzellikte ahenk ve amaçlılık varsa da amaç yoktur, erek (but) yoktur. amaç, yetkinlik (perfection) olabilirdi. ama buna da imkan yoktur. çünkü bir şeyin yetkinliği hakkında hüküm verebilmek için önce o şeyin ne olması gerektiği hakkında bir fikrimiz olmalıdır. oysa beğeni yargısı; bir şeye güzel dediği zaman o şey hakkındaki düşüncemizin gerektirdiği şu veya bu şartları yerine getirmeyi düşünmez. sözgelimi, bitkilerle uğraşan bilgin çiçeğin amacını bilir. bilir ki, bitkinin döllenme organıdır bu. ama çiçeğin güzelliğinden zevk aldığı zaman, çiçeğin bu amacını hiç düşünmez. bir şeye zevk bakımından güzel dediğimiz zaman, biçiminin unsurları arasındaki ahengi, dolayısıyle değişiklik içindeki birliği ifade etmiş oluruz. fakat bu uyum ve birlik, zevk konusu olarak o şey hakkındaki öncel hiç bir fikirle belirlenmemiştir. onun güzelliğini meydana getiren, tekrar edelim, bu temaşa vesilesiyle, hayal gücü ve düşünme gücü arasında o anda kurulan hür ahenktir. güzel sanatlardan bir örnek verelim. musikide, önsel herhangi bir kavrama baş vurmadan, bir esere güzel deriz. ama «ışte, dini bir musiki» dersek, verdiğimiz hüküm artık tamamıyle estetik değildir. çünkü bu yargı ile bu musiki eserinin amacına çok iyi uyduğunu söylemiş olmaktayız. güzel, bazı belirli koşullara uyduğu için artık hür değildir.

    kısacası, zevk yargısının konusu olan güzellik, öznel ve nesnel bütün amaçlardan uzaktır; yani bir şeydeki biçimin, hayal gücü ile düşünme gücü arasındaki hür bir oyuna (jeu) uymasından ileri gelmektedir. fakat bir bakıma, bu uyma ve uygunluk (concordance) bir finalite sayılabilir:

    gerçekten zevk, bir şeyin güzelliğine hükmettiği zaman, bu şey hoşumuza gitmek için bir amaçla yapılmıştır, tabiat onun parçalarına özel bir maksatla bu biçimi vermiştir inancı bizde uyanır. gerçekte bu şey karşısında hayal gücü ile düşünme gücü’nün ahengi, gerek öznel, gerekse nesnel herhangi bir amaç fikrinden uzak, bağımsız olduğu için, burada finaliıe (gaiyet, amaçlılık) nin yalnız biçimi (forme) vardır. bunun içindir ki estetik hazzı uyandıran şey, bir nesnenin madde ve konusu olmayıp sadece biçimi (forme)dir. ışte ilk bakışta garip görülebilen, ama, şimdi kolayca anlaşılan, güzelin şu üçüncü tanımlamasına varıyoruz:

    «güzel, belirli bir amaç düşünmeksizin, bir şeydeki amaçlılığın, ahengin yalnız biçimini algılamaktır.»

    4- güzelin dördüncü bir açıdan tanımlamasına gelince, güzellik yargısı, evrensel olduğuna göre, zorunlu (necessaire)dur. bir şeye güzel dedik mi, herkesin de o şeye güzel demesini, aynı görüşü benimsemesini isteriz. bu hal, bizim için bir zorunluluktur. ama bu zorunluluk, bilginin (connaissance) ilkelerine dayanmaz, çünkü zevk hükümleri mantık hükümleri değildir ve hiç bir belirli fikre dayanmamaktadır.
    bu zorunluluk pratik de değildir. ahlak duygusu gibi irade (volonte)nin ilkelerini de gerektirmez. çünkü zevk hükümlerine katılan bilgi yetkileri (facultes) bütün insanlarda aynı tarzda veya aynı sübjektif ilkelere göre işlemektedir.

    bilgi yetilerimizin işlerinde bulunmalarını mümkün kılan öznel şartların bu evrenselliğine kant sens commun (ortak duyu) adını veriyor. bu duyu kuramı (theorie) bir şeye her güzel dediğimizde uygulanmaktadır. çünkü hiç bir objektif ilkeye, deneye dayanmadan herkesin bizimle birlikte aynı kanıda olmasını isteriz. bu suretle zevk yargılarından ayrılmayan öznel gereklilik, nesnel bir gerekıiliğe dönüşüyor.

    söylediklerimizi özetlersek diyebiliriz ki zevk yargısında evrensel kabullenme (consentement universel)nin gerekliliği ortak duyu kuramı ile birlikte nesnel olarak tasavvur olunan öznel gerekliliktir. kant dördüncü tanımlamasını şöyle formülleştiriyor: «güzel, kavramsız olarak zorunlu bir haz almanın konusu olarak bilinen şeydir.»

    kant’ın nitelik (qualite), nicelik (quantite), ilişki (relation) ve yön (moda/ite) bakımlarından ele aldığı güzellik tanımlamasını şu dört maddede birarada sıralayalım.

    güzel:
    a- nitelik bakımından, çıkarsız olarak hoşa giden şeydir.
    b- nicelik bakımından, herkesin hoşuna giden şeydir.
    c- ilişki bakımından, kendi dışında hiç bir erek olmadan hoşa giden şeydir.
    d- yön bakımından, zorunlu olarak hoşa giden şeydir.

    yüce

    kant, yargı yetisinin eleştirisinde, güzel kavramından başka yüce kavramını da inceler. yüce de, herhangi bir kavram araya girmeksizin kendiliğinden haz uyandırması ve daima evrensel bir değer verdiğimiz özel ‘yargıiara meydan vermesi bakımıarından güzel’e benzer. ama birçok bakımdan da ondan ayrılır. güzel, sınırlı bir nesneyi gerektirdiği halde yüce sınırsızlıktan, sonsuzluktan gelmektedir. güzelden aldığımız haz hayalgücümüz (imagination) ile düşünme gücümüz (edtendement) arasındaki uyuşumdan geldiği halde, yüce’de bu iki yeti (faculte) arasında bir uyum yoktur ve yüce bu uyumsuzluğun bir sonucudur. birinde, iki yeti arasında uyumu hazırlayan sınırlılık, öbüründe uyumu bozan sonsuzluk.

    sonra güzel’in verdiği haz apansız (immediat)dır; yüce ise ilkin dirimsel güçlerin duraklamasını gerektirir, ancak sonradır ki bu güçlerin taşkınlığı başlar. güzelliğin uyandırdığı duygu hemen algı (perception) ile, yücenin uyandırdığı duygu ise algıdan sonra başlar. burada haz, bir acıyı izler. güzellik duygusu saf olduğu halde, yücelik duygusu karışıktır. yüce karşısında kendimizi aynı zamanda çeken ve iten bir şey ve karışık bir ortam içinde buluruz. ve sonra güzel şey,- «hayal gücümüz için önceden hazırlanmış» göründüğü halde, yüce, hayal gücümüzü zorlar. daha açık söyleyelim, dışımızda yüce olan bir şey yoktur, yalnız kendimizde varolan bir yüceliğin doğmasına vesile olur. güzellik ilkesi bizim dışımızda ise, yücelik ilkesi kendimizde «tabiatın tasarımına yüce bir karakter veren ruhun bir eğiliminde aranmalıdır.

    yüce, heyecan uyandırır, güzel büyüler.

    yücelik heyecanı ile dolmuş olan kişi ciddidir, kimi zaman hareketsizdir, biraz da şaşkındır. güzellik duygusu ise, kendisini gözlerdeki bir gülümseme ile belli eder. yücenin bir çekiciliği yoktur, ama saygı uyandırdığı bir gerçektir.
    kant’a göre, birine matematik, öbürüne dinamik denilen iki türlü yüce vardır:

    matematik yüce
    dinamik yüce

    birincisi büyüklüğün, ikincisi güç (puissance)ün sonucudur.

    göklere kadar yükselen dağlar, uçsuz bucaksız okyanuslar, çöller, yıldızlarla kaynaşan gökler matematik yüceyi; altüst olan bir deniz, her şeyi birbirine katan gök gürültülü bir fırtına dinamik yüceyi temsil ederler. ister matematik yüce olsun, ister dinamik yüce, duyular ve hayal gücü, aklın ortaya koyduğu bu büyüklük veya güç (puissance) sonsuzluğunu kavramaya, yakalamaya boşuna çalışırlar. böylece ruhumuz, korkunçbir acı ile karışık, bir haz duyar.

    bu doktrinin eleştirisi:

    bu derin ve zamanına göre çok ileri doktrinin bugün durumu nedir? hemen söyleyelim ki bu tahlilin bazı yönlerini kabul etmemek imkansızdır. gerçekten güzel, çıkarsız bir hazzın konusudur. güzellikte pratik ereği olmayan bir düzen, bir amaçsız amaç vardır.

    özellikle güzellik, duyarlığın (sensibilite), hayal gücü (imagination) ile düşünme gücünün (entendement) hayret uyandıran bir ahengini gerçekleştirmektedir.
    bununla birlikte başka bakımıardan bu kurama (theorie) ciddi olarak karşı çıkanlar olmuştur.

    ince psikolojikgözlemlerine, kabulü imkansız gereklilikler katan metodu, kant’ın başına kakılabilir. filozof, insanın güzellik heyecanı duyduğu zaman, içinde olup bitenleri soruşturmakla yetinmiyor, bu anda ne olup bitmelidir, insan güzellik hakkında nasıl hüküm vermelidir sorularını da kendine yöneltiyor. güçlük de kant’ın sisteminden, her üç eleştiri’de izlediği metottan gelmektedir. apriori verilere dayanan bu metot, daha psikolojik veya daha deneysel bir estetik isteyenler için pek transcendantel görünmektedir. kant, insandan insana değişen hazzın öznelliğini, oybirliği ile beğenilmesi gereken güzel’in evrenselliği ile karşılıyor.

    alman ruhbilimcisi lotze (1817-1881 ) haz üzerinde görülen uyuşmazlığın, güzel üzerindeki uyuşmazlıktan daha çok olmadığını ileri sürerek bu görüşü kabul etmiyor:

    hoş (agreable) olan şey, duyarlığın normal olarak görev yapmasına uygun düşmektedir; değişik insanların duyarlık (sensibilite) yapısı da birbirine çok benzer. aksine, estetik zevk kişiden kişiye değişen karmaşık düşünce verilerinden (donnees) gelmektedir.

    estetik yargıların evrenselliğine ve gerekliliğine gelince, böyle olmaları belki’ temenni edilir; yalnız bu kadar. çünkü zevk yargıları ve bu yargıların konusu olan güzelliği yalnız yetilerimizin bir oyunu, bir uyumu saymakla iş bitmiyor. bir şeyi temaşa ederken, nasıl oluyor da hayal gücü ile düşünme ve anlama gücü arasında bir ahenk kurulabiliyor? acaba bizim dışımızda bu ahengin doğuşunu sağlayan, gerektiren reel bir şey, yani o şeyde olan bazı nitelikler yok mudur?, varsa nelerdir bunlar?

    kant sorunun bu yönünü dikkate almamış görünmektedir. güzellikte değişik derecelerin bulunduğu bir gerçektir. bir şeyi başka bir şeye yeğ tuttuğumuz ve daha güzel bulduğumuz, her gün görülegelen şeylerdendir. kant’ın estetik doktrini bu olguyu açıklamıyor. eğer estetik hazzı, zevki meydana getiren hayal gücü ile düşünme gücünün ahengi ise, bu ahengin her kuruluşunda, bu ahengi kuran şey güzel ve daima aynı derecede güzel sayılacaktır. oysa gerçekte böyle bir şey olmamaktadır. eğer bazı şeyleri başka bazı şeylerden daha güzel buluyorsak, onların her zaman belli olmayan bazı düşüncelere, bazı duygulara daha uygun düştükleri, bazı yüksek düşünceleri ifade ettikleri için değil midir? kant’ı yanıltan neden, realiteye gereği kadar önem vermemiş olmasıdır.

    güzellik yargısının evrensel oluşu da gerçeğe uygun görünmüyor. insanlarda aynı yetilerin (facultes) bulunması, kant’ın bu husustaki görüşünün doğruluğunu ispat etmez. her insan kendi çalışmasını kendi seviyesi ile orantılı olarak yürütür; realite karşısında başkalarından farklı olarak davranır. bunun içindir ki kant’ın sözünü ettiği ahengi, uyumu kuran ve sonucu olarak güzel görünen şey” bir başkasında o uyumu kurmayabilir ve ona değersiz ve çirkin bile görünebilir. bu bakımdan estetik yargılar evrensel ve zorunlu görünmüyorlar.

    yüceye gelince, bu konudaki düşüncelerinin yeniliği ve isabeti inkar olunamaz. bununla birlikte kant’ın bütün örneklerini hep maddi tabiattan alması ve insanla ilişkılı yuceyı ıhmal etmesi bir eksikliktir. sözgelimi insanoğlunun aya ayak basması veya hiç yüzmek bilmeyen birisinin, boğulmak üzre olan bir çocuğu kurtarmak için denize atlaması yücedir.

    güzellik ve yücelik üzerindeki görüşlerini açıklayan, yargının eleştirisi adındaki kitabının 1790'da yazıldığı düşünülürse, zamanına göre kant’ın estetiğe getirdiği yenilikler önünde hayran olmamak mümkün değildir. hele insanı asıl şaşırtan nokta, güzel sanatlarla hemen hemen ilişkisi olmayan ve ömründe belki de yüksek değerde bir sanat eseri görmeyen kant’ın, estetik alandaki önemini hala koruyan böyle bir eser yazmış olmasıdır., ama şunu da unutmamalı ki kant, tabiatın estetiği üzerinde çok düşünmüştür. "

    (bkz: http://www.cangungen.com/…-yuce-hakkinda-gorusleri/)

    (bkz: francis hutcheson)

    (bkz: jean baptiste du bos)
  • kant estetiğinde en temel mesele deha ve sanatta özgürlük ile özgünlüktür. sanatta kuralları koyan, bilinmeyeni araştıran dehanın kendisidir. deha ise özgürdür ve doğayı asla taklit etmez zira doğa zaten o'nun kendisidir. dolayısıyla tutku fiziksel varlıkta değil düşüncede yatar. mesela herhangi bir renk, bir maddeyi asla çağrıştıramaz. kant'ın dediği gibi "çalışma çok canlı olduğunda sanat olmayı bırakır." ve doğal olarak renk karışımlarıyla elde edilmiş dramatik bir ifade de izleyicinin dengesini bozar ve artık sanat olmaktan çıkar.

    ayrıca kant estetiğinin en somut örneği cezanne'nın çalışmalarıdır. zira onun çalışmalarında ten yoktur, sadece temiz renkler ve maskeye dönüşmüş katı bir ifade vardır. yani bedensel olan entelektüel bir anlatım ortadan kaybolurken tenin duyusallığı başlıbaşına renkli bir resme dönüşür.
hesabın var mı? giriş yap