• hangi açıdan bakarsanız bakın, doğru olan ve aslında dünyayı daha güzel bir yer yapmak için gerekli olan tek kuraldır.

    "kendine yapılmasını istemediğin" şeyden kasıt "kendini diğer kişinin yerine koyduğunda, kendine yapılmasını istemediğin" şeydir. yani cinsel içerikli düşünerek de bir yere kaçamazsınız.
  • kuzenimin bu lafa verdiği tepki insan ilişkilerine bakış açımı tamamen değiştirdi;

    - o zaman nasıl üreyeceğiz?
  • kisinin hayat felsefesi olarak benimsemesi gereken cümle
  • empati.
  • içinde birçok fazilet barındıran evrensel bir cümle ve düsturdur.

    ne vicdan ne hoşgörü ne dürüstlük ne saygı ne de başka bir ahlâkî kavram bu cümle kadar açık, net ve gerçek değildir.
  • "anayasaya tek 1 madde yazma hakkın var" deseler yazacağım cümle.
  • kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma demek, insanı bununla tavlamaya kalkışmak, peşinen insanın aptal olduğunu kabul ya da insanın aptal olduğu varsayımına göre hareket etmektir. bu sözle çoğumuz ilkokulda tanışırız, büyük ihtimalle de öğretmenimiz, sonraki yıllarda da öğretmenlerimiz söyler bize: "kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına yapmayın." bu sözü de yine iğrenç bir kabul olan şu söz takip eder: "başkasının özgürlüğünün başladığı yerde sizinki biter." öğüdümüzü ortaya atalım: özellikle türkiye'de herkesin tekrar ettiği kabullerin en az %90'ı bir safsatadır; bir kabule rastladığımız anda şu dünyadaki en büyük ve en azimli kuşkucu biz olmalıyız ve sikerler ya da bir siktirin gidin demesini bilmeliyiz.

    düşünürlerin büyük çoğunluğu söz konusu yaklaşıma olayın tersini düşünerek bir eleştiri getirmiş: “bu, aynı zamanda kendine yapılmasını istediğini başkasına da yap demektir.” işte bundan ibaret bir karşı çıkışla yetinilmiş ve bana kalırsa olaydaki en önemli iki nokta es geçilmiştir. ilki, başta da belirttiğim gibi, insanı peşinen aptal kabul etme varsayımıdır. açık şekilde bu kaz kafaların bir şeyi anlayabilmesi için anasınıfı düzeyinde bir formül önerilmektedir ve bunu yaparken feda edilen şey şudur: insana tek motivasyon olarak kendisine yapılması istenmeyen bir hareketi yapmama tavrının sunulması. bu da es geçilen ama geçilmemesi gereken ikinci önemli noktadır. önce aptallık bahsini kısaca açtıktan sonra bu metinde ben asıl olarak bu ikinci noktaya değineceğim, onu derinleştireceğim.

    aptallık bahsi: sobaya dokunursa elinin yanacağını çocuğa nasıl anlatacağız? kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapmamalısın adlı saçmalığı felsefe diye benimseyenlerin izleyeceği formül çocuğun elini alıp sobaya yapıştırmaktır. kaz kafalı çocuk ancak böyle anlamaktadır onlara göre. oysa çocuğa şunu demek bile insan onuruna duyulan saygı açısından daha evladır: “bunun cevabını kendi kendine bulabilirsin.” böylece çocuk sobaya yanaştıkça ısının arttığını eğer istiyorsa kendi deneyimler, kendi aklını kullanır ve kendi muhakeme yeteneğini geliştirerek şu sonuca varır: “dibine yaklaştığımda beni âdeta kavuran bu ateş ona dokunduğumda beni bitirir.” burada soba örneğini öylesine seçtiğimizi, olayın bütününe baktığımızı da belirtelim. yoksa yine aynı şeyi felsefe diye benimseyen insanların bir insanın beş yüz metre yükseklikte düşerse öleceğini bir çocuğa izah etmek için seçmeleri gereken şey de çocuğu bir binanın tepesinde atmak, eğer çocuk yaşıyorsa da “bak gördün mü? ben sana bunu söylemeye çalışıyordum.” demek olacaktır. biz bu kadar ahmak canlılar mıyız? değiliz ve tam aksine, zeki bir insanı ahmaklaştırmak istiyorsanız ona işte her olayı böyle anlatır, çocuğu en alt seviyeye uyumlanmaya itersiniz. özgür bırakıldığında uçup gidecek bir zihni böyle saçmalıklar yüzünden en basitle yetinmeye sürükler, zorlanmadığı için gelişmeyen zihinlere sahip nesiller yaratırsınız.

    şimdi asıl önemli olan noktaya, insanın “iyi ve doğru” eylemi yapması için ona sunulan tek motivasyona ve bu motivasyonun sakıncalarına gelelim. benim sözgelimi bir insanı dövmemek için tek motivasyonum bir gün onun da beni dövmesini istememem ise, bu ihtimal ortadan kalktığı anda benim doğru eylemi yapma motivasyonum da ortadan kalkacak demektir. ben rıfat’ı dövmeyi aslında istiyorum ama o kahrolası söz beni frenliyor, rıfat’ın beni dövmesini istemediğim için onu dövmüyorum. sonra gel zaman git zaman rıfat bir trafik kazası sonucunda felç oluyor, adamın beni dövme ihtimali ve böylece benim de doğru eylemi yapmamın tek motivasyonu toptan ortadan kalkmış durumda, öyleyse gidip yılların hıncıyla ben rıfat’ı sikebilirim. burada hemen “abi sen de abarttın!” diyerek verdiğimiz örneğe odaklananlara da bir sus payı vermek gerekmektedir: bu bir örnektir, ben de biliyorum insanların çoğunun gidip de felçli rıfat’ı dövmeyeceğini. burada yapmaya çalıştığım şey, “felsefe” denen bir yaklaşımın özünde ne olduğunu ortaya koymak, insanlara çocukluklarından itibaren iyi bir şeymiş gibi empoze edilen saçmalığın boşluğunu göstermek.

    başta bir insanı aptal yerine koyarak onu aptallaştırıyorsunuz, sonra ona daha aptalı olamayacak bir şeyi “formül” diye veriyorsunuz, aptallaşmış insan da kendisini tehdit eden şartların ortadan kalktığı her ortamda zorbalaşıyor bu yüzden. iyiyi ve doğruyu yapmanın o tek motivasyonu da motivasyon olma özelliğini yitirmiş çünkü. bunun en güzel kanıtı olarak orada burada yine konuyla ilgili dile getirilen şu düşünceyi gösterebiliriz: “ben hep bu söze sadık kalan bir insan oldum ama hep de ezildim. insanlar benim kadar iyi değildiler, o yüzden ben de artık kendime yapılmasını istemediğim bir şeyi başkalarına yapmamaktan vazgeçip bir bencil, bir zorba olmaya karar verdim.” iyiyi ve doğruyu yapmanın sanki bir tanecik motivasyonu varmış gibi takılırsanız işin sonunda alacağınız meyve işte bu insanlıktan -âdeta onur duyarak- çıkma tavrı olur.

    oysa bir insan, kendi zihnine saygı duyan, kendi açıklamalarını kendine kendisi yapan bir insan biraz oturup düşünür ve şu soruyu sorar: iyi ve doğru eylemi yapma motivasyonum ne benim? hem zihnen erişkin hem de gerçekten iyi olmayı arzulayan her insanın bu soruya vereceği cevap bellidir: “çünkü çaldılar.” şaka şaka, çünkü iyi ve doğru eylem bu, bu kadar. rıfat’ı dövmeyi gerçekten çok istiyorum ama bunu yapmıyorum ve bunu yapmamamın sebebi şiddete inanmamam, şiddetin doğru bir yaklaşım olmadığını düşünmem. başka da bir motivasyonum yok benim. aptallar gibi “rıfat’ın da beni dövmesini istemem, o yüzden ben de onu dövmem,” demiyorum yani, doğru olduğuna inanmadığım hiçbir eylemi yapmayacağım tavrını koyup konuyu kapatıyorum. “ne kazanacağım?”, “insanlar bunu anlarlar mı?” gibi sorular zaten bu tavrı kendisine açıklamış erişkin bir zihinde yeşermeyecek sorulardır. kimseye hakaret etmiyor, kimseyi küçümsemiyorum, gerçeği söylüyorum sizlere. millet neyi ne kadar anlıyorsa anlasın, düzgün bir insanın bununla ilgili hiçbir karın ağrısı yoktur, bu herifin tek derdi olayı kendine açıklayabilip açıklayamadığıdır. diğerleri ise “keriz gibi mi davranıyorum? insanlar beni gözüm kapalı sikiyorlar mı yoksa?” gibi kuşkuya kapılırlar, açıkça itiraftır da bu kuşku, “eylemlerimi başkalarını ölçüt alarak yapan bir kuklayım ben,” itirafıdır. kukladır, evet, bağlı olduğu görünmez ipleri diğer insanların insafına bırakmıştır çünkü. kendinden daha güçsüze karşı zorba (örneğin suriyeliler, adamlar biçare bir hâlde deplasmanda diye nasıl coşulduğuna bakın ve bunun neyle meşrulaştırıldığını da ibret için iyi inceleyin), kendinden güçlü olana karşı itaatkâr, kendinden daha fakir ya da daha bilgisiz olana karşı megalomandır bu insan, eylemlerinin bir zemini yoktur, ipler kendi elinde değildir ve adı üzerinde kukladır. tezimizi ortaya fırlatmanın zamanı geldi: herhangi bir eylemi sadece iyi ve doğru olan bu diye yapmayan her insan potansiyel bir suçludur, hiçbir hukuk kitabında onun işleyeceği suçlarla ilgili detayların olmaması da bu gerçeği değiştirmez. çünkü herifin bir zemini yok, demek ki yarın sözgelimi insan öldürmek normalleşse bu herif hemen insan öldürecek. yahut bugün olduğu gibi ırkçılık normalleştiğinde aynı adam “suriyeliler ve köpekler giremez!” gibi bir tabelayı onaylayacak. işte bu ve benzeri sakıncalardan dolayı tek motivasyonun “başa gelmesini istememek” olarak sunulması son derece tehlikelidir, işler bugünkü dünyada olduğu gibi çok çetin bir hâl aldığında ise mutlaka insanlıktan çıkmaya bir davetiyedir. kabul edemeyiz.

    son sözler: evet, fazla ideal bir noktadan olaya yaklaştığımın farkındayım ama bunda bir sakınca görmüyorum. bugün en doğru eylemi ve hep onu yapmamız mümkün değildir. bu imkânsızlığın alternatifi de her alanda insanlıktan çıkmak olmamalıdır ama. bunu bir alan mücadelesi gibi düşünün, ne kadar kazanırsak, yani ne kadar insan kalırsak o kadar kârdır. yoksa ruhumuzu ay sonundaki maaş karşılığı satabilen, kazancımızın en az yarısını “devlet” adı altındaki mafyaya peşinen verebilen insanlarız hepimiz. daha iğrenci olamayacak bir sistemde nefes alabildiğimiz için zaten bütünüyle iyi olamayız ama bu böyle diye de gemileri yakma biletine sahipmişiz gibi bir tavrı kucaklamamız gerekmiyor. bu bir alan mücadelesidir, bir insanlık sınavıdır, can yücel’in dizelerini tahrifata uğratarak, ne kadar kötü koksak da en küçük insani parça için savaşmaya değer.
  • orjinali bir ilkokul müdürüne ait değilmiş. ben bu yaşıma kadar bu sözün ilk kez bir ilkokul müdürü tarafından söylenmiş olduğunu düşünür, nasıl olup da bu kadar yaygın biçimde kullanılagelmiş olabileceğini merak ederdim ancak her garip [ve bir o kadar anlamlı] söz gibi bu söz de latince kaynaklıymış.
    "quod tibi fieri non vis, alteri ne feceris" (hobbes, thomas; leviathan, 104)
  • kulliyen yalan. yani soz guzel olabilir de, gerceklesme olasılıgı 0 gibi bisey. sahsen ben elimden geldigince, bana yapıldıgında gercekten sinir oldugum seyleri baskasına yapmamaya calıssam da, karsımda, acıklamama ragmen inatla bazı seyleri yapmaya devam eden insanlar toplulugunu gorunce, bu vecizenin sadece guzel bir dilekten oteye gidemeyecegini dusunuyorum. binbir cesit insan var, naparsın.
  • bu ahlak ilkesi kokenini ilahi ve ilahi olmayan dinlerden alir ve hakli olarak cokca elestirilmistir. (bkz: golden rule) cunku ilk anda kulaga cok hos ve dogru gibi gelse de, bu ogut icerisinde kendine yapilmasini istedigin sekilde baskasina davranmani da ogutler ve cogulcu degildir.

    kokenini dinlerden alan ahlak felsefesinin sorunu da zaten temelde buradadir. ahlaki incil ogretilerinden veya kuran ogretilerinden alan birinin, benimle etkilesiminde bana kendine davranilmasini istedigi gibi davranmasini kabul edemem. cunku temelde her ne kadar tum dinler komsuya iyi davranmayi, yalan soylememeyi, calmamayi vb ogutlese de ve ben elbette ki bunlari teker teker ele aldigimda onaylasam da, is orada bitmiyor. "kendine nasil davranilmasini istiyorsan" cok daha fazla husus iceriyor ve bunlarin tamamina abone olmamin beklenmesi, en yuksek etik falan degil, dupeduz "ben nasil goruyorsam oyledir"cilikten baska sey degil. buna neden tabi olasin ki?

    deger farkliliklari oyle azimsanacak bir konu mu ki?

    bu konuda en net elestiri popper'den gelmistir. baskalarina kendimize nasil davranilmasini istiyorsak oyle davranmayalim, onlar kendilerine nasil davranilmasii istiyorsa oyle davranalim demistir. golden rule elestirilerini anlamadan, dunyayi bu tip bir dusuncenin daha iyi bir hale getirecegine inanmak safdilliliktir zira insanligin yasam standardi bugune kadar birilerini birilerinin kendi ahlaki degerlerine gore yargilamasindan dolayi zaten epey dusmustur bugune kadar.

    elestirileri biraz daha detayli okumak isteyenler icin:
    http://onlyagame.typepad.com/…/the_golden_rule.html

    golden rule ayrica kant'in ahlak felsefesi ile de bagdastirilir (bkz: categorical imperative) ve bircogunun kantci ahlaka supheyle bakmasina neden olur (dogal olarak).
hesabın var mı? giriş yap