• varlığının mucizeye denk bir şey olması, insanın kibirinden beslenir. birini koşulsuz sevmek, o kişide tarifsiz bir haz yaratsa da, kibir öyle çabuk zehirler ki ruhu, koşulsuz seven taraf çok aciz görünmeye başlar dışarıdan bakınca. ve o bakan gözler, aynı acizliği yaşamaktan ölümüne korkarlar.

    ama bu demek değildir ki mucize yoktur, vardır. ve üstelik akla ilk gelen seçenek olan, aile dışındaki bir yerden de akabilir size doğru. yeter ki koşulsuzluğu, karşılıksız bırakmayın. bir şekilde bozacaksanız o koşulu; karşılık vererek bozun. koşul aramayanı avucundan öpün yani, eksilmezsiniz.
  • yoktur... çünkü her şey, herkes bir tarafa sadece sevgi, sevgiyi mutlak suretle koşullar..
  • olmayan. her sevginin bir nedeni var arkadaşlar. o en nedensiz görünen aşkın bile. evlat sevgisinin bile. insanlar istiyor ki istediğimi yapayım ama beni hep aynı şekilde, aynı miktarda sevsin. yok öyle bir dünya. gel ağzıma sıç sonra ama beni seviyorsun değil mi. siz bu kadar geniş mezhepliyseniz bilemem ama ben onuruma, gururuma, egoma yediremem böyle bir şeyi. bir insana duyduğum sevgi onun hal ve hareketlerine, kimi zaman da ruh halime göre değişir. eğer bir insan beni kötü hissettiriyorsa ona olan sevgim azalır, belki de biter. iyi hissettiriyorsa da artar. onun bana duyduğu sevgiye göre de değişir. beni sevmeyen insanı ben hiç sevmem. herkes hak ettiği değeri alır. bu kadar basit. bu sevgimin sahte değil, rasyonel olduğunu gösterir.
  • tek ve gerçek anlamı anne sevgisi olsa da içten içe çoğunlukla kızların erkeklerden beklediği ve onlara yaşatmak istediği sevgi tarzıdır. şahsen italyancasını dövme olarak vücudumda taşıdığım ve hayalini kurduğum tek sevgi tarzı. tabi bulamayıp evde kalma olasılığı çok yüksek :)
  • böyle bir şey kaldı mı? herşeyin arkasında bir çıkar beklendiği gibi sevgi için bile önümüze bir sürü koşullar konulmuyor mu?
  • herkesin kendi hayat, yasanmislik ve onceliklerine gore sadece belli bir grupla (aile, evlat, evcil hayvan, dost, ...) var olabilecegine inandigi yanilgi.

    ogrenilmisliklerimiz ve yasadiklarimiz yuzunden aslinda olmayan sey.

    cunku hicbir canli baska bir canliyi onu kendisinde ve iliskilerinde pozitif kilmadigi surece sevemez, bu gerceklik de kosulsuzlugu ortadan kaldirir ve otomatik olarak bir kosula baglar.

    anne babasini bile yuzunu hic gormeden buyuduyse sevmez insan ya da hep tenkitleriyle buyuduyse.
    kosulsuz sevgi olsa evladini yaptigi hatalar yuzunden silemezdi hicbir ebeveyn.
    besledigi evcil hayvan iki gun yemegi onune konmasin ve azicik kotu davranilsin ucuncu gun vazgecer sevmekten.
    dost, sevgili, es gibi insana gonul bagiyla kopru kuran kimseyi saymiyorum bile.

    kotu gunde ya da bir fenalikta her ne olursa olsun her seyi unutup insanin yaninda olmak ise kosulsuz sevgiden degil merhamet ve vicdandan kaynaklidir. kiminde vardir, kiminde yoktur.

    her sevgi ogrenilmis ya da icguduseldir, ama asla kosulsuz degil.
  • anneye, babaya, kardeşe sunulan sevgi koşulsuz ama sonsuz değildir.
    evlada olan sevgi hem koşulsuz hem de sonsuzdur.
  • ali taşçı, 63 yaşında emekli bir baba... pendik velibaba mahallesi’nde tek katlı bir gecekonduda 3 engelli çocuğuyla inanılmaz bir hayat mücadelesi veriyor. kansere yakalanan eşini kaybettikten sonra çocukları semra (33), selçuk (32) ve fatih (26) ile başbaşa kalan taşçı, evlatlarına bebek gibi bakıyor. onları yediriyor, içiriyor, altlarını değiştiriyor, güzel havalarda sırtına alıp sokağa çıkarıyor.

    seslerine hasretim

    en çok kendisini çocuklarının tek bir kelime edememesinin üzdüğünü belirten fedakâr baba, “onların sesine hasretim. içim kan ağlıyor. tek isteğim onlara rahat bakabileceğim müstakil bir evimin olması” diyor.

    en büyük çocukları semra, ali-hatice taşçı çiftinin sevinçle karşıladığı bebekleriydi. semra, emeklemeye başladıktan kısa bir süre sonra hareket edemez oldu. hekimler bebeğe “ağır mental retardasyon” teşhisi koydu. vücudunun neredeyse tamamını oynatamayan semra’nın ardından dünyaya gelen selçuk ve fatih de ablalarıyla aynı kaderi paylaştı. aile, gitmediği hastane bırakmadı. evlatlarına hayatını adayan baba ali taşçı, en büyük yıkımı da ekim 2008’de yaşadı. kalp yetmezliği ve akciğer kanserine yakalanan, hayattaki en büyük destekçisi eşi hatice taşçı hayatını kaybetti. taşçı, eşinin ölümüyle bir başına kaldı. 4 yıldır çocuklarına bebek gibi bakan fedakar baba günlük hayatlarını şöyle anlatıyor:

    küserse yemezler

    “her sabah 09.00 gibi uyanırlar. altlarını temizliyorum. kahvaltılarını hazırlıyorum. çeneleri çok zayıf olduğu için yiyecekleri hemen ezemiyorlar. bekleyeceksin. seve seve yedireceksin. küstürmeyeceksin yoksa yemezler. çoğu zaman ağlamaklı dahi olsam onlara her zaman gülümsemem lazım. çok duygusallar çünkü. televizyonu açıyorum kendileri sevdikleri dizileri izliyorlar. genellikle kumanda selçuk’un elinde oluyor. öğlen yemeği yemezler. acıktığını herkes farklı tepkilerle gösterir. mesela selçuk karnını ovarak açlığını söyler.”

    tek isteği bir ev

    baba ali taşçı, yetkililerden “eğer ki ben ölürsem birgün, en azından o zaman rahat ederler” diyerek bir ev istiyor. taşçı “40 merdivenli gecekonduda yaşıyoruz. çocuklarımı gezdirebileceğim, bahçesinde oynatabileceğim bir ev hayal ediyorum. çünkü özellikle selçuk dışarı çıkmayı çok seviyor. ben ve çocuklarım burada ömür boyu hapis cezası verilmiş gibi yaşıyoruz” diyor.

    http://www.sacitaslan.com/…tlik-yasami-haberi-72920
  • basında yer alan haberlere göre ricky martin cinsel tercihini ailesine açıklarken zorlanmamış. daha doğrusu annesi herhalde tahmin etmiş ki, oğlunun bir erkeğe aşık olduğunu söylemesinden sonra ona sarılarak ne olursa olsun onun hep sevgili oğlu olarak kalacağını belirtmiş. babası ise konunun üzerinde bile durmamış. nasıl yaşamak istiyor ve nasıl mutlu hissediyorsa öyle yaşamakta özgür olduğunu söylemiş.

    doğrusu da bu zaten. çocuklarımızı dünyaya getirirken onları her şartta seveceğimizi düşünürüz, nitekim öyle de olur. siyah ya da sarı saçlı, kumral ya da beyaz tenli, minyon ya da iri yapılı olması bir şey değiştirmez. o bizim biricik varlığımızdır. en güzel çocuk odur. sonra büyümeye başlarlar. ergenlik döneminde çatışır ama gene toz kondurmayız onlara. hatalarının bir gerekçesi vardır mutlaka. buna kendimizi de inandırırız çoğu zaman.

    ve onlar bir gün birer yetişkin olarak karşımıza dikilirler. bizden farklı düşünen, bazen bize itiraz eden, ters düşen bireylerdir artık. düşünceleri farklılaşmıştır. artık o annesini vücudunun bir parçası olarak gören ve algılayan masum bebek gitmiş ve yerine kendi kimliğini farklılıklarla oluşturmuş bir insan gelmiştir. bu yeni insan kendi seçimleri, istekleri doğrultusunda yaşamayı tercih ettiğinde ise anne baba için iki yol vardır. ilki; çocuğunu olduğu gibi kabullenerek ve toplum baskısını mümkün olduğunca umursamadan onu sevmeye ve bağrına basmaya devam etmek, ikincisi ise reddetmek ve dışlamak. zor olanı onu olduğu gibi kabul etmektir elbette. kolay yol ise ikincisidir. sırf "onaylamadığımızı" belirtmek için reddederiz çoğu zaman. sevgimizi şartlara bağlarız;

    -seni seviyorum ama beni üzmezsen,
    -seni seviyorum ama ahlaklı olursan,
    -seni seviyorum ama benim kurallarıma göre yaşarsan,
    -seni seviyorum ama toplumla ters düşmezsen,
    -seni seviyorum ama beni mahcup duruma düşürmezsen,
    -seni seviyorum ama geleneklere uygun yaşarsan...

    bunları belki bu sözlerle ifade etmeyiz ama öylesine güçlü hissettiririz ki... bu liste uzar gider. içimizden çıkmış, bizden var olmuş o eşsiz varlığa vereceğimiz sevgiyi "ama"lara bağlarız. oysa "önemli olan benim değil senin mutluluğun" demek, diyebilmek gerek. anne ya da baba olmak bunu gerektiriyor.

    sevgimizi şartlara ve koşullara bağlıyorsak oturup o sevgiyi sorgulamamız gerek...

    2010

    aslı
  • cikar veya beklenti olmaksizin sevme, ask.

    ayrica
    (bkz: kosulsuz kabul)
hesabın var mı? giriş yap