896 entry daha
  • dün 12:15 seansında, izmir karaca sineması'nda izlediğim ödüllü film. heyecanlı.

    samimi olmam gerekirse ilk defa bir nuri bilge ceylan filmi izledim, o da cannes film festivali'nde ''en iyi kadın oyuncu ödülü''nü kazanan merve dizdar'ın performansını merak ettiğimden dolayı.

    beni en başta fazlasıyla sevindiren, başta pop corn alan bir kaç seyircinin hiçbirinden film boyunca yeme sesinin gelmeyişi oldu. gerçekten de koca salonda bu konuda tertemiz, çıt çıkmayan bir atmosfer hakimdi ve çok saygılı bir davranış olarak gördüm, bir alkış seyirciye.

    merve dizdar, ilk olarak filmin 19. dakikasında şöyle bir belirip, gözden kayboldu. hatta 3 saat 17 dakika süren, erzurum merkezli filmin neredeyse ilk 1-1.5 saatinde yoktu. aradan sonraki bölümde sanırım bilinçaltı şartlanması, kendisinden ödül kazanmasına neden olan olağanüstü performans gösterecek sahneler ve oyunculuk beklentisi içindeydim ama öyle aman aman bir şey göremedim ki kendisini çok beğenirim, türkiye'nin meryl streep'idir bana kalırsa.

    7. sınıf öğrencisi, 12-13 yaşlarında, sevim rolündeki ece bağcı ise kesin önümüzdeki 5-10 yıl içinde çok parlak bir başarıya imza atacak, mükemmeldi oyunculuğu.

    görsel

    'kuru otlar üstüne'yi film müziği ile anacağımız bir durum yok, ortada müzik yoktu, bir parça yadırgadım. filmle özdeşleşecek bir melodi güzel olmaz mıydı?

    kar manzaraları dışında, genelde kasvetli, karanlık bir hava hakimdi atmosferde ve bu da karakterlerle örtüşen ince bir detaydı.

    bana bir parça fazla gelen küfür ve argo kullanımı vardı.

    keşke film boyunca toplam kaç bardak çay içildiğini saysaydım diye geçirdim ortalara doğru. ''açık çay'' favoriydi sahnelerde, şöyle buz gibi dışarda kar kıyamet ve dumanı tüten demli bir çay, bundan daha güzeli ne olabilir ki?

    manzaralar...of of of. sanki film içinde bir resim-fotoğraf sergisi, kar ve insan harmonisi muhteşem bir görsel şölen sundu; görüntü yönetmenini de tebrik ederim, nasıl güzel çekimler yapılmış, hayranlık ötesi saygı duymamak ne mümkün?

    hiç beklemediğim filmin çarpıcı anlarından, deniz celiloğlu'nun canlandırdığı resim öğretmeni samet karakterinin, ingilizce öğretmeni nuray'ın ( merve dizdar) evinde banyo kapısını açtığı anda ışıkçı-set işçileri vb. ile dolu alana çıkması beklenmedik bir sahneydi, sonra tekrar filmin içine döndü. bu da yabancılaştırma efekti imiş. ilk kez bertolt brecht tarafından uygulandığı için 'brechtyen yabancılaşma' da deniyormuş.

    son sahneler nemrut dağı'nda çekilmiş. manzaranın güzelliği, 3 ana karakterin ( samet, nuray, kenan) anahtar kelime olan '' kuru otlar üstüne'' cümlesinin açıklaması niteliğindeydi.

    sanırım izleyici olarak en güzel empatiyi öğretmenler kuracaktır. hele ingilizce öğretmeninin söylediği: '' ben mi onlara ingilizce öğretiyorum, yoksa onlar mı bana kürtçe?'' izmir'de bile geçerli bir cümledir bu gecekondu mahallelerinde tanık olunan. hiç şaşırmayın.

    asında film, ilk yarısında öğretmenlerin sorunları, hayatı, öğrencileri ile iletişimleri eksenindeyken, aradan sonraki ikinci bölümde nuray karakterinin baskın olarak devreye girmesiyle sanki daha bir aşk hikayesine dönüşüyor. birbirinden bağımsız iki farklı film tadında…

    izleyiniz.
2122 entry daha
hesabın var mı? giriş yap